Her kurumda, takımda, ekipte, dernekte ortalama yüzde 10’luk bir kitle vardır ki sürekli olarak maraz çıkarır, mesele üretir, ayakbağı olur. 
 
TSE, CE, ISO, KAIZEN, 5S yönergelerini uygulayan, bu müesseselerden “standartlara, ölçütlere, şartlara, koşullara, düzene uygunluk belgesi” alan yapılarda yüzde 10’luk dilimin üyeleri barınamaz. Kısa sürede tasfiye edilir. Biz buna toplam kaliteli yönetimiyi sevk ve idare deriz. 
 
Eğer bir kurum mal, hizmet, bilgi üretemiyorsa, katma değer oluşturamıyorsa yani çıktıları hatalı ve standart belgelerine sahip değilse orada yüzde 10’luk sorunlu dilimin kuralları, usulleri geçerli demektir. 
 
Çemberdeki sorunlu, zayıf halkayı yani yüzde 10’luk dilimi nasıl teşhis edersiniz? 
- Planlı yaşamdan kaçınır. 
- Ana dilini yeterince bilmez. 200-300 kelime ile konuşur. 
- Metin, rapor, sunum oluşturamaz. 
- Teknolojik araçları verimli kullanamaz. 
- Günün 24 saati uyku, uyuşukluk modundadır. 
- Giyimine özen göstermez. Temizlik nedir bilmez. 
- Tüm kurs, seminer, toplantı, konferans ve çalışmalara geç gelir. 
- Daima telefonuyla, kendisiyle, egosuyla meşgul olur. 
- Lüks tüketim ürünleri alarak zihinsel yetersizliklerin tatmin etmeye yönelir. 
- “Bu maaşa bu kadar çalışılır” der. 
- Her türlü faydalı çalışmaya mutlaka kulp takar. 
- “Bu benim işim değil” sözünü sık kullanır. 
- Negatif enerji yayar. 
- Nerede nasıl davranılacağını bilmez. 
- Liderlik, planlamacılık görevlerini almak istemez. 
- Ekibin, kurumun çalışma sistematiğini bozar. 
- Sinerji oluşturamaz. 
- Plan, proje, patent, tasarım, yarışma, inovasyon, üretim sözcüklerinden öcü gibi kaçar. 
- Bilmediği, anlamadığı konularda analiz, yorum yapar. 
- Bir iki kişinin yapabileceği işi 5-10 kişinin yapmasını ister. 
- Genetik olarak atalarından kendisine miras kalmış ruhsal sorunlarla boğuşur. 
- Başarı, üretim, proje, verimlilik diyenlere düşmanlık etmeyi çok sever. 
 
İş hayatında, yönetimde çok değerli temel sözler vardır. “Zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür.” “Kalite kontrol edilmez, üretilir” gibi. İşte, sağlam yapılarda, zincirin en zayıf halkası (baklası) durumunda olanlar her zaman tasfiye edilir. 
 
Türkiye’de 83 milyon insan yaşamaktadır. Yani, 8 milyarlık dünyanın yüzde 1’lik dilimi bu topraklarda yer alıyor. Lakin gezegenin toplam üretim pastasına katkımız yüzde 1 olmayıp 0,2 seviyesindedir. Başka bir deyişle olmamız gereken noktadan 5 kat daha aşağıdayız. Bu durum 300 yıldır böyle... 
 
Son 3 asırda dünya treninin en sondaki vagonlarına razı olduk. Az üretim, az okuma, az çalışma, az disiplin, az bilim, az teori, az ekmek, az kalite diye diye sorunlu yüzde 10’luk dilimin esiri olduk. 
 
Akıl, zeka, bilim eksenli işler üreten Recep Yazıcıoğlu, Adnan Kahveci, Aziz Sancar, Cahit Arf, Nuri Demirağ, Vecihi Hürkuş, Necip Akar vb. gibi değerleri her zaman engelledik, ezdik. 
 
Kifâyet kavramının anlamı şu: Yeter miktarda olma, yetişme, elverme, yeterli olma ve bir işi yapma noktasında başkasına ihtiyaç göstermeyecek güçte olma, yeterlik, iktidar. Kifayetsiz ise kifayeti olmayan demek. 
 
Muhteris ise şu anlamda: Çok istekli, çok arzulu, coşkulu kimse. Doymak bilmeyen, kanaat etmeyen, hırslı (kimse) yani haris. O halde, kifayetsiz muhterisi, bir işi yapabilmek için gereken bilgi, beceri ve tecrübeden mahrum olduğu halde yetersizliğine bakmadan o işi yapma konusunda aşırı istekli olan ve bu uğurda her şeyi yapabilen kişi olarak açıklayabiliriz. 
 
Selçukluların büyük veziri Nizâmülmülk meşhur eserinde bu durumu şöyle özetler: “İşi kifâyeti olmayan birine vermek o işin başarısız olmasına davetiye çıkarmak gibidir. Muhteris birine verilirse kavgaya davetiye çıkarılır. Kifayetsiz muhterisi bir yerin başına getirirseniz o zaman fitneyi çağırmış olursunuz. Fitne çıktı mı kıyametin kopmasını bekleyin. Yani başına geçirdiğiniz kurumun çürümeye başlamasını bekleyin. Oradan artık bir fayda hasıl olmaz.” 
 
Kifayetsiz muhterislerde cehalet cesaretlerini artırır ve boylarından büyük işlere kalkışmasına neden olur. Bu mefhumu açıklayan çok bilinen bir teori de mevcut. Araştırma Cornell Üniversitesinden Justin Kruger ve David Alan Dunning tarafından, öğrenciler arasında yapılmış. Sınavlardan sonra öğrencilere “Sınavın nasıl geçti?” diye sormuşlar. Facia da burada başlamış. Soruların yüzde 10'una bile cevap veremeyenler kendilerine çok güvenmişler ve çok yüksek puan beklediklerini ifade etmişler. Soruların yüzde 90'ına ve daha fazlasına doğru cevap verenler ise yüzde 70 oranında doğru cevapladıklarını söylemişler. 
 
Araştırmayı yapan Dunning ile Kruger sonuçlarını görünce meşhur kuramlarını üretmişler. Onlara göre, kifayetsiz insanlar, kifayetsiz olduklarının farkında değillerdir ve kendilerinden daha iyi olanları anlamazlar. İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan kifayetsizler, kendilerini ve yaptıklarını büyütmekten, her işte öne çıkmaktan ve asla yapamayacağı işlere talip olmaktan katiyetle rahatsızlık duymazlar. Hadlerini bilmezler. Aksine her şeyin hakları olduğunu düşünürler. 
 
Özet olarak, bir yapı, kurum, örgüt, takım hedefe varmak istiyorsa mutlaka yüzde 10’luk çürük dilimi bünyesinden söküp atmadıkça muvaffak olamaz.