Yukarıdaki başlığın ünlü Rus yazar Dostoyevski'nin baş yapıtı olan ''Suç Ve Ceza'' ile ilgisi yoktur. Zaten konu Rusya'da değil Zonguldak'ta geçer, ve ayrıca burada cezalandırılan suçlu değil; kurbandır! 
   Geçen hafta Zonguldak'ta idim. Çocukluk ve gençlik yıllarım dahil hayatımın elli yılını geçirdiğim ve adeta aşkla sevdiğim memleketimi bayağı özlemişim. Halbuki fırsat buldukça sık sık giderim. Bu nedenle, bu kadar özlediğime ben de şaşırdım. Ama şen gittiğim bu şehirden buruk döndüm. Sanki lisedeyken sevdiği kızın elli yıl sonra ihtiyarlamış halini görünce büyük hayal kırıklığına uğramış adam gibi oldum!
   Aslında Zonguldak'la ilgili her şeyi çok yakından takip ettiğim için hazırlıklı idim ama yine de gördüğüm manzaraya çok üzüldüm.
   Karamsar bir tablo çizmek istemiyorum ama gerçekçi davranmak da zorundayım. Objektif gözle benim gördüğüm ve yaşadığım manzara şuydu:
   Cumhuriyet Hükumetinin çok önem vererek ilk il yaptığı ve bir zamanlar Türkiye'nin parlayan yıldızı olan bu şehir neredeyse kasabaya dönüşmek üzere. Önce,1991 yılında Bartın ve 1995 yılında Karabük'ün il yapılarak ayrılması ile kanatları koparılan kuşa döndürülmüş. Sonra da kömürle var olup özdeşleşen Zonguldak, kömür ocaklarının sürekli küçültülerek yok edilmeye çalışılması nedeniyle, yine ocaklarla beraber hem nüfus hem de ekonomik olarak giderek küçülmüş; kanatları kopan bu kuşun tüyleri de dökülmeye başlamıştır. Sonuç olarak, uçan kuş şu an uçamıyor. Yerde yürümeye çalışıyor.
   İnsanlarda bir yılgınlık ve moral bozukluğu hakim. Kent bir emekliler şehri olmuş. Türkiye'de emekli sayısının çalışan sayısından fazla olduğu tek şehir olma rekorunu elinde tutuyor. Geleceğe ümitle bakana rastlamadım. Söylediklerini başlıklar halinde özetlersek; şöyle diyorlar: ''Zonguldak  bitti!'' ''Zonguldak'ta artık iş bulmak imkansıza yakın. Eskileri birer birer kapandığı gibi yeni iş sahaları da açılmıyor. Ne devlet ne de özel sektör yatırım yapıyor.''  ''Zonguldak'ın sahibi yok. Böyle giderse şehir terk edilmiş kovboy kasabasına dönecek!'' ''İşsizlik ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle Zonguldak'ta ahlak da bozuluyor!'' ''Zonguldak'tan yoğun göç var. Köylerde cenaze kaldıracak genç kalmadı!'' 
   Ve bunlara benzer daha bir çok karamsar ifadeler..
   Gerçekten de eskiden göç alıp bir çok kişinin ekmek kapısı olan bu şehir şimdi yoğun göç veriyor. Zonguldaklılar artık başta İstanbul'un varoşları olmak üzere bir çok yerde neredeyse asgari ücretle yaşam mücadelesi veriyor. Eskiden Bartın ve Karabük'le beraberken nüfusu 1.000.000'u aşıyordu. Bunlar ayrılınca bu rakam 700.000'e indi. Şimdi ise sanıyorum 500.000 civarına düştü. Halen de düşmeye devam ediyor. Benim hesabıma göre her yıl 10.000 kişi Zonguldak'ı terk ediyor.
   Tabii ki bu nüfus azalması sonucu Zonguldak'ın meclise gönderdiği milletvekili sayısı da 9'dan 5'e düştü. Bu demektir ki bu kentin Ankara'daki gücü ve meclisteki itibarı da hayli azalmıştır.
   Şimdi birde ocakların özelleştirilmesi problemi gündemde. Her ne kadar hükumet muğlak bir kelime oyunu ile bunu gündemden çıkardı ise de bu aslında bir ertelemedir. Eninde sonunda ocaklar özelleştirilecektir. (Tabii ki alan olursa!) Bundan şüpheniz olmasın. Hükumet burada ''mehter yürüyüşü'' taktiği uyguluyor. Yani iki ileri bir geri..Şimdilik toplumun gazını almak için bir adım geri attı. İki ileriyi bekleyin!.
   Çaresiz maden işçisi ocaklarına sahip çıkmak için direnmeye çalışıyor.  Ama bu direniş yeteri kadar güçlü değil. Çünkü arkasındaki sendikanın tek yaptırım gücü olan grev silahının namlusu kendisine dönük. Tetiği çektiği anda lokavt kurşunu hem kendisini hem maden işçisini vuracak. Hükumet zaten bahane arıyor..Bu yüzden de sendikanın cesur hareket etmesi mümkün değil. Dolayısı ile direnişi destekleyen söylem ve eylemleri kerhen kabilindendir.
   Peki TTK ve ona endekslenen Zonguldak neden bu hale geldi? Aslında bu soruya bir köşe yazısı ile cevap vermek yeterli değildir. Ama özetlemeye çalışayım.
   Tabii ki baş neden kentin kaderini uzun yıllar sadece Türkiye Taşkömürü Kurumu'nun (TTK) kaderine bağlamak olmuştur. Zonguldaklı devlet deyince TTK'nu bellemiştir. Yıllarca devlete yaptıracağı tüm hizmetleri bu kuruma yaptırmaya alışmıştır. Örneğin; istihdam sorununu hep bu kuruma çözdürmüş; yolunu, köprüsünü, okulunu, camisini kurumun imkanları ile yaptırmaya çalışmıştır. Bu nedenle de Ankara ile pek işi olmamış ve Ankarayı aramamıştır. Bu yüzden diğer iller Ankara'da lobilerini kurarken Zonguldaklılar lobi lafını bile duymamıştır.
   Bildiğiniz gibi, ''lobi'' aynı davaya inanmış insanların, davalarını başkalarına kabul ettirebilmek için, bir araya gelerek güç odağı oluşturmasına denir. Bu güç odağının, kendi taleplerini kabul ettirmek için karar alma mekanizmaları üzerinde baskı kurması faaliyetlerine de ''lobicilik'' denilmektedir. Lobiciliğin önemini vurgulamak için bir örnek vermek gerekirse; dünyada toplam nüfusu 15 milyon kadar olan Yahudilerin, güçlü lobileri sayesinde kendilerinden yüz kat fazla nüfusa sahip olan Müslümanlara nasıl kök söktürdüğünü hatırlatabiliriz.
   Bu gün Zonguldak'ın Ankara'da bir lobisi var mı? Yok! Bir benzetme yaparsak; milletvekili komutan ise lobi ordusudur. Bu durumda bizim milletvekillerimiz ordusuz komutan demektir. Ordusuz komutan ne yapabilir? Durumu görüyorsunuz, siz cevap verin!. Ankara'dan dağıtılan Türkiye pastasının aslan payını Ankara'da lobisi güçlü olan iller yiyor. En geriye kalanları da lobisi olmayan iller. Geriye ne kalacaksa!.Bir hatırlatayım dedim!
   Zonguldak yıllarca kaderini bağladığı kömür işletmeleri ile yetinmiş başka yatırım pek talep etmemiştir. Etti ise bile yatırım yaptırtacak gücü sağlayamamıştır. Üstelik sırtına bindiği kurumu koruyup kollamadığı gibi aşırı yükler bindirmeye devam etmiştir. Kurumun kaynaklarının bir gün tükenebileceği düşünülmemiştir. Sonuçta, zaten dünya kömür piyasaları ile rekabet etmesi imkansız hale gelen kurum, bu gün bu yüklerin altında dayanamayıp çökmenin eşiğine getirilmiştir. Adeta altın yumurtlayan tavuk kesilmiştir.
    Buraya kadar inşallah ''kurban''ın, yani suçu olmayıp ta  ceza çekenin kim olduğunu anlatabilmişimdir! Tabii ki ekmek parası için göç etmek zorunda kalan halk ve işinden olan maden işçisi!
   Peki o zaman suçlu kim? Tabii ki beyefendiler! Yıllarca Zonguldaklıların üzerinden saltanat sürenler!
   Aslında bu şehrin ve kömür işletmelerinin bu günkü duruma düşmesinin çok suçlusu var. Hatta buna ''kolektif suç'' da diyebiliriz! Kim bu kolektif suça iştirak edenler derseniz: Zonguldak'ta para kazanıp da parayı başka yere yatıran tüccarları, iş adamlarını, avukatları ve doktorları; kurumu iyi yönetmeyen yöneticileri; kurum iş yerlerini kendi ekmek teknesi gibi görmeyip sadece ücret sendikacılığı yapan sendikacıları örnek olarak sayabiliriz. Ha bir de olup bitene seyirci kalan, Ankara'da lobi kurmayı akıllarından bile geçirmeyen sayısız sivil toplum örgütünü de unutmayalım! Bir de tabii ki yerel medya.. Birbirleri ile didişip yerel politika yapmaktan bir türlü vakit bulup da büyük düşünemediler. Bir güç odağı oluşturup politikacılar üzerinde etkili olamadılar. 
   Şimdi aklıma geldi de; ben Ankara'da  Zonguldaklılar derneği başkanı iken, ve lobi kurmaya çalışırken, ''Angaralı Şerafettin'' diye aklınca benimle dalga geçen ve Ankara'daki bir madenci heykeline kuşlar pisledi diye ''Nerede dernek başkanı? Bu pislikleri niye temizletmiyor?'' diye absürt yazılar yazıp beni ikide bir eleştiren anlı şanlı bir gazeteci, Zonguldaklılar derneğinin kapısı 4 senedir kapalı iken şimdi neden hiç sesi çıkmıyor? Merak ediyorum doğrusu! Demek ki amaç üzüm yemek değilmiş! Klasik bir Zonguldak medyacılığı..Yazık!..
   Ama bunlar ikinci derecede sorumlulardır. Birinci derece sorumlular, yani suçlular ise gelmiş geçmiş iktidar politikacılarıdır. Hoş, muhalefet politikacıları da iktidara gelselerdi bir şey değişmezdi ya! 
   Bu arada aklıma geldi: Zonguldak'tan bahsederken hep madenci şehri diyoruz da; meclise neden madenciler hiç gidemez? Madenciliği, örneğin,  avukatlar daha mı iyi biliyor? Bir düşünelim!.
   Politikacıların içinde  bakanlık, meclis başkanlığı ve hatta başbakanlık yapmış olanları da vardı. Ama Zonguldak'a bir çivi çakanı da göremedim. Ama çivileri sökenleri gördüm!.
   Politikacıların neden suçlu olduklarını özetlersek:
   Zonguldak'ın ve Zonguldaklıların bütün sorunlarını TTK'na sırtına yıkıp bu kuruma çözdürmekle uğraştılar. Bu nedenle işleri güçleri kurum yöneticilerini atamak, yandaşlarına kıyak işler ve lojman sağlamak ve işe adam aldırmak oldu. Bu yüzden kurumu çok hırpaladılar ve yükünü artırdılar. Ankara'da lobi kurmak şöyle dursun; kurulma teşebbüslerine de soğuk baktılar. Gelmiş geçmiş tüm milletvekillerine bir sorun bakalım; Ankara'daki Zonguldaklılar Derneğinin semti neresi, hiç gitmişler mi?
   Zonguldak'la ilgili hangi projeleri yapmışlar? Zonguldak'a hangi yatırımı yaptırmışlar? Onların yaptık dediği şeyler devletin rutin hizmetleri olup diğer illerde daha alası yapılmıştır. Yani onlar hiç olmasalardı bile eminim zaten bu hizmetler yapılacaktı. Diğer illerle kıyasladığımızda bunu açıkça görürüz zaten..
   Zonguldak'a yatırım yaptırmak şöyle dursun; tam tersine, Bartın ve Karabük Zonguldak'tan koparılıp Zonguldak küçültülürken; TTK zamana yayılarak tasfiye edilirken; KEDAŞ gibi bazı önemli devlet kuruluşları Zonguldak'tan birer birer taşınırken bu beyler adeta seyirci kalmışlardır..İşin daha vahimi, bunlardan bazıları Zonguldak'ı bir müstemleke gibi görmüşler; meclise Zonguldaklıların oyları ile geldiklerini unutarak başa illerin insanlarına hizmet etmişlerdir.
   Dolayısıyla suçludurlar.
   Ama ne gariptir ki Zonguldaklılar bunlara tepki göstermiyor. Hatta bazıları  baş sorumlular için övgü dolu kitaplar yazabiliyor. Anlaşılır gibi değil gerçekten..
   Demek ki Stockholm Sendromu dedikleri böyle bir şey, ve görünen o ki Zonguldak'ta bu sendroma yakalanmış hayli kişi var!.