Sıraya mı girdiniz be ağabeyim…

Son bir senede hep sevdiklerimizi aldı yüce yaratan…

Allah’ın işine karışılmaz da, “nefes” bile almayı hak etmeyen bunca insan varken şu alemde…

Tombala bizim “Megastar”a vurmaz mı?

Mesleğe başladığım ilk yıllarda tanıdım Ergin Erdem’i…

Megastar aşağı Megastar yukarı…

“Kim bu Megastar?” demeye kalmadan kıvırcık saçlı, mavi gözlü, güleç mi güleç bir adam belirdi Hürriyet Haber Ajansı’nın kapısında…

O zaman ki adıyla “Hürriyet Bar”da türkülerini dönemim büro şefi Cevdet Akgün, muhabirler Burçhan Çokgezen, Selahattin Temiz ve Aydın Ermişoğlu ile birlikte söyleyen Ergin Ağabey, sahiden de insan canlısı bir adamdı…

Hani “karıncayı bile incitmedi” derle ya…

İşte o Megastar’dı…

38 yıllık müzik yaşamındaki en büyük mücadelesi onca bestesi arasından seçeceği şarkılarından oluşan bir kaset çıkarmaktı…

Kaset devri bitti ama Ergin Erdem’in o hayali hiç bitmedi…

Her karşılaştığımızda dişlerini sıkarak, “Kasetimi ne zaman çıkartıyorsun?” diye azarlar, “Parayı bulduğum zaman” dediğimde ise o hınzır gülüşüyle “Demek ki bizim kaset ben ölünce çıkacak” der arkasını döner giderdi…

20 yıldır ne bende o kaseti çıkaracak para oldu, ne de onun talihi güldü kasetten yana…

Dün sabah en sevdiğim takım elbisemi giyip aynanın karşısına geçtiğimde nereden bilirdim Ergin Erdem’in cenazesi için hazırlandığımı…

Telefonu elime aldığımda ısrarla arayan müptelası olduğu çay ocağının sahibi Serkan, “Ağabey, Ergin Ağabey’i duydun mu?” dediğinde sol boşluğuna aparkat yemiş gibi oldum…

Yüreğimdeki sızı, bizim Barış’ı alıp Baştarla’daki evine gidene kadar devam etti…

Evinde, ağlamaktan yorgun düşen kızının ağıtları arasında parmak uçlarımda yürüyüp odasına girdim usulca…

Soluk renkli bir nevresimle örtülmüş, boylu boyunca yatan Ergin Ağabey’i görünce erkeklik gururuma daha fazla direnemedi gözyaşlarım…

Duvardaki bağlaması, kapıda asılan o sırtından hiç eksik olmayan siyah deri montu, oduncu gömleği ve siyah kasketi ilişti gözüme…

Ve sonra defalarca gece sabaha karşı 3-4 suları yazıştığımız bilgisayarı…

Ve, “Sana olmayan milyonlarımı miras bırakıyorum derdin babam” diyerek gözyaşı döken kızı…

Gecenin bir yarısı dua mesajı atan kaç tanıdığınız var bilmiyorum ama ben Megastar’ın duasını esirgemediği şanslı insanlardan sadece biriydim…

Ne zaman yolda görse cüzdanının arasına özenle sakladığı paraları gösterir, “alayım avantamı” der, alırsa sakalına sürer, alamazsa “mikrop” der çeker giderdi…

Onu tanıyan herkes bilirdi ki, o paralarla ya Baştarla Camisi’nin bir eksiği alınır ya da ihtiyaç sahibi bir çocuğun eğitim masrafı karşılanırdı…

Sevgisini, öfkesini, tepkisini şarkılarıyla ifade eden Megastar, ne zaman yanlış bir iş yapsam başımın etini yer, “Şu karşıdaki dağı görüyor musun? Ben o dağın arkasını görebiliyorum. Gel vazgeç” dese de burnumun dikine gideceğimi de iyi bilirdi…

Ama her seferinde o haklı çıktı…

Madenci, Grizuya ağıt, Karadeniz Sevdam, Adı Nevzat, Özledim bebeğim, Sözünde dur, Aman İbiram, zihnimde iz bırakan onlarca bestesinden sadece bir kaçı… Tuhaf olan benim gibi hafıza olmayan bir adamın onun bütün şarkılarını ezberinde tutabilmesiydi…

Ama “Gidenlerin Türküsü”nü Edip Akbayram’dan bile güzel söylerdi Ergin Erdem…

Ha bir de sabah köründe daha afyonu patlamadan Vergi Dairesi önündeki örgüt evimiz Çiko Hasan’ın büfesine gelir, “Süleyman bir sultan olmuş, saltanatı boşu boşuna”yı söyler aklınca beni kızdırmaya çalışırdı…

O en zor günlerimde, canım sıkkın olduğu anlarda hep yanımda oldu… Yüreklendirirdi beni…

Kimi zaman da dostça nasihat verir, “Yapma oğlum… Salaklık yapma” derdi bir baba şefkatiyle…

İtiraf etmeliyim ki, keçiliğimden ödün verip hiç dinlemedim onu…

Ama hakaret ederek iltifat eden sözlerini duymak her şeye rağmen güzeldi…

Tatlı dili, tertemiz kalmış yüreği, merhameti, o içten gülüşü ve emek kokan türküleriyle hatırlayacağız onu…

Her şey için teşekkür ediyorum Ergin Ağabey…

Senin gibi kalp taşıyan bir adımı tanımaktan onur duydum…

Sen herkesi böyle uğurlardın…

İzin ver de bu kez ben sana söyleyeyim…

Güle güle çiçeğim!

Sen cenneti zaten hak etmiştin…