Susurluk kazası sonrası devlet içindeki mafya yapılanmalarına dikkat çekmek için yapılan eylemlerde Nazi Almanya’sından esinlenerek çıkan ünlü slogan damga vurmuştu. Zamanla tansiyon düştü ve unutuldu; bir süre sonra yine dillere pelesenk oldu “ susma sustukça sıra sana gelecek” …

Toplumumuz ise gördüğü haksızlıklara karşılık “-bana dokunmayan yılan bin yaşasın” atasözü ile “-haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” arasında gidip gelmiştir. Ne yazık ki toplumun ağırlıklı kabul ettiği; “benden uzak Allaha yakın olsun” seçeneği olarak da adlandırabileceğimiz “ bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” seçeneği oluyor. Bekir Coşkun bir yazısında “ Sarı ineğin” hikâyesini anlatmıştı. Nerden takıldı bu sözler bugün aklıma? Sosyal medyada ülke gündemine bakıyorum; ya bir yerlerde yine birileri 3er 5er maaş alıyor, ülkeyi dolandırmış, mafya-siyaset ilişkisinde yeni bir pislik ortaya dökülmüş ya da bunların tam aksine ülkede olan bitene duyarlı davranıp, bir şeylere itiraz edebilen, sesini duyurmaya çalışan insanlar ve onlara yapılan zulüm ve baskıları görüyoruz. Bu haberler neydi diye muhtemelen bu yazıyı okuyan kimse merakla, bir şaşkınlıkla ne oldu demiyordur; buna eminim. Ülkede her şey gözümüzün önünde oluyor, öyle bir hal aldı ki artık hiç bir şey gizlenmiyor, gizlenemiyor.

Sadece hepimizi, toplumun her kesimini etkileyen olaylar bir kenara bir yerlerde kendi mücadelesini veren insanlarda var, görüyoruz, duyuyoruz.

İş ilişki ağı olan Linkedln’ de bir yazıya denk geldim. Doğruluğundan (o yazıdaki kişi ve şirketinden) emin olamadığım için şirket adını ve kişi bilgisini paylaşamıyorum. Okuduğum yazıda senelerdir emek verdiği, alın teri döktüğü iş yerinden haksızlığa uğrayarak işten çıkartılıp, emeklerin heba olduğu, haklarının verilmediğini, ekonomik ve sosyal hayatında yaşadığı olumsuzluklara dikkat çekmek isteyen bir vatandaşımızın; elinde pankart ile tek başına yaptığı protesto yazıyordu.

Aslında bu durumda ne kadar çok kişi var ve sesleri çıkmıyor; çıkan birkaç ses ya cılız kalıyor ya da baskı ile susturuluyor diye düşünmüştüm.

Lafı dolandırmayı sevmem; artık o işler öyle değil.

Yazıyı hazırlanırken benzer durumları yaşayanlardan görüşler aldım. Kimse artık o sarı öküzü feda edilmesine razı gelmiyor; mücadele edenlerde çevresinden, arkadaşlarından destek görüyor, sessiz kalmıyor.

13 yıl, 10 yıl, 7 yıl, 6 yıl veya 4 yıl emek verdikleri şirketlerinden haksızlıkla bir kılıfa uydurularak iş akdi feshedilen işçiler artık –eyvallah demiyor. Hep duyardık, Amerika’da böyle bir şey olsa vay efendim şu kadar maddi cezası var diye; o cezalar, o yasal haklar artık ülkemiz içinde pekâlâ güzel alınabiliyor. Hukuk işliyor. Emsal kararlar çıktıkça cesaretlenen, hakkını arayan insan sayısı daha da artacak, birlikte göreceğiz. Hak, Hukuk, Adalet hepimiz için hayati önem taşıyan bir ihtiyaç, bir gün hepimize lazım olacak.

1991 yılında Zonguldak’ da Büyük Madenci yürüyüşünde işçileri hak aramaya başladığında ve ben henüz 9 yaşındayken; emeğin karşılığın kutsal olduğunu ruhumuza işlediğinden beri, gerek işçi hakları gerekse toplumun herhangi bir alanındaki haksızlıklar hep dikkatimi çekmiştir.

Sesiniz çıksın, ses çıkmasını farklı ideoloji ile sulandıranlara inat; akılla, hukukla; kimseyi yermeden, sadece doğru olan için bilhassa genç arkadaşlarım hak olanı aramaktan asla vazgeçmeyin.

Selamlar