Sizi 2-3 dakikalığına yeryüzündeki anlamsız koşuşturmacadan alıp yeraltında kavga veren insanların hikayesine götürmek istiyorum müsaadenizle…

Suyun battığı yere…

Subatan’a…

Subatan, Kilimli Karadon’da politikacıların yolunu unuttuğu, yerel yönetimlerin yıllardır ihmal ettiği bin 400 nüfuslu yemyeşil, şirin bir mahalle…

Subatan’a ilk gittiğimde, terk edilmiş bir maden kasabasına yolu düşen “Red Kit” gibi hissettim kendimi… Etrafta in cin top oynuyordu… Ama yakınlarda bir yerlerde halkın korkulu rüyası olan Dalton Kardeşler’in olduğunu da biliyordum!

Karadon’dan Gelik’e, Kırat’a uzanan onlarca maden ocağının bulunduğu dağların eteğine kurulmuş bu küçük yerleşim biriminde neden ortalıklarda insan görülmediğini sonraları daha iyi anladım… Çünkü, Subatan’da yaşayan insanlar, yerüstünde değil yerin altında “güneşe hasret” yaşıyorlardı…

Mahalle sakinlerinin yaşamak için özel, taşeron ya da kaçak ocaklarda çalışmaktan başka çaresi yoktu… Madende çalışmayanlar ise baba ocağını terk edip metropol kentlerde ekmek kavgası için göç etmek zorunda kaldı yıllar içerisinde…

Gençlik yıllarında düş dünyalarındaki çizgi roman kahramanlarıyla büyüyen Subatanlılar, belki de bunun için isimlerinden çok Zagor, Camako gibi lakaplarıyla anıldılar…

Zaten başıma ne geldiyse Zagor yüzünden geldi!

Yazılarımı düzenli takip etme tahammülü gösteren okurlarımız, Subatan sakinlerinin tek moral kaynağı olan bir futbol takımı olduğunu da iyi bilir… Çoğunluğu maden işçisi ve emekçi gençlerden oluşan Subatan Spor’a yaklaşık 2 senedir mütevazi bir bütçeyle başkanlık yaptığımı da haddimi aşmadan yazmıştım bu köşede…

Bunca sıkıntının içinde benim açımdan da zor ama farklı bir heyecan oldu Subatan… Yüzleri kapkara, elleri nasır bağlamış ama mert insanlar tanıdım bu sayede… Geçen yıl play-of mücadelesinde direkten dönen bir üst ligi, bu sene şampiyonlukla taçlandırdı Subatanspor…

Ancak, sezonun bitimine iki hafta kala Kilimli stadında yaşadığım tatsızlık nedeniyle çok istediğim halde ne şampiyonluk maçına gittim, ne de şampiyonluk kutlaması gecesine…

Yaşamı boyunca “güçlü”nün karşısında olmuş biri olarak Kilimli Stadı’nda yaşadıklarımdan çok, hak etmediğim vefasızlıktı beni futboldan soğutan… Bir ara kendi kendime sordum, “Benim burada ne işim var?” diye… Ve o an istifa etmem gerektiğine karar verdim. Ama şampiyonluk maçına kadar bunu kimseyle paylaşmadım ki, kimsenin tadı kaçmasın!

Öyle ya onca sıkıntıya gir, karşılığında koskoca bir hayal kırıklığı…

Sabaha kadar oynasak da yeneceğimiz rakip takımın ilk maçta müsabakanın orta hakemine yönelik şiddetini yazdığım içinmiş olayların arkasında yatan gerçek… Diş bileyerek geldikleri ikinci maçta yaşanan olayların başka bir nedeni ise geçmişte haber yaptığım kişilerdi…

Allah’tan başlarında o gün tanıdığım Harun Şahintürk gibi aklıselim bir adam vardı da Kilimli meydanında linç olmaktan kurtulduk son anda… Bir ara gözüm rakip takımda oynayan Çelikel Lisesi’nden sınıf arkadaşım Ümit’e ilişti… Yine içlerinde kendilerinden geçercesine etrafa öfke kusan takım arkadaşlarını sakinleştirmeye çalışan bir adamın gözleri kitlendi gözlerime onca kargaşanın içinde…

Bunca olay yaşanırken sarı kartını bile gösteremeyen, uyduruk bir penaltı veren, hakem odası tekmelince korkudan maçı iptal etmekten vazgeçen orta hakeme de kızmamıştım da… Koca bir ilçeye korku salan, tehdit üstüne tehdit, küfür üstüne küfür savuranlara seyirci kalan polisi anlayamadım… Devletin polisinin korktuğu, hatta korkudan altına işediği bir ilçede “Burası Kilimli” diye bağıranlara da kızamıyorum…

Bunca sıkıntı üzerine önceki gün yaşamım boyunca unutamayacağım bir sürpriz yaşadım…

Geç saatlerde tezahüratlar eşliğinde gazetedeki ofisime giren Subatan futbol takımı oyuncuları ve 7’den 70’e onlarca kişiyi karşımda görünce neye uğradığımı şaşırdım… İstifa kararımdan vazgeçmem için gelen mahalle büyükleri ve futbolcularının samimiyetinden şüphem yoktu. Ama kendi kendime bir söz vermiş, artık enerjimi, geçmişte olduğu gibi ihtiyaç sahibi öğrencilere harcayacaktım…

Ama olmadı…  Kendimi bir anda bir dizi setinin final sahnesinde hissettim… Hem nasıl hayır diyebilirdim ki… Koca koca adamlar, kıramayacağım dostlar “bırakma” der de ben nasıl ukalalık yapabilirdim… Bir insanın ruhu daha nasıl okşanır, gönlü daha nasıl alınırdı?

Evet belki Barcelona kadar popüler, Real Madrid kadar zengin bir kulüp değildi ama inanmış ezgin insanların hayata bir isyanı, başkaldırışıydı Subatanspor… Onun için “şampiyonluk” parolasıyla “devam” kararı aldık.

Bu futbol sevdasına daha başımıza neler gelecek bilmiyorum ama iyi ki sizi tanımışım, iyi ki varsınız…

Teşekkürler Subatan…