Ortaokul 1-2. sınıf öğrencisiydim, 1954-55 yılları. Zonguldak ’a çok gerekli olduğu zaman veya babam istediği zaman giderdik. Zonguldak kocaman bir şehirdi; caddeler, arabalar, insanlar, işyerleri içinde kimi zaman kaybolmaktan korkardım. Ama evin ve kahvenin yolunu bellemiştim. Babamın Zonguldak Toptancı Çarşısı’nda “Gelincik Kıraathanesi” adıyla bir kahvehanesi vardı. Kahveyi iki büyük büyük ağabeyim   çalıştırıyordu. Babam özel masasında oturur, dostu-ahbabıyla, kendisini ziyarete gelenlerle çay-kahve içerdi. 
Zonguldak’a her gidişimde cadde üzerindeki o kitapçıya uğrar, 10-15 kuruşa satılan o resimli küçük kitapçıklardan (15-16 sayfalık) alırdım. Bu küçük kitapçıklarda Türk tarihine damga vurmuş, ünlü isimlerinin hayat hikayeleri anlatılırdı. Örneğin Çanakkale savaşları, Atatürk’ün komutanlığı, bu savaşlarda Seyit Onbaşı’nın büyük cesareti,  Kurtdereli Mehmet pehlivanın hayatı, Koca Yusuf, Çolak Molla, Katrancı Mehmet, Hergeleci İbrahim, Adalı Halil pehlivanlarla yaptığı büyük güreşleri, 215 kiloluk Filiz Nurullah ile Fransa maceraları ve güreşleri tatlı tatlı anlatılırdı.Ben de bunları büyük bir keyifle okurdum.
 KARŞIMDA YAŞAR DOĞU
Çaycuma’da 1958 yılı mı idi? O gün Çarşı da kalabalıktı. Özel bir gün var gibiydi Çaycuma’da. Ben liseden belgeli/beklemeli olduğum için ağabeyimin açtığı, babamın yönettiği “Bizim Lokanta”da garsonluk da yapıyordum. Öğle sıralarıydı. Birden kapıda 10-12 kişi belirdi. Önlerindeki kısa kesik kara saçlı, kara gözlü, topluca adam, “Delikanlı biz burada yemek yiyeceğiz” dedi. Arkalarındaki görevli zabıta, “Evet/tamam"  anlamında başını salladı. Ben hemen “Buyurun” dedim. Ama kafam dönüyordu, “Ben bu adamı tanıyordum, ama nerden?” Sonra birden hatırladım. Vay anasını! Bu adam Türkiye-Dünya ve Olimpiyat şampiyonu yenilmez milli güreşçi Yaşar Doğu idi. Ama artık antrenörlük yapıyordu. Nerden mi tanıyordum? Gazetelerdeki ve Dünya ve Olimpiyat şampiyonasında çekilen fotoğraflardan. Çocukluk arkadaşım Engin’le fotoğrafları ve alt yazılarını defalarca keyifle okurduk. O zamanki Hayat Mecmuasında Yaşar Doğu’nun yaptığı güreşte çekilen fotoğrafın alt yazısında rakibi için; “Ya sırtı mindere yapışacak ya da kolu omzundan kopacak” diyordu. Yandaki minderde Celal Atik, öbür minderde ise adını hatırlayamadığım şampiyonlarımızdan biri güreşiyordu. Haberde yazıldığına göre üçü de peşpeşe tuşla galip gelmişlerdi. Yaşar Doğu’nun hemen arkasında ise yine bir çok kez Dünya ve Olimpiyat şampiyonu Mustafa Dağıstanlı vardı. Daha genç gruptan İsmail Ogan’ı da tanımıştım.
 Artık milli takım antrenörlüğü yapan Yaşar Doğu’ya, “Siz ve arkadaşlarınız Çaycuma’ya ve lokantamıza şeref verdiniz, sizleri yakından tanımaktan çok memnun olduk” dedim. Aldık, kabul ettik anlamında başını yana eğerek hafifçe gülümsedi. Güreşçileri masalara yerleştirdikten sonra Yaşar Doğu ile mutfak kısmına geçtik. Aşçıbaşı Mengenli Sait Usta’ya yiyecekleri yemekleri ve salataları tarif etti. Güreşçiler bir güzel yemeklerini yediler, teşekkür ederek ayrıldılar.
Öğleden sonra saat 15.oo civarı Korudüzü sahasının üst kısmında toplandı seyirciler. Bu kısım daha çok çimenliydi. Pehlivanlar kısbetlerini giyinmiş olarak geldiler alana. Ama rakipleri olmadığı için birbirleriyle gösteri güreşi yapacaklardı. O sırada Bulgar göçmenlerinden olduğunu ve oradayken güreş yaptığını öğrendiğimiz bir kişi de kısbet giymiş olarak Mustafa Dağıstanlı’ya rakip olmaz mı!. Dağıstanlı’nın Dünya ve oOlimpiyat şampiyonu olduğunu bilmiyor muydu acaba? Pehlivanlar yağlandılar, hemen önümüzde yağlı güreş seremonisinden sonra  güreşe girerken, Göçmen pehlivan “Hayda Bre!” diye  Dağıstanlı’ya dalmak istedi. O hiç telaş etmeden kollarıyla engelledi rakibini. Biraz sonra Göçmen pehlivan “Hayda bre pehlivan!“ diyerek bir defa daha dalmak istedi. Dağıstanlı yine gayet rahat şekilde engelledi rakibini. Üstüne de gitmiyordu. Göçmen pehlivan üçüncü defa dalmaya kalkınca, Dağıstanlı onu birden kaptı, kısbetinin göbek hizasından ve paçasından tutarak kaldırdı, birkaç adım attıktan sonra yavaşça çimenlerin üzerine bıraktı. Göçmen pehlivan ortalama 100 kilo civarındaydı. Dağıstanlı pehlivanın bu büyük gücüne ve kuvvetine alçak, gönüllülüğüne ve nezaketine ayrıca hayran kalmıştık. Bu olay hemen bir-iki adım önümüzde olmuştu. 
Çaycuma’ya meşhur Mersinli Ahmet pehlivanın, İvanoviç adlı bir yabancı güreşçiyle geldiğini ve yine Korudüzü’nde gösteri güreşi yaptıklarını hatırlıyorum. Benim bildiğim bir kez de Kırkpınar başpehlivanlarından altın kemerli Ordulu Mustafa pehlivan da gelmişti Çaycuma’ya. Eski Gazino bahçesinde arkadaşlarla epey sohbet etmiştik kendisiyle. O yıllarda Çaycuma ve Bartın “At Yarışları”, Devrek  “Pehlivan Güreşleri” ile ünlüydü.
İKİ HAMİT YAN YANA!
Üniversiteye ilk girdiğimiz yıllardı. Bizim Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünün “Meşhur Kuzu Günü” varmış. Hem eğlenme hem yenilerin eskilerin tanışmaları amaçlı imiş. Kuzu Günü her yıl Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılırmış. Hemen para toplayıp biletleri aldık. Belirtilen günde Çiftlik’in tarif edilen yerinde toplaştık. Vakit öğleyi geçerken Kuzu’nun kokusu bile gelmiyordu. Bizler hemen türkülü protestoya başladık: “Aman aman olmuyor/ Kuzu neden gelmiyor/ Kuzu gelmeyince de / Bizde neşe olmuyor.” Peşinde alkışlı tempo! Bir süre sonra Kuzu ve Pilav kazanlarının geldiği haber edildi. Arkadaşların bir grubu sıraya girerken, Metin’le ben yol üstündeki büfeye gittik. Şişe suyu, birkaç şişe Şarap, yeteri miktarda meşhur Çiftlik birasını torbalara doldurduk, bizim grubun yanına dönüyorduk.
Tam da o sırada “Dağ gibi bir adam”la karşılaşmaz mıyız! Metin, “Yahu Hamit, bu Dünya ve Olimpiyat Şampiyonu Hamit Kaplan değil mi?”. Yanına doğru yürürken “Vallahi odur. Haydi gel!” Yaklaştığımızda hafiften gülümsedi bize. “Pehlivan merhaba”dedik. O da, “Merhaba arkadaşlar” diye yanıtladı. Ben, “Senin adın Hamit Kaplan, benim adım Hamit Kalyoncu. Adaşız yani. Sizi gördüğümüze çok mutlu olduk. Buyurun beraber olalım. Bizim arkadaşlar hemen şuracıkta. Onlar da sizi görmekten mutlu olacaklardır.”
Hamit Kaplan, sakin, kibar bir tavırla, “Çok sağ olun arkadaşlar. Biz Milli takım olarak yukarıda (Marmara Köşkü’nü işaret ederek)kamptayız. Ben dinlenme arasından istifade ile bu tarafa  indim. Hemen dönmem gerekiyor. Hoca kızar sonra!.” Dünya güreş minderlerinde rekorlar kıran, karşısına çıkacak rakip bırakmayan bir şampiyonun sanki derse geç kalmış bir ortaokul öğrencisi gibi davranışı oldukça şaşırtmıştı bizi. Hamit Kaplan, nazik, efendi tavrıyla “Size iyi eğlenceler” dedi ve hızlı adımlarla yukarı doğru yürüdü.
DENİZLİ’DE BÜYÜK SÜRPRİZ
Çalıştığımız okullar, işyerleri kimi zaman unutulmaz dostluklar, arkadaşlıklar kurulmasını sağlar. Ayfeti ve Fahrettin Koyuncu ile Zonguldak Endüstri Meslek Lisesi’nde tanışmış, aynı branştan olmamız nedeniyle de yakın çalışmıştık.
Daha önce Şair Fahrettin Koyuncu’yu katıldığı çeşitli etkinliklerde, özellikle Karabük’te İbrahim Yıldız masası gediklisi olmasından, dergilerde yayımlanan şiir ve yazılarından tanıdığımı anımsıyorum. Buna 1992 Devrek Baston ve Kültür Festivalinde  Çınar otel salonunda ünlü yazar Rıfat Ilgaz ile Fatma Kılıç, Fahrettin Koyuncu, Necdet Yaşar birlikte olduğumuz değerli hatırayı eklemeliyim. Ben Nitter Koyuncu ile Fahrettin Koyuncu’yu uzun süre karıştıracaktım!.  
               Benim emekli olmam, epey sonra Koyuncu ailesinin, Ayfeti Hanım’ın memleketi Denizli’ye taşınmaları, mesafeleri uzatsa da bayram-seyran telefonları ile ilişkilerimiz hep sürdü. Derken inşaatı biten Didim’deki kooperatif evini döşedik ve 2004’ten itibaren Didim’e gidip gelmeğe başladık.  Fahrettin’e bunu söylediğimde ince bir küçük kardeş fırçası da yedik, “Denizli’den geçiyorsunuz, niye bize uğramıyorsunuz?” diye.
Nihayet bir yıl (hangi yıl?), Ankara’ya dönerken otogardan telefon ettim, Fahrettin Hoca geldi, bizi aldı, hala 67 plakalı arabasıyla önde, biz arkasında evlerine ulaştık. Ayfeti Hanım ve çocuklar bizi karşıladı, eve çıktık, hemen sofra kuruldu. Ben “yemekten sonra devam ederiz hesabındaydım” ama baktım ki olmayacaktı. Fahrettin Hoca da “Bu akşam kayınpedere davetliyiz, şampiyon güreşçi Hasan Güngör” deyince afalladım. Bu konu sanırım daha önce hiç açılmamıştı. Fahrettin Hocanın eşi Ayfeti Hanımın babası Dünya ve Olimpiyat şampiyonu güreşçimiz Hasan Güngör idi. Biz bu çok çok övünülesi durumu bunca yıldan sonra yeni öğreniyorduk. Ayfeti Hanım da eşi Fahrettin Koyuncu da bu konuyu hiç gündeme taşımamışlardı  doğrusu.
Fahrettin Hoca öğleden sonra arabasıyla bize Laodikya antik kentinden başlayarak ince bir Denizli turu yaptırdı. İyi oldu, değişik yerler görmüş olduk. Akşam yemeğinden sonra kahveleri içmek üzere, yandaki binada oturan Şampiyon Hasan Güngör’ün evine geçtik. Hasan Güngör pehlivan ve eşi nezaketle, saygıyla, samimiyetle karşıladı bizi. Ben kahve faslından sonra Hasan Pehlivana biraz da ısrar ederek şampiyonluk sürecini anlattırdım. Tabii ki araya eski pehlivanların hikayeleri de girmişti. Keyifli bir muhabbet olmuştu.
 Şair-Yazar Fahrettin Koyuncu kayınpederi Hasan Güngör’ün yaşamını ve güreşlerini kaleme almış ve “Koca Yusuf Görmeliydi” adlı kitabını Denizli Belediyesi katkılarıyla 2011 yılında yayımlayarak bana da göndermişti.Denizli Valiliği de büyük bir spor salonuna Hasan Güngör’ün adını vererek şampiyonun kendi şehrinde adını ölümsüzleştirmişti..