Sözün bittiği yerdeyim yine… Yazmanın sorumluluk duyduğum insanlara karşı bir görev olduğunu düşünmesem inanın tek tuşuna bile basmayacağım bilgisayarın… Elimi kaldıracak takatim yok… Olan biteni nasıl anlamlandıracağımı bilemiyorum çünkü… Ülkede yaşanan her şey anaokulu çocukları için oynanan kötü bir tiyatroya dönüşmüş durumda... Çirkinin de çirkini bir dekorun önünde,  absürt kostümleriyle sahne almış bir kumpanya, bugüne kadar sahnelenen oyunların, en aşağılık kopyasından ibaret  “kicth” bir oyun sahneliyor ülkede…  Güç zehirlemesinin verdiği kibre ruhunu teslim etmiş bir adamın hem yönetip, hem de başrolünü oynadığı bu oyunda her şey son derece kaba duygularla üretiliyor… O kadar banal… Bir o kadar rüküş ve en az onlar kadar samimiyetsiz…
 
Son zamanlarda yaşadığım duygusal kırılmaların payı çok kesinlikle, tansiyonun, 20’lerden aşağıya düşmüyor… Nerede patlayacağı belli olmayan canlı bomba gibi ortalıkta dolaştığımı söylüyor doktorlar... Hepsinin ortak önerisi sakin bir hayatı seçmem oluyor… Ah, şu kahrolası vicdanıma laf geçirebilsem… Dünyadaki her şey için deli gibi çarpan yüreğim bir parça da olsa vazgeçse bazı olayları kendine dert etmekten… “Daha yaşanası bir dünya için” yol arayan aklım azıcık kör bakmayı becerse dünyaya, inanın, hızla çekileceğim kendi kabuğuma… Ama aklım da, yüreğim de, vicdanım da durmuyor bir türlü… Hayata anlamaya bakan gözlerle bakıyorum ve kopkoyu bir pas tadı yayılıyor ağzımın içine… Yaşam coşkum bitiyor… Tükeniyorum…
 
HANGİ DEMOKRASİ ŞÖLENİ YAHU
Ülkenin kaderine hükmeden biri gidiyor, yenisi geliyor örneğin bugünlerde… Televizyonlar AKP’nin Ankara’daki olağanüstü kurultayından canlı yayın yapıyor… Birini kapatsam diğerinden kaçamadığım kanalların hepsinde, ekrana çıkan koca koca adamlar, büyük bir coşkuyla gerçekleşen demokrasi şöleninden söz ediyor… Birçoğu havuzdan beslenmeli şaklabanlar, ortalama zekânın da altına seslenerek aklımızla dalga geçiyor… Hiç utanmaları da yok ayrıca… Hangi demokrasi şöleni yahu? Ülkenin başına çöreklenen tek adam, bin emrinden birini yerine getirmekte zaaf gösteren naibini aldı, tüm dediklerini harfiyen uygulayacak bir diğer naibi getirdi başa… Demokrasi oyununun figüranlarına da onaylatıyormuş gibi bir sahne tezgâhlanarak şov tamamlandı… Hepsi bu…
 
Hep beraber izledik, kavga dövüş, dokunulmazlıklar kaldırıldı mecliste… “Bu ülkenin ekmeğini yiyip ihanet eden devlet düşmanları meclisten atıldı” algısıyla birçokları buna onay verdi. Oynanan, “Barış süreci bize çok oy kaybettirdi” repliğiyle başlayan tuluatın, bir perdesinden başkası değildi aslında… Demokratik siyasetin önünü tıkayıp, şiddeti tırmandırmaktan başka bir sonucu da olmayacak… Ama birilerinin şiddetle ihtiyacı var dökülecek kana… Akan kan arttıkça, oy yüzdeleri çoğalıp, uğruna dünyayı yakacakları başkanlık, çantadaki kekliğe dönüşüyor ayrıca… İşe bakın, Dolmabahçe’de mutabakat metnini okuyanın terörist, yanında poz verip başıyla onaylayanın kahraman sayıldığı bir tuhaf ülke oldu Türkiye… Bunu da adalet diye dikte etti birileri… Toplum da yedi…
 
BUGÜNÜN KAVGASI YÜZYILLAR SONRASINA TAŞINIYOR
İddia ediyorum bu karara en çok Kandil’dekiler sevindi, Ülkenin en vicdanlı aydınlardan Ali Nesin’in dediği gibi “savaş” istedikleri için haklı çıktılar çünkü… PKK saflarına akın akın ölmeye, öldürmeye hazır binlerce yeni insan katılacak bu sayede... Sur, Nusaybin, Cizre, Silvan, Yüksekova boşaltılıp, taş üstünde taş bırakılmadı neredeyse? Operasyonlar nedeniyle beş yüz bine yakın insan evini, köyünü terk etti. Bilen varsa söylesin, nereye gitti bu insanlar? Kürtleri, tümüyle çaresizliğin adresi olan dağlara itmeye kimin hakkı var? “Kurdun dişine kan değdi” hezeyanıyla, bölgede olmadık işleri yapanlar, “teröristleri” temizlediğini mi sanıyor? İnanın çok daha fazlasını canlı bomba olarak katıyor aramıza, bugünün kavgasını yüzyıllar sonrasına taşıyacak nefreti de körükleyerek üstelik…
 
Saraydaki adamın başkanlık yolundaki engelleri temizleme çabası Zonguldak’ta da sonuçlar veriyor. FETÖ operasyonları çerçevesinde kayyıma devredilen DEKA Madencilik işçileri, içeride kalan alacakları için direniyor. İş bırakma, valilik önünde oturma eylemleriyle başlayan direniş, çeşitli biçimlerden sonra “kendilerini ocağa kapatma” şeklinde sürüyor. Direnişçi işçilerle görüşmeye gittik, polis yanlarına yaklaştırmadı bizi. Aileler, haykırışlarının yeterince yer almadığından şikâyetçi gazetelerde… Bu direnişleri haber yapan gazeteleri evlerine bile sokmadıklarını nasıl anlatsam bu insanlara? Diğer direnişlerden yaptığımız haberler nedeniyle bizi linç etmeye kalkanlara, “Elinize sağlık” haykırışıyla sahip çıktıklarını nasıl söylesem? Her dem duacı oldukları patron devletin kendilerine bu zulmü reva gördüğünü nasıl bilinçlerine kazısam? İnanın bilmiyorum… Üstelik tansiyonun yüksek diye bunları konuşmam da yasak… Ah aklım… Bir parça dur da, ben de uzak kalayım bunlardan… Kahvede pişpirik oynayıp, kırlarda bayırlarda nefes alayım…