Allah insanı dünyadaki canlıların en akıllısı olarak yaratmıştır.  Dünya nimetlerini de bu akıllarını kullanarak değerlendirsinler diye kendilerine sunmuştur. Ama insanların hepsi de aynı derecede akıllı olmadıklarından; çok akıllılar bu nimetlerden daha fazla; az akıllılar da daha az yararlanmaktadırlar. Bu yüzden akıllı toplumlar zenginleşmekte; daha az akıllılar ise fakirlikten kurtulamamaktadır.
  Bunları neden yazdığımı aşağıda açıklayacağım. Ama önce yaşadığım bir anekdotu anlatayım.
  Bundan 16 yıl önce bir iş seyahati için Amerika'ya gitmiştim. Yanımda Amerikayı bilen bir arkadaşım da vardı. Seyahatimizin bir etabında uçakla Las Vegas'tan Minnesota'ya gidiyorduk. Üç saat süren yolculuğumuzun  ikinci yarısında, yemyeşil ve oldukça da engebesiz bir arazi üzerinde gittik.Aşağıya baktığımda, sanki cetvelle çizilmiş gibi, düz çizgilerle çerçevelenmiş binlerce arazi parçası gördüm.
   Merak etmiştim. Arkadaşıma sordum;
   -Aşağıdaki arazi sanki düzgün karelere ve dikdörtgenlere ayrılmış gibi. Nedir bu?
   -O gördüklerinin hepsi çiftlik.
   -Peki etrafındaki düzgün çizgiler ne? Neden bu kadar muntazam geometrik şekiller oluşturmuşlar?
   -Çizgi dediğin çiftliklerin çevresindeki yollar. Aynı zamanda çiftliklerin sınırlarını belirliyorlar.
   -Hiç küçük çiftlik görmedim. Neden acaba?
   -Amerika'daki yasalar çiftliklerin bölünüp küçültülmesine izin vermiyor da ondan.
   -Nasıl yani?
   -Örneğin, bir adamın iki çocuğu var. Adam çiftliği çocukları arasında pay edemiyor. Yahut adam öldükten sonra çocuklar çiftliği paylaşamıyor. Nedenine gelince; çiftlik küçülünce ekonomik olma özelliğini kaybediyor.. Çünkü ideal mekanizasyon ve büyük ölçekli plantasyon yapılamıyor. İlaçlama uçağı alma, sulama ve gübreleme de ekonomik olmuyor gibi dezavantajları da var.
   -Çiftlik sahibi ölünce çocuklar hakkını nasıl alıyor?
   -Çiftliği ya beraber işletiyorlar veya biri öbürüne hakkını satıyor. Ya da çiftliği satıp parasını paylaşıyorlar.
   Bu anekdotu anlattıktan sonra, şimdi de bizim Çaycuma'daki köye dönelim.
   Benim çocukluğumda, ailelerin arazileri toplu bir yerde veya tek parça olarak bulunmuyordu. Herkesin tarla, bahçe, bağ ve bostan gibi arazileri köyün içinde ve dışında küçük parçalar halinde ve çok dağınık bir şekilde serpiştirilmişti. Örneğin, benim dedemin arazileri küçük parçalar halinde ve birbirinden uzak, ve sayıları otuza yakındı. Ama hepsini toplarsan otuz dönüm yapmıyordu.!.
   İkinci bir husus; dedemin beş çocuğu vardı. Çocuklar aralarında eşit paylaşsa babama düşen pay ancak altı dönümdü. Eh, biz yedi kardeş olduğumuza göre, eğer köyde kalsaydık bana düşen pay bir dönüm bile olmayacaktı.
   Bu tespitlerden sonra gelelim günümüze.
   Beş altı sene önce bizim köye gittim. Aylardan mayıs olmasına rağmen tarlaların büyük bir kısmının ekilmemiş olduğunu görerek şaşırdım. Çünkü eskiden ekilmedik bir karış toprak bile bırakılmazdı. Şimdi köyün nüfusu birkaç misli arttığına göre toprağın daha da değerleneceğini düşünmüştüm
   Köy kahvesine varınca köylülerime şaka ile karışık sitem ettim. Amma da tembelsiniz, bu tarlaları neden ekmediniz gibi laflar saydım. Onlar da bana mazot ve gübre pahalı da , onun için ekemiyoruz falan dediler.
   Tabii önce tatmin olmadım. Sonra Amerika'daki çiftlik muhabbetini hatırlayınca onlara hak verdim. Öyle ya, aile başına düşen toprak öyle küçülmüş ki ve birde öyle dağınık parçalar halinde idi ki; ekonomik olarak işletmek mümkün değildi. Zira bunun için bırakın tarım makineleri almayı, eski usul öküz beslemek bile astarı yüzünden pahalıya geliyordu. 
   Elbetteki bu durum sadece bizim köye mahsus değildir. Memleketimizin her yerinde durum hemen hemen aynıdır. Bu nedenle de köylü ya hiç ekmiyor, ya da çok verimsiz çalışıyor. Dolayısıyla, karnını doyuramıyor, tarımla uğraşan nüfus azalıyor ve şehirlere göç başlıyor. Bu yüzden ülkemiz tarım ürünleri bakımından kendi kendine yeten bir ülke iken, şimdi büyük ölçüde dış alım yapmak zorunda kalıyor.
   Bütün bu anlattıklarımdan sonra önerim şudur: Bizde de toprak reformu yapılmalı ve Amerika'daki sisteme benzer bir sistem kurulmalıdır.
   Önerimi daha da açayım.
   Önce, köylülerin tarla, bağ ve bahçeleri birleştirilerek çiftlikler haline getirilmelidir. Sonra da bu çiftlikler köylülerin kuracağı kooperatifler veya çiftliği kiralayacak müteşebbisler tarafından işletilmelidir. Bu işte devletin önayak olması gibi başka seçenekler de olabilir.
   Tabii bu çiftliklerde çalışmaların, büyük tarım makineleri kullanılmasından ve plantasyon uygulamasından dolayı daha ekonomik olacağı aşikardır. Ayrıca, sulama, ilaçlama ve gübreleme gibi işler de dönüm başına daha ucuza gelecektir. Tabii ki ürünlerin pazarlanması da daha kolaylaşacaktır.
   Bunun yanında, ekilmeyen küçük tarla ve bahçelerin ekilip değerleneceği ve üretimin bu şekilde de artacağı unutulmamalıdır. 
   Sonuçta elde edilecek kar, köylülerin çiftlikteki toprak payları oranında kendilerine dağıtılmalıdır.
   Bu uygulamanın toplamda ülke ekonomisine önemli ölçüde katkı sağlayacağı yadsınamaz. Ama özellikle, halen göç veren Zonguldak'ın ekonomisi için çok faydalı olacağı görüşündeyim.
   Akılcılık böyle söylüyor. Umarım devlet de artık bunu görür ve gerekli yasal düzenlemeleri yapar. 
   Eskiden Türkiye'ye gelen yabancılar boşa akan akar sularımıza bakıp ''Su akar, Türk bakar!'' derlerdi. Şimdi de boş tarlalara bakıp ''Tarla durur, Türk uyur!'' demesinler!