Samimiyetsiz ilişkiler, artık maalesef toplumun her alanında varlığını göstermekte, kimi zaman yakın ilişkilerin dahi merkezinde yer almakta ve haliyle, aile, iş, toplumsal ilişkiler derken toplumsal ilişkiler temelden sarsılmakta.
      Samimiyet kavramı TDK ‘da ‘’ İçtenlik’’ olarak tanımlanmaktadır. İçtenlik…
       Kim gönüllü olur ki, içtenliğin yoksun olduğu herhangi bir toplumsal ilişkiyi sürdürmeye?  Samimiyetsiz bir ilişki ne kazandırır ki insana? Peki , sonunu bile bile neden hala samimiyetsizlik daha gözde? En önemlisi, çocukluktaki  samimiyetin, yetişkinliğe giderken kaybolmasına sebep olan ne?   Ne oldu o samimi çocuklara ?
   Genellikle çocukların, davranışlarına, duygularına samimiyet hakimdir.  Karşılarında sevmedikleri , hoşlanmadıkları veya onları rahatsız eden birisi varsa, onlar kendilerine dokunduklarında bile ağlayarak tepki verebilirler, kimi daha çok seviyorsun sorusuna çoğu zaman gerçekten kimi seviyorlarsa, onu kastederek cevap verirler, soru soranın kim olduğunu önemsemeden… 
      Samimiyetin öğretilmesinde, model alarak öğrenme yönteminin oldukça  önemli bir etkisi vardır. Öyle ki; yakın çevresindeki yetişkinler, ilişkilerinde samimiyet duygusuna ne kadar yer verirlerse, muhtemelen çocuklar için de samimiyet duygusu o denli önemli olacaktır…  
    Tüm bunlara rağmen, ‘’ Bu yemeği sevmesem de, yemem gerektiği için yiyeceğim.’’ diyen altı yaşındaki çocuğa, ‘’o halde sana çikolata yok’’ diyen yetişkin,  samimi olduğunda, dürüst olduğunda  kaybedebileceğini  öğretebilir bir çocuğa…
      ‘’ Hadi bir kere öp beni, sana çikolata alacağım.’’, rüşveti midir samimiyetsiz  davranmayı öğrenmenin başlangıcı? Yoksa ‘’Beni sevdiğini söyle, sana ne istiyorsan alacağım.’’ gibi cazip bir teklifle mi başlıyor herşey?  Belki başlangıcın, sürecin sınırlarını çizemeyebiliriz;  ama işin özünde menfaat, çıkar, rekabet gibi durumlar olunca, tüm samimi duygular, davranışlar yavaş yavaş yerini samimiyetsizliğe bırakmaya başlıyor… Peki ya sonra? O samimi çocuklar  bazen samimiyetin kaybettireceğini, bazen de samimiyetsizliğin kazandırdığını gördükçe, öğrendikçe ve hayat boyu bunu deneyimledikçe, samimiyetsiz yetişkinler haline gelebiliyorlar.
     Samimiyetsizlik,  aslında insanın en çok kendisine zarar veriyor ve gerçekten içinden geldiği gibi davranmamak ya da davranamamakla birlikte bir aykırılık, bir huzursuzluk hakim oluyor hayatlara...  sonra ne  mi oluyor? Ona da alışıyor insan,  samimiyetsizlik onun bir parçası oluyor, ilişkilerinin bir parçası haline geliyor, bazen toplum tarafından bile kabul gören bir davranış haline gelebiliyor.  Peki ya sonra, dünün samimi ve mutlu çocukları, bugünün  samimiyetsiz ve mutsuz yetişkinleri olarak yaşayabiliyorlar, kendileri farkında olmayıp mutluysalar bile etraflarındaki insanları mutsuz edebiliyorlar…
    Yine de umut  var… Aile, yakın çevre veya toplum… samimiyet duygusunun kazandırılması söz konusu olduğunda da tabii ki çok önemli bir role sahip; fakat yaş ilerledikçe kişinin iradesi de, kendi doğruları da hiç yadsınmayacak kadar önemli. Yitirilen samimiyetin  daha sonra hayata geçirilmesi yaşamın her döneminde,  kişinin kendi elinde…
    Ghandi der ki;  ‘’Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür… Düşüncelerinize dikkat edin; Duygulariniza dönüşür… Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür… Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür…Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür…Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür…Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür… ‘’
     Samimiyet duygusunu kaybetmemiş çocuklar, samimi yetişkinler, samimi yakın ilişkiler, samimi toplumsal ilişkiler ve samimi bir toplum… bu döngü çok mu ütopik ?
   
   Tüm samimiyetimle….
   Sevgiler;
  Sultan UNCU
[email protected]