Türkiye’deki geçmişi 19 yy. ile 20 yy. başlarına dayanan Demokratik Kitle Örgütleri (DKÖ) pratiğinde ve bu pratik içinde son 40-45 yıllık dönemde Türkiye sosyalist solunun tayin edici rolü vardır.
1965 lere kadar, çeşitli temellerde kurulmuş olan ve faaliyet yürüten DKÖ’ni (Halkevleri, Meslek Odaları, Sendikalar, Gençlik örgütleri, Kültür Dernekleri vb.) gerçek anlamıyla DKÖ değildi. Bunda belirleyici faktör, söz konusu örgütlenmelerin büyük çoğunluğunun merkezi iktidar ile olan ilişkilerinde ortaya çıkıyordu. Çalışmalar iktidarın basit bir eklentisi olma, icazete dayalı politikalara hapsolma gibi işlevlerle sınırlıydı.
1961 de 27 Mayıs anayasasının öncekilerden farklı olarak daha geniş demokratik olanaklar sunması, dünya çapında yaygınlık kazanan ve yeni bir dünya istemine dayalı gençlik hareketinin etkisiyle Türkiye o güne kadar tarihinin en geniş ve en hızlı gelişen toplumsal mücadelelerine sahne oldu.
12 Mart askeri-faşist darbesiyle bir süre kesintiye uğrayan bu süreç, askerlerin çekilip yerlerini sivillere bırakmasından sonra daha da keskinleşerek devam etti.
12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesi, özellikle sol ve DKÖ üzerinde yok edici etki yarattı. Binlerce DKÖ nün bir çırpıda kapatıldığı bu dönemde herhangi bir kitlesel çıkış olmadığı gibi sol örgütler dağıtıldı, kadroların büyük bir kısmı cezaevlerine kapatıldı, geri kalanı ya yurt dışına kaçtı ya da mücadeleyi terk etti.
 Binlerce insanın hayatına mal olan mücadelenin onuru, dışarıda kalmayı başaran az sayıda devrimcinin ayakta kalma çabası ile ve asıl olarak ta cezaevlerinde direnen devrimciler tarafından korunabildi. 
1980 darbesinin sonuçları yalnızca baskı, işkence ile sınırlı kalmadı. Türkiye toplumu hızla politikadan uzak tutulma sürecine itilirken yaygın bir yozlaşma ortamı, özetle; duyarsız, tepkisiz ve her şeye “evet” diyen bir toplum oluşturuldu.
90 lı yılların başlarında işçi eylemleri ve özellikle KESK in örgütlenmesinden sonra bu kabuk çatlamaya başladı ama kırılamadı.
Bu çatlayan kabuğu kırmak için:
Hayatın her alanında bürokratik değil demokratik kitle örgütleri oluşturmalı.
Evrensel barış sağlanmadıkça insanlığın nihai kurtuluşu mümkün olmaz. Bunun içi silahlanma ve milliyetçiliğe karşı ulusal ve uluslar arası çalışmalar yapılmalı.
Sistemin yarattığı çıkarcı, bireysel inisiyatiften yoksun insan tiplerinin karşısına, düşünce ve davranışlarında tutarlı yaşadığı dünyanın bütün problemleriyle ilgili, çevresindeki bütün olaylara duyarlı insan tipleri çıkarmak için kültürel ve sanatsal örgütlenmelere ağırlık verilmeli.
Doğal ve tarihsel çevrenin korunmasına yönelik bilincin yaratılması için iktidara gerektiğinde radikal tavırlar sergilenmeli. Yaşadığı çevreye ve dünyasına yabancılaşmaktan kurtaran bireyler çoğaltılmalı.
Bu örgütlenmelerde emek partileri başa konmalı, hiçbir kitle örgütü partiler üstü görülmemeli.