Asayiş berkemal!” desem; değil! Düzen bozuldu; saz akort tutmaz! Davul kimin omzunda, çomak kimde siz karar verin! Buz tutan gölün üzerinde dans edenler, her an soğuk suya dalmak tehlikesinde ancak kahkahalar ayyuka çıkıyor! Ne ki huzur yok!
Tribün manzaralarının birlik, beraberlik, bütünlük içermediğini söylemeliyim. Kim hangi takımı neden tutuyor, kim hangi takımı neden ıslıklıyor, hangi yan hakemin bayrağı ofsaydı yanlış gösterip, hangi kalecinin hangi kalede olduğu belirsiz! Forma renkleri bile alaca-bulaca!
Çaycuma’dan söz ediyorum. Altı aydır fokurdayan cehennem kazanından! Birileri kazanın altını odunla beslerken, birileri alkış tutuyor. Birileri ikbal uğruna düşünsel iradesini ipe verirken, birileri üç maymunu oynuyor!
Hadi bakalım! El mi yaman; bey mi? Yaşayarak göreceğiz. Madem siz isteyince sular yukarı doğru akarmış; akıtın da görelim. “Bu milletin hafızası yok; üç gün sonra unutur!” avuntusu kime hangi pembe tabloyu çizecek, kime karabasanları yaşatacak; göreceğiz!
Para imparatorluğunun bir iyi bir de kötü yanı vardır. İyi yanı; insanı güçlü kılar ve ona dünyanın merkezi olduğu düşüncesini pompalar. Kötü yanı, ‘bir kaybetme korkusu’nu hep taze tutar!
Biz gençlik yıllarımızda şunu haykırırdık; “Biz halkız, zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok! Buna karşılık, kazanacağımız koca bir dünya var!
Anlıyorsunuz değil mi? Halkın mülkiyet tutsaklığı yoktur! O, zincirleri kıra kıra yürür! “Gayrik yeter!” dediğinde size güven veren dağlarınıza karlar yağar!
Bu ülkede siyasetin bozulduğunu söyleyeduranların, o cangılın bir parçası olduğunu görmek bizi şaşırttı mı? Hayır! Onu hep bilip söylüyorduk ama konduramıyorduk. Saftık yani! Köylülüğümüzden olsa gerek. Sağ olun; öğrettiniz. “Kentsoylu burjuvalar...” diye tahlillerde bulunan V.İ. Lenin meğer ne kadar haklıymış! Hele, “Siyasi literatür...” diye başlayıp adına sosyal demokrasi denen yapılanmayı burnumuza sokarken, biz dağlara onların adını yazdığımızdan görmezden, bilmezden geldik. Eh, öğrenmenin yaşı yok; öğrettiniz!
Tribünden manzaralar hep de kötü değil! Hatta tablo, birilerinin sandığı gibi hiç değil. İnanmıyorsanız mahalle kahvelerine gidip insanlarla söyleşin. Bakalım neler anlatacaklar size! Kısa erimli çıkarlarınız, uzun erimde sizi de yok edecek; göreceksiniz. Bu halk her şeyi unutur ama kendisine ihanet edeni asla! Elbette batan gemide biz de varız! Sizin aymazlığınız bize de bedel ödettirecek. Olsun! Vız gelip tırıs gider! Biz ne zaman gün yüzü gördük ki? Yukarıda da söylediğim gibi; biz halkız!
...
Fıkra bu ya ağa, eşekle köpeği oğlunun düğününe çağırır. Kaba gölgede yatan eşekle köpek çağrıyı alınca ayrı telden çalarlar! Köpek, kuyruğunu sallayıp sevinirken eşeği almış bir keder.
Köpek eşeğe çıkışmış;
Yahu niye gamlanıyorsun; ağanın düğününe çağrıldık. Kim bilir ne yağlı kemikler atıp beni, ne yeşil yoncalar verip seni doyuracaklar!
Eşek köpeğin hevesini görünce uzunca anırmış;
A benim salak arkadaşım, ağa bizi düğüne çağırdıysa buna sevinilmez. Bunların çağrısından bir hayır çıkmaz. Göreceksin, ağa, bana bidonlarla su taşıtırken, sana da hayvan ahırının bekçiliğini yaptıracaktır! Boşuna bizi düğüne çağırmamıştır o mendebur!
...
Fıkra bu kadar! Dedim ya, fıkra bu; öyle de der, böyle de!
Kıssadan hisse mi; eh çok hazırcısınız! Yaratıcı olun biraz; her şeyi devletten beklemeyin! Bu gidişle, atı alan Üsküdar’ı geçerken, siz “Ay gördüm Allah / Amentü billâh!” nakaratını söylersiniz!
...
Ne diyeyim; bizim tribün manzaraları böyle! Bu haftalık bu kadar! Okunurluk sayısını beş yüzün altına düşürürseniz benden kurtulursunuz. Beş yüzü geçerseniz, elimden çekeceğiniz var; işkenceye devam!
Hayırlı çarşambalar!