Gri şehrin güzel sokak köpekleri teknolojinin oluşturduğu toksin yağmurunun altında, sokakta buldukları nispeten sakince yerde kıvrılmış uykularında açlıklarını ve sıcak yuva özlemlerini savuşturan esrik rüyalar görüyor.

 

Meclise yeni getirilmeye çalışılan hayra alamet olmayan bir kanun da onlar için. Sokak hayvanları deney için toplanıp, kullanılabilecek(miş). Açık Radyo’da buna değin bir konu konuşuluyor. Hayvan hakları temsilcisi geçenlerde bir barınakta katledilen 98 yavru köpeği hatırlatıyor. Gazeteye bakıyorum, yeni taze bir vahşet haberi de oradan! “Bursa’nın Yenişehir İlçesi Çamönü Köyü’nde 84 sokak köpeği zehirlenerek telef edildi.” Hiçbir şey şaşırtmıyor artık! İnsana saygı duyulmuyor; hayvanların durumu zaten alenen içler acısı her zaman. Hayvanların Orta Doğusu her zaman yaşantımızda vardı. Ta Hayırsız Ada vahşi köpek katliamını hatırlamamız bile gerekmiyor. Her an o kafaya geri dönüş yapabiliriz zaten. Müsait bir toplum!  

 

Zaten topyekûn bir cinnet hali toplumun bilinçaltını ortaya çıkartmadı mı? Herkes birbirini gırtlaklamak için sanki an kolluyor. Bana göre mahallerde dalga geçtiğimiz o pencereden bakıp sağa sola laf yetiştiren teyzelerin döneminin kapanması hiç iyi olmadı. TV programlarına gömülen yeni nesil teyzelerin dizileri, görücü programları, favori ankırmanları var artık! Kurdukları hiç bir kulağa oturmayan cümleler de bir ürünün reklamını yapar gibi; eski nesil bu derece reklama ayarlı değildi!

 

Ne diyorum? Hiçbir şey aslında. Değişen değerlere gönderme yapmak için böyle arandığıma bakmayınız. Son ayların bitmeyen korkunç vakalarına ve daim üzerine giydirilmeye çalışılan insanı aptal yerine koyan politikacı manevralarına aşırı dozda maruz kalmış zihnim manyaklaşmamanın gereği maziden aldığı, yürekten duyduğu değerlerine tutunmaya çalışıyor. CNN TÜRK’te Şirin Payzın ile Ahmet Hakan arasında gündemde duvardan duvara vurulan kafam, üst üste gelen kara haberlerle hop oturup hop zıplayan bedenim, bir tür ona buna laf yetiştirme yarışına dönüşen ortamlardan ortama Türk tipi varolmaya (Türk tipi var oluşçuluk) çalışıyor işte! (Türk tipi demokrasi) Ne mümkünse, bunca cinayet, katliam, tecavüz, hırsızlık, soygun, yalancılık, politikacılık, gerzek yerine konmacılık, enayi yerine konmacılık, aptal yerine konmacılık, önemsenmemecilik, insafsızlık, ufuksuzluk, alçaklık, diktatörlük, gericiliğe özlemcilik, ilerlemeye dirençkeşlik, bitmeyen kumpaslar, zalimce kaptırılan faturalar… Uzatıp gider… Küfre bu millet niye bu kadar ihtiyaç duyuyor tartışmaya bile gerek yok!

 

                                                   …

 

Manyaklaşan bi toplumda kartopundan ölme ihtimalini de hiç sevmedim!

 

Mahalle bakkalının “cana geleceğine mala gelsin” görüşünde olduğunu dışarıya gösterme ihtiyacı da hiç sevmedim. Kendine gelsin ve insan olduğunu hatırlasın esnaf yeter! Ali İsmaillere kıymaya kalkmasınlar. Gazeteci Nuh Köklü’yü kartopu yüzünden bıçaklayarak efelenecek kadar gözlerini döndürmesinler. Özgecanları emanet, namus bilsinler! Kar yağdığında esnafın vitrinine astığı tabela: “ Bu cama kartopu gelebilir.” Elbette gelebilir! Cama kartopu gelir, futbol topu gelebilir, bazen taş bile gelebilir. Benim gibi en alt katta yaşayın bak daha neler gelebilir. Arabasını park edenin gece yarısında bangır bangır çaldığı arabesk de dinletilebilir. Apartmanların bacalarından yağan kum gibi kurumlarda yemek tabağınıza kadar gelebilir. Kedinin teki aç karnını dürtükleyen bir sebeple pişirdiğiniz yemeğin kokusuna pencerenize de gelebilir; tencerenize de patilerini sürebilir. Lan, ne var bunlarda? Kendimi bildim bileli bunların hepsiyle iç içeyim. Eminim çoğunuz da öyle. (Ya da azınız) Ama kimseyi kesmeyi düşünmedim. Kızdım, bağırdım bazen, işi abartana. Kendimi küçük düşürdüğüm de oldu bağırırken! Bağırmasan da olmazdı çünkü. Bazen inadına pencerenizin önünde sizin varlığınızı tanımayanlar çıkar. Konuşacaksın; bir şekilde rahatsız olduğunu anlatmaya çalışacaksın.

 

Ülkemizde kartopuna cinayet işleyecek kadar gıcık olanların olduğunu biliyoruz artık. Bunu bilmek rahatlatmıyor ne yazık ki! Çocuğunu kar yağdığında sokağa gönderen annenin yeni tedirginliği: “Acaba kartopu oynarken bi şey olur mu?” Baba: “Şimdi biri bizimkine bi şey derse ben de ona bi şey derim; bizim çocuğu eve alsam evde ağlayacak, tekrar dışarıya çıkmak için; dahası kavgadan kaçtığımı sanacak… vır vır vır..” dönen düşünce döngüsü! Tedirgin aile yapılarımıza kurulan yeni mahalleli dürtüleri bunlar. Kentli olamıyoruz, köylü olamıyoruz, ucube bir kendi kendine öfke nöbetleri ile baş etme kültürünü ya da baş edememe kültürünü Türk tipi hayatta kalma kılavuzunu icat ediyoruz bir kere daha. Bu ve bunlar gibi çılgın bir sürü projeyi başımıza musallat eden politikacılara 7 Haziran’da bir kere daha oy vereceğiz! Yeni gaddarlarımızı seçeceğiz kendi ellerimizle.

 

Kedinin kuyruğu ile belli ettiği “ben bütün bunlardan artık çok sıkıldım” protestosu vardır ya! Bu yeni iç güvenlik paketiyle kuyruğumuz bile olmadığına üzüleceğiz artık! Pankart taşıdın gözaltı! Yüzünde atkı, kafanda şapka vardı gözaltı! Gözünün üzerinde kaş vardı, gözaltı.