Salı günkü Halkın Sesi’nin manşeti dikkatinizi çekmiştir mutlaka. Topkapı Sarayı Müzesi eski Müdürü ve İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi, Sabahattin Türkoğlu, ZOKEV’in düzenlediği “Zonguldak Folkloru” bienalinde, salonda bulunan Belediye Başkanı Muharrem Akdemir’e seslendi ve “Zonguldak’ta hâlâ bir etnografya müzesinin olmadığını öğrendim. Sizin adınıza utandım” dedi. Türkoğlu “Böyle bir şey yaparsanız tarihe geçerseniz. Adınızı Zonguldaklılar asla unutmaz. Ben Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü yaptım. Siz başlayın, söz veriyorum, her türlü desteği vereceğim.”  cümlelerini de kurdu, canlı tanığı olduğum diyalogda. Böyle bir şeyi hiç beklemeyen Akdemir “Dün akşam ilgili birimlere talimat verdim. Yazışmalara hemen başlıyoruz”  diyebildi ancak. Salonda bulunan herkesle birlikte, “Bunu kamuoyuna verilmiş bir söz olarak kabul ediyoruz” diyerek aklımızca söz aldık başkandan…

 

Birebir muhatap olmak zorunda kaldığım için biliyorum, ülkede halkbilimi alanının en değerli hocalarından oluşan grubu çok şaşırttı kentimiz. Sık sık “Bu nasıl şehir ya?” serzenişlerini duymak inanın beni de bunalttı. Onlar için yoklar kentiydi Zonguldak. Müze yoktu. “Peki o halde Zonguldak hatırası olarak evimize götürmek üzere yöresel bir ürün alalım. Burada Bartın yazması bulunmalı mutlaka” dediler ama utana sıkıla, “Öyle bir yer de yok” dedim. Bir umut gezdirdiğim birkaç dükkâna dönüp bakmadılar bile. Otantik hiçbir şey yoktu çünkü… Çarşıda yaptığımız kısa tur sırasında, çevreye bakınan hocalardan biri nezaketini korumaya çalışarak: “Yahu siz de belediye de mi yok? Bu ne biçim yerleşim böyle, tüm yapılar üst üste. Zonguldak insana boğulma hissi veriyor. Üstelik sokaklar çöpten geçilmiyor. Bu ne pislik yahu…” Verecek hiçbir yanıt bulamadığım için acı acı yutkundum yalnızca…

 

Hocaların merakı dinmiyordu bir türlü.  Etkinliğe yerel yönetimlerin, vilayetin ya da üniversitenin desteğinin olup olmadığını sordular bu kez. Salon tahsisi dışında hiçbir desteğin olmadığını, tüm organizasyonun vakfın kaynaklarıyla yapıldığını, ayrıca bir sponsoru da bulunmadığını söyleyince, doğrusunu söylemek gerekirse,  tavan yaptı şaşkınlıkları. “Vakıf çok zengin bir kuruluş o zaman” dediler. Yanıtım yine olumsuzdu. Her şeyin tümüyle üyelik aidatları ve vakıf gönüllülerinin karşılıksız emekleriyle yapıldığını söyledikten sonra ekledim: “Bu ülkede yok da, dünyada başka örneği var mı bilmiyorum. ZOKEV, bir vakfedeni, ticari işletmesi, şıhı, şeyhi, müridi, mürşidi, sponsoru olmayan, kendinden başka hiçbir güce yaslanmayan bir kurum. Başkalarının son derece büyük paralarla yaptığı işleri, biz kendi emeklerimizi içine kattığımız için mütevazı bütçelerle gerçekleştiriyoruz. Şu ana kadar pek çok çalışmayı bu şekilde yaptık. Kimseye de mahcup olmadık…”

 

KADIRGA RAMPASINDA KEŞMEKEŞ BÜYÜYECEK

Bunları konuşurken içinde bulundukları araç Kadırga rampasını tırmanıyordu. Büyük bir ekskavatör rampanın kıvrımına uygun formda yapılmış yıkık binanın molozlarını yüklüyordu kamyona. Göz ucuyla bakıp geçtiler. Onlara trafiğin tüm yükünü bu rampanın çektiğini, patinaj yapan bir kamyonun beş on dakika yerinden kalkamaması durumunda kent trafiğinin kördüğüm olduğunu söylemedim elbette. Küfrederler diye korkuma, altyapısı zaten yetersiz olan, doğru düzgün kaldırımı bile olmayan sözüm ona bu caddenin etrafında bulunan eski yapıların yıkılarak yerlerine çok katlı bloklar dikildiğini, yüzlerce yeni insanın yerleşeceği yapıların hiçbirinin otoparkının da olmadığını dilimin ucuna bile getirmedim. Zonguldak’ta imar işlerini anlamak mümkün değildi gerçekten. Bunları konuşup yüzümü bir kez daha kızartmaya tahammülüm kalmamıştı artık…

 

Hep yazıyorum. Kaderimizi elinde tutan devletli efendilerimiz kenti tarumar ediyor, kimliksizleştiriyor, akıl almaz oyunlarla rant kapısına çeviriyorlar her yeri. Ortaya çıkan rezaletin hesabını vermek, yüz kızartıp utanmak da bize düşüyor. Bir konuğum geldi geçenlerde. Fatih Sitesi girişinde karşıladım. Çevrede yükselen dev yapılara bakıp, selam vermeye bile fırsat bulmadan “Oha” dedi şaşkınlıkla. Ağzından kaçırdığı sözden utanan konuğum özür diledikten sonra, “Ya Ahmet kusura bakma da bunca körlüğü nasıl becerdiniz? Neden karşı çıkmadınız bu rezalete?” Utanma sırası bendeydi bu kez. Uzun uzun anlatacak takati bulamadım kendimde. Boynumu büküp. “Yapanlar, onay verenler utansın diyebildim” yalnızca. Allah’tan Kozlu Belediyesi’nin Topbaşı mevkiinde onay verdiği inşaatları görmedi. Oralara gitsek, balkonu kaldırımı işgal eden üst üste binmiş yapılardan birinin camından aşağı atardı herhalde beni…