UZAĞA BAKARKEN...
Kafayı kaldırmış uzağa bakıyorsun; çoook uzağa! Derin şeyler düşünüyorsun; çoook derin şeyler! 
Ufku saran bulut kümesine gelecek biçiyor, yağacak yağmuru saptıyorsun. Kurutulan gölü düşünüp içleniyor, öfkeleniyorsun. Siyanürle intihar eden ailelerin içine düştüğü açmazın sorumlularını bir çırpıda bulup mahkûm ediyorsun. Çocuğuna mevlüt okutup tektaş yüzük alan ‘süslüman’ları kınayıp insana ve insanlığa dair ulvi cümleler kuruyorsun...
Ah bir de sosyal medya sayfalarıyla devrim yapılabilse; geldi sosyalizm!
Uzaklara bakıyorsun; çoook uzaklara! Aman kardeşim dikkat, iki adım ötende koca bir çukur var. Uzağa bakarken o çukura düşeceksin! İstersen önce önüne bir bak. 
Yanına, yörene, kapı komşuna, Üretici Köylü Pazarından karalâhana aldığın kadınlara, yaktığın kömürü kazan madenciye, ekmeğini yediğin fırıncıya... Bak ne halde komşuların? 
Kafanı aşağı indir dostum! Bırak uzağa bakmanın engin sarhoşluğuna kapılmayı! Bilirsin eğitimin temel kuralı; yakından-uzağa ve bilinenden-bilinmeyenedir. Yakını ve uzağı, önümüzdeki çukuru bir halledelim sonra bütünden-parçaya yöntemiyle ülke ve dünyaya ilişkin ‘tahlillerde’ bulunuruz. 
Hani diyorum komşunu, arkadaşını, tanıdığını falan...

ŞİKİ ŞİKİ BA BA! 
Şiki şiki ba ba / Hayni hayni ya ba / Helik melik du ni / Gel fakiri ya ba...
Durmuş Çiğdem’in, 1970’li yıllara damga vuran bu güzel şarkısının nakaratı uyduruk hecelerden oluşmuştu. Müziğin kıvraklığıyla uyumlu ve hemen akılda kalıcı bir yanı vardı.
Gençlik yıllarımızda futbol oynardık. Çekişmeli maçlarda gol atınca golü atan bağırırdı; “Şiki şiki ba ba!” Takım arkadaşımız Ramazan Ağabey devamını söylerdi; “Zengin fakiri ya pa!” Her seferinde ikaz ederdim; “Abi, orası öyle değil!” Hem güler, hem beni fırçalardı; “Sen ister beğen, ister karşı çık; zengin fakiri ya pa!”
Ramazan Ağabeyin kulakları çınlasın; o hep haklı çıktı! 
Şimdilerde gene aynı nakaratı söylüyoruz; “Zengin fakiri ya pa!”

MANYETİK ALAN UZAKLAŞINCA...
Mıknatıs metalden uzaklaşınca çekim gücü önce azalır sonra yok olur. Çekim gücü, manyetik alan sınırlarıyla doğru orantılıdır. 
Mıknatıs uzağa gidince pusula şaşmış. Al takke, ver külah! Kem, küm, yani şimdi tam öyle değil ama şey, işte vallahi biraz çekimser gibi de şerh de koymuştum ya hani, tam öyle değil ret falan gibi yani...
Çaycuma Lisesi tarihinde fizikten ikmale kalıp sınav gününü şaşırarak eylüle kalmayı başaran tek öğrenciyim. Fikret Hocam beni afetsin de tam öyle miydi anımsamıyorum; manyetik alan yok olunca nesneler özgür kalıp kendi özgül ağırlığına göre konumlanırlar. Onları hizaya sokup rafta bardak gibi düzen güç yeniden etki alanı oluştursa da bizim köyün deyimiyle “zavı kaçtı”. 
Keşke o nesneler hiç manyetik alana girmeselerdi de maddenin kendi yapısı gereği konumlanmış olsalardı. Eh, karpuz seçer gibi ‘tıp-tıp’lanıp liste oluşturulunca özgür irade ishal oluyor! Şekil A’da olduğu gibi.
Gülmedim dersem yalan! He-Man geri geldiğinde o sihirli kılıcını çekip bağıracaktır; “Güüüç bende artııık!”
I-ı! Hiç debelenme; “zavı kaçtı”.

GÜZ GÜNLERİ...
Yazı ve kışı çok sevmem. Bahar ve güz favorimdir. “Hangisi?” derseniz; “Güz!” derim. “Neden?” diye sorarsanız; “Hiiiç! Bilmiyorum; işte öyle!
Kasım ayının sonuna geliyoruz, hâlâ yazdan kalma günler! Ödünç yiyen kesesinden yer; doğa bize bu kıyağı beleşten çekmez. Umarım karşılığını uzun bir kış olarak ödetmez!
Mevsimler şaştı. Sıcak ve soğuk yerini şaştı. Hükümet şaştı. Bizim felek şaştı. ‘Yellenmeden tayyare’ vergiler vuvuzela gibi uğulduyor. “Kaldırım-indirim” de sıraya girdi! O da şaştı!
Hakeme, “Hele bir WAR sistemine git; görüntülere yeniden bak!” diyoruz; “Sizi gidi dilekçe şövalyeleri!” diye efeleniyor. Tribün amigolarında önce bir şaşkınlık, ardından bir alkış, bir alkış! Sanırsınız golü karşı kaleye attık! Allahtan skor kabak gibi tabelada yazılı; 600 !
Seviyorum güz mevsimini. Grip çift dalsa da seviyorum. Şiir Evinde mangal yakıp iki bardak ateş suyu yudumlamak güzel!
Buyurun; beraber yudumlayalım!