Rivayetçilerin Muhammed Peygamber’in vahiy öncesi hayatını anlatırken onu göklere çıkartıp mucizeler yükleyerek ve yarı ilah haline getirdiğini ancak Kuran’ın bu rivayetlerin tam tersini anlattığını daha önceki yazılarımızda belirtmiştik. Hatta, “Tanrının dilinden Muhammed Peygamber” başlıklı yazımızda, Kuran’ın, doğumu, çocukluğu dahil vahiyle buluşmasına kadar ki hayatından birkaç ayet dışında hiç bahsetmediğini vurgulayıp ayetleri de göstermiştik. O ayetlerin üç tanesini hatırlamamız bu yazımızın daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

 

“Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin…” (Şura 52) “O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni dosdoğru yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?” (Duha 6-8) “Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun. Sen Kuran’ı kendiliğinden yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı, batıla inananlar kesinlikle kuşku duyacaklardı.” (Ankebut 48)

 

Hıristiyanlar dinlerini tahrif ettikleri gibi peygamberlerini de aşırı yücelterek onu tanrının oğlu, uzaklarda bulunan Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi, yani Allah adına yetkili kutsal kişi olduğuna inanırlar. Uzaklarda bulunan Allah inancının ve ona kutsal aracılar ile ulaşmanın müşrik inançlar olduğunu da daha önce anlatmıştık.

 

Muhammed Peygamber’in İslam’ı anlatmaya başladığı altı yüzlü yıllarda birçok inançtan insanın İslam’ı benimsediği gibi Hıristiyan aleminden de benimseyenler olmuştu. Henüz daha Allah’ın elçilerinin görevlerinin ne olduğunu fark edememiş ve eski dinlerinin etkisi altında kalarak Müslüman olmuş birkaç kişi tıpkı İsa Peygamber gibi Muhammed’i de olağanüstü özellikler ve mucizelerle yüceltince Allah, “Ey Muhammed onlara deki ‘Bende sizin gibi bir insanım” ayetiyle anında müdahale etmiştir.

 

Mekke’nin tarihi sürecini göz önün de bulundurarak, Muhammed Peygamber’in vahiyden önceki hayatını hiçbir olağanüstülük katmadan ayetler ışığında anlatmaya çalışalım: Muhammed, Arap yarımadasının Mekke şehrinde (“Ümm-ül Kura - “ana kentli, başkentli”) doğmuş ve orada yaşayan Mekkeli bir vatandaştı. Muhammed, daha doğmadan babasını ve küçük yaşlarda Annesi’ni kaybetmiş yetim bir kişi idi. Onu dedesi Abdulmuttalip yanına aldı, ancak kısa bir zaman sonra dedesinin de kaybetti. Amcası, Ebu Talib onu olgunluk çağına kadar kendi himayesine aldı. Geçimini ticaret ile sağlayan Ebu Talib gittiği yerlere yeğeni Muhammed’i de getiriyordu. Muhammed, toplumda yaptığı tüm işlerde doğru ve dürüst davranan yalan söylemeyen bir ahlaka sahip olan bir kişi idi. Toplum kendisine “Muhammed ’ül emin” olarak hitap etmekte ve bundan dolayı da onu kutsamaktaydı.

 

Kısa bir zaman da tüccarlığın gerektirdiği uyanıklık, beceri ve cesaret, gibi yetenekleri de elde etmişti. Muhammed, bir zaman sonra amcasından ayrılıp kendi geçimini sağlamak için ticarete atıldı. İşinin ehli ve dürüst ticaret yaptığı için de kısa zaman da mesleğinde başarılı oldu. Zengin olarak artık hiç kimseye yük olmayacak bir konuma gelmişti. Muhammed’in ilk eşi Hatice de ticaretle uğraşan zengin ve dul bir kadındı. Uzun yolculuklarla yapılan ticaretinin başına, işinin ehli, dürüst, ahlaklı bir kişi aramakta idı. Bu haberi duyan Muhammed işi almak için başvururdu ve işe alındı. Hatice’nin, ticaret kervanlarının başına geçti. Muhammed, gittiği tüm kervanlardan büyük kar ile geri döndü. Bir zaman sonra Hatice güzel ahlaka ve iyi bir kişiliğe sahip olan Muhammed’e evlenme teklifi yaptı. Mekke toplumunda yaşayan her fert gibi, o da, o toplumun gelenek ve göreneklerine uyan bir kişiydi. Her, delikanlı gibi o da hayatını yaşamakta, ancak hiçbir olağanüstü bir mucize göstermiyordu. Toplumda sade bir vatandaştı.

 

O, toplumda şanı ve şöhreti olmamasına karşın Arapların aradığı liderlik vasıflarına sahipti. Çok iyi silah kullanan bir savaşçı, aristokrat çocuğu olmadığı gibi edebiyat ve şiirle de ilgisi de yoktu. Arapların çok önemsediği bir erkek çocuk sahibi de değildi Toplumda yapılan haksızlıklara hukuksulara ve zulme karşı her vicdan sahibi gibi duyarsız kalmamaktaydı. Din adamları gibi dini kitaplar okuyan fetvalar veren bir din adamı sınıfından hiç değildi. Kendinin peygamber olacağını bilmediği gibi, vahiy gelene kadar iman nedir, kitap nedir de bilmiyordu. O sapkınlık içerisinde idi, gerçek hak yolunu bulamamış mümin bir kişi de değildi. Mekke şehrinde sade bir vatandaş olan Muhammed’i Allah peygamber olarak seçti ona ilk beş ayetini vahiy etti. Allah kendi adına  yer yüzünde seçilmiş kutsal yetkili  olduklarını iddia edip her türlü adaletsizlik, haksızlık yolsuzluk yapan ve zulme rıza gösteren Mekkeli kodamanları değil de onu seçmişti ve ilk ayetleriyle göklerin ve yerlerin yaratıcısının kendisi olduğunu ve  asıl çok kerem sahibi olanın kendisi olduğunu vurguluyordu.