Bir önceki yazımızda Muhammed Peygamber’in vahiyden önceki hayatını hatırlayarak konumuza geçelim. O yazımızda Mekke’nin tarihi sürecini göz önünde bulundurarak, Muhammed Peygamber’in vahiyden önceki hayatını hiçbir olağanüstülük katmadan ayetler ışığında anlatmaya çalıştık. Mekke’de yaşayan, amcasının yanında büyüyerek ticaretle ile uğraştığını ve mesleğinde son derece başarılı olan bir kişi olduğunu da vurguladık. İşinin ehli oluşu, dürüstlüğü ve ahlakı nedeniyle kendisine “Muhammed’ül emin” adının verildiğini, toplum tarafından kutsanan kişi olduğunu özellikle belirttik. Tüccarlığın gerektirdiği uyanıklık, beceri ve cesaret, gibi yetenekleri de elde ederek kimseye muhtaç olmayacak şekil de zengin olduğunu, zamanla Hatice ile evlendiğini, Mekke toplumunda yaşayan her fert gibi toplumun gelenek ve göreneklerine uyan bir kişi olduğunun altını çizdik. Onun herkes gibi bir hayat yaşadığını, hiçbir mucizeye, olağanüstülüğe sahip olmadığını ancak şanı ve şöhretinin bulunduğunu anlattık.

Başkaca özelliklerini de işaret ettik. Edebiyat ve şiirle de ilgisi olmayan Muhammed Peygamber toplumda liderlik için aranan vasıflara sahip olduğu gibi yapılan haksızlıklara, hukuksulara ve zulme vicdan sahibi her insan gibi duyarsız kalmıyordu. Din adamı sınıfında değildi, peygamber olacağını dahi bilmiyordu. Hatta kendisine vahiy gelene kadar iman nedir, kitap nedir de bilmiyordu. Gerçek hak yolunu bulmuş mümin bir kişi olmadığı için sapkınlık içerisindeydi. Toplum içerisinde kaybolmuş sade bir vatandaş olarak yaşayıp gidiyordu.

Görülmektedir ki toplumda doğal olarak yaşayan insanlar gibi Muhammed Peygamber de, vahiy öncesi kendi toplumunda sade bir hayat yaşamaktaydı. O nedenle insanlar için bir örnek teşkil etmiyordu. Vahyin ruhu ile buluşana kadar ki hayatı normal bir hayat süren insanlar gibi son derece sıradandı.

Allah, Muhammed’i böyle bir hayat yaşarken peygamber olarak seçti. Peygamberlik görevinin bir devrimcilik olduğu aşikârdır. Allah’ın  kulları arasından seçmiş olduğu elçilerinin (peygamberlerinin)  görevleri, yeryüzünde haksızlığı, hukuksuzluğu, zulmü ortadan kaldırmak ve  hakkın, hukukun ve adaletin üstünlüğünü sağlamak için mücadele etmektir.

Tüm peygamberler gibi Muhammed Peygamber’in görevi de insanları Mekke’de egemen olan müşrik inançlardan  (kula kul olmaktan) kurtarıp, tevhid inancına (Allah’a kul olmaya) davet etmektedir. Başka bir ifade ile anlatacak olursak bu müşriklerin Allah adına kurmuş oldukları batıl düzenleri (müşrik inancı) ortadan kaldırmak yerine hakkın, hukukun ve adaletin (yani Allah’ın) hakim olduğu bir düzen ortaya koymaktır.

Allah demek: “El- Vahid”,  (Zat, sıfat ve fiillerinde benzeri ve ortağı olmayan tek olan); “El- Kerim”, (Keremi, lütuf ve ihsanı bol, karşılıksız veren, çok ikram sahibi); “Es-Samed”, (Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, herkesin muhtaç olduğu); “El-Varis”, (Her şeyin asıl sahibi olan); “El-Rauf”, (Çok merhametli, pek şefkatli);  “El-Vali”, (Bütün kainatı idare eden);  “El- Hayy”, (Ezeli ve ebedi hayat sahibi); “El-Hakim”, (Her işi hikmetli, her şeyi hikmetle yapan); “ El-Vedüd”, (Kullarını en fazla seven, sevilmeye en layık olan); “El-Alim”, (Gizli açık, geçmiş, gelecek, her şeyi en ince detaylarına kadar bilen);  “El hakk”, (Varlığı hiç değişmeden duran, var olan, hakkı gerçeği ortaya çıkaran); “El-Adl”, (Adalet sahibi olan,  adaletlilerin adaletlisi) demektir.  Kuran’da kendisini tüm sıfatları ile tanıtandır.

Allah kendisine ait sıfatlarını, yaratmış olduğu tüm varlıklarda  statik- değişmez, belirlenmiş, kaderi çizilmiş  göstermektedir. Ancak akıllı varlıklar olan insanlar (dinamik-değişken) için Allah’ın bu sıfatlarından  istifade edip yararlanmasını ve bunların kendi hayatların da uygulamalarını becerememektedir. Mesela “Allah, Adaletlilerin adaletlisi değil midir”? ( Tin - 8)  Ayetten anlaşılan Allah adaletin üstün olacağını vurgulamaktadır. Her cuma hutbeler de şu ayetle adaleti her şeyin üstün de  tutmamız emredilmektedir. Şüphesiz Allah, adaleti, iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi ve yakınlara vermeyi emreder; hayâsızlıktan, kötülükten ve azgınlıktan nehyeder. O, düşünüp öğüt alırsınız diye size öğüt verir”. (Nahl - 90) “Ve Rabbinin sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek biri yoktur…” (Enam 115)

Bu sıfatlar ve ayetler ışığında adaleti anlatmaya çalışalım. Bu adalet bir kişinin, bir grubun, bir hizbin özeli değildir, hatta adaleti yapan ve onu uygulayanlara dahi özel imtiyaz tanınmaz. Sağduyuludur, ortak iyi aklın gerektiği gibi herkesin üzerindedir. Herkes için, herkese eşit davranılır. Herkesin yararına olan Muhammed Peygamber’in de üstündedir. Herkese ne ise Muhammed Peygamber’e de aynıdır. Başka bir ifade ile söylersek adalet sosyaldir. Herkese eşittir. Yani Allah demek hak, hukuk ve adaletin üstünlüğü demektir.

Konumuza dönersek Mekke’de bulunan müşrik kodaman para babaları ile iktidar sahipleri ve din adamları, “Biz Allah adına yetkiliyiz, seçilmişiz, yeryüzünde rab biziz, Allah bize karışmaz” demekteydi. Hatta onlara göre Ebu Cehil Kabe’nin rabbiydi ve kendinse kerim denmekteydi. Ancak Allah’ın, ilk 5 ayetinde  “Yaratıcı olan Rabbiniz Allah’tır” dediğinde müşriklerin hemen telaşa kapılıp itiraz edeceklerini Muhammed Peygamber anlamıştı. Bu mesajın onları deli divaneye döndüreceğini ellerindeki kutsallık, aracılık ve egemenlik yetkileri gideceğini biliyordu. Allah’ın, adaleti, hakkı, hukuku (Allah) ortaya koyacağını da kavramıştı.

Muhammed Peygamber kendisine verilen bu görevin kısa zamanda tamamlanamayacağı, zor tehlikeli, meşakkatli bir süreç olduğunun da farkındaydı. Muhammed Peygamber bu görevini nasıl ne şekilde ve kimlere anlatacağını ve insanların bu tebliğe karşı ne şekilde tepki vereceklerini düşünmekteydi. Allah ona 6.ayeti ile “Kella, hayır, hayır kafandaki o düşünceleri sil. Bu iş senin bildiğin gibi işler değildir. Artık bundan böyle bu görevinde Rabbin sana söyleyecek, sen de ona göre hareket edeceksin.” demekteydi. (Devam edecek).