Dün sabah gazeteleri elime ilk aldığımda Pusula’dan Ali Rıza Tığ’ın durumdan vazife çıkaracağını tahmin etmiştim…

Hem de ne vazife…

Harun Akın ve Şerafettin Turpcu, değme paralı avukat tutsa Ali Rıza gibisini bulamaz…

Belli ki yazdıklarımdan hoşnut olmamış olacaklar ki, beni aramak yerine Ali Rıza’yı aramış eski ve yeni vekillerimiz…

Güzin Abla öleli çok oldu ama demek ki, Pusula’nın “Alo dert” hattı da varmış!

Gerçi Tığ, ne benim ne de arayan o iki “dost”unun isimlerini vermiyor ama okuyan herkes neyin ne olduğunu çok iyi anlıyor…

Bana “nankör”, Akın ve Turpcu’ya “dost” diye hitap eden Tığ, müsaade ederse ona bir kartvizit bastırmak istiyorum…

Ama bir şartla…

Kartvizitin üzerinde “Gazeteci-Toplum Mühendisi- Siyaset Bilimci- İnsan Sarrafı- Psikolog- Zengin Dostu ve Her Şeyden Anlayan Adam” yazacak…

Yelkovan gece saat 23.00’e dayandı… İtiraf ediyorum yer kaplasın da, yazıyı biran önce bitirip eve gideyim diye Ali Rıza Tığ’ın o eşsiz anlatımıyla kaleme aldığı satırları hatırlatmak istiyorum…  

“İyilik gördüğü kimseye hainlik yapan, aldığı yardımı inkâr eden, nankör, tuz-ekmek düşmanı… Tüm bu sıfatları taşıyan, iyilikbilmez kişiye “nankör” deniyor.

Dün iki ayrı dostla telefon görüşmesi yaptım.

İlki aradı, “Gördün mü nankörü?” dedi.

İkincisi de, “Bak sonunda ona da nankörlük yaptı” dedi.

Gördüğü iyiliğin altında ezilip, onun intikamını alma uğraşına giren zavallı, nankörlük hastalığına yakalanmıştır artık. Hepinize geçmiş olsun… Peki, sırada kim var? Onu arayana söylerim…”

İyi de niye arıyoruz, yazmanda bir sakınca mı var?

Söyle de kime ne nankörlük yapacağımı ben de bileyim…

Haftalardır köşe yazmadığım için olsa gerek, bana bulaşma ihtiyacı hisseden Tığ’a şiddetle tavsiyem, iyi bir dermatologa görünmesi…

Çünkü “kaşıntı” ciddi bir hastalık belirtisi!

Tığ’ın nankörlük üzerine yazdığı fetvasını okur okumaz CHP’nin “Uzun Adam”ı Milletvekili Şerafettin Turpcu’ya yıldırım telgraf niyetine esaslı bir mesaj çektim…

Mesajı merak edenler, kim bilir belki de bir gün sonra Ali Rıza Tığ’ın köşesinden okuyabilir!

Özetle, mebus olmasında emeği olan insanları ilk düzde satan Turpcu’ya “nankör” görmek isterse, en yakın erkekler tuvaletine gidip aynaya bakmasını söyledim.

Ama bu sırada ondan hiç beklemediğim bir yanıtla karşılaştım…

“İşte bu” dedim içimden… Meğer bizim vekil ne yürekli bir adammış be…

Yok yok, “Küstüm oynamıyorum” gibilerinden bir mesaj atmış…

Burnumuzdan akan sümüğü silmekten, giydiğimiz kazağın kollarının gümüş rengi parladığı yıllarda, sokakta misket oynarken mızıkçılık yapan olursa “Ver bilyalarımı” der oyunu bozardık…

Vekil beyin mesajı da o hesap!

E şimdi ben Şerafettin Bey’e ne diyeyim… Adam koskoca vekil… Ama bazen gerçekler adamı şişirir, gaz yapar! Yazdıklarında o gazın etkisi de olabilir…

Biz de Ali Rıza Tığ’ın yalancısıyız…

Ne demişler: “Bana ‘dost’unu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim”

Ali Rıza Tığ, Harun Akın, Şerafettin Turpcu…

Üç güzel insan, üç güzel dost, üç memleket aşığı…

Ah şu arşivlerin bir dili olsa da konuşsa!!!