Felsefenin önemli başlıklarından birisidir yabancılaşma. Aristoteles’ten buyana irdelenmiş ve Karl Marks’ta da somutlaşmıştır.
Özetin özeti olarak söylersek yabancılaşma, kişinin ya da nesnenin öz varlığından uzaklaşması, ötekileşmesidir.
Yabancılaşma, edebiyat ve diğer sanat dallarında ürünün olgunlaşıp yaratıcısından bağımsız duruma gelmesidir ve olumlu bir değişimdir.
Gelin görün ki toplumsal yaşamda durum farklıdır. Yöneticinin yabancılaşması her alanda ve her anlamda işlerin sarpa sarması demektir!
Bu durumda iki olasılık vardır;
1-O yönetici zaten o değilmiştir, toplumu yanıltmak için rol yapmıştır. Düğünde oynayıp cenazede ağlamıştır. Yüzünde çakma bir gülücükle gezmiştir! Meşe değil, palmiyedir!
2-İkbal elde etme aşamasını geçmiş, artık oynadığı rolü oynamasına gerek kalmamıştır. Hem çiklet çiğner, hem ip atlar! Aslına dönmüştür!
Yabancılaşma, yalnızca sanatta kalsın. Gerisi sarımsaklı turşudur!
 
DANIŞMAN YA DA AKIL KITLIĞI MI VAR?
Yönetim erklerine gelenlere “danışman” çalıştırma hakkı verilir. O danışmanların maaşını ya da hak edişlerini ilgili kurum öder. O yönetici de o danışman ya da danışmanların alan bilgisinden yararlanır. Bu sayede doğru işler yapıp kamu zararı oluşmasına mahal vermemiş olur.
Merak ediyorum, bu yöneticilerin alan bilgisi olan danışmanları yok mu? Eğer varsa yaşanan bariz hatalar nasıl oluşur?
Öyle yönetsel hatalarla karşılaşıyoruz ki insan şaşırıp kalıyor!
Burada gene iki şık devreye giriyor.
1-Bizim yönetici, liyakat esaslı danışmanlarla değil, alan bilgisi ‘nanay’ olan ehliyetsiz kişilerle çalışıyor.
2-Danışmanlar ehil ve liyakatli ama yönetici “herbokolog!” türündendir.  Danışmanların brifinglerine karşın kendi bildiğini okur!
 
TEMATİK SIRA!
Bir metinde ana başlıkların bir konu bütünlüğünü izlemesi demektir. Gazete yazılarımda kimi kez tematik sıra izliyorum; o hafta siz dostlarımdan, “Hocam, yazıyı iki kez okudum, ancak anladım!” gibi yanıtlar geliyor.
Tematik sıra izlemediğim zamanlar da “Hocam, her telden çalmışsın!” diye yanıtlar geliyor.
Çok uzun yıllardır yazan birisi olarak elbette seslendiğim kitlenin ruhunu artık okuyabiliyorum. Söylemek istediklerimi genelleme yaparak söylüyorum ve okuyanlar da anlayacağını anlıyor!
Kimi kez kendimi ip üzerinde yürüyen ip cambazı gibi duyumsuyorum. Açıkçası bu yazılardan ben de keyif alıyorum. İleride kitaplaşma olasılığını da düşünerek tekrara düşmemeye ve kalıcı yazılar yazma titizliğinde oluyorum.
 
YASAKLAR...
Metin Akpınar ve Zeki Alasya’nın Devekuşu Kabare Tiyatrosu vardı bir zamanlar. Dikta dönemlerine karşın toplumsal eleştiriler içeren oyunları geniş halk kitlelerine oynarlardı. Yasaklar oyunu da bunlardan birisidir.
“Dur! Nereye gidiyorsun?”
“Nereye olacak, evime gidiyorum!”
“Gidemezsin yasak!”
“Nasıl yani? Kendi evime gidemeyecek miyim?”
“Gidemezsin yasak! Hayır, evine gitmek yasak değil; bu yoldan evine gitmek yasak!”
“İyi de ben bu yoldan gitmezsem evime nasıl ulaşırım?”
“Kolay! Geriye dön ve yürü! Dünya yuvarlaktır, ters yönden giderek de evine ulaşabilirsin! İlla bu yoldan gitmek zorunda değilsin. Bu istikametten git, evine öbür yandan ulaşırsın!”
...
Diye devam eder!
Yasaklar her zaman özgürlük kısıtlamaz!
Koronavirüs günlerinde sokağa çıkma yasağı yaşama özgürlüğümüzü bize veren yararlı bir yasaktır! Hamuru mayalayan yararlı bakteriler gibi yani!
Gördüğü yanlışları düşünce özgürlüğü kapsamında söylemek isteyene getirilen yasak zararlı bir yasaktır! Hava dolu bir balonu sıkmak gibidir! Bir yerde patlar ve siz bunu engelleyemezsiniz!
Neyse...
Bu konuyu uzatmak yasak! Amaç hâsıl olmuştur!
 
KİTAPLAR...
Ev tutsaklığı günlerini fırsata çevirip kütüphanemi düzenlemekle uğraştım! İnanın tam iki günümü aldı. Şu an bilmediğim bir şehrin ara sokaklarını dolaşan biri gibi değil, bildiğim bir şehri dolaşır gibiyim!
Öncelikli okuyacaklarımı, romanları, öyküleri, şiir kitaplarını ve kuramsal kitapları tematik bölümlemeyle yerleştirdim raflara. Bu arada, Zerdüşt yalvacın Avesta kitabı başta olmak üzere, Mircea Eliade’nin Şamanizm kitabına kadar en az yirmi kitap hepsinin yolunu kesti. Neredeyse on yıl kadar önce yaptığım altılı-yedili okumalara geri dönüyorum!
Değerli dostum Veysel Çalışkan bozuk attı; “Hocam, gözlerini zaten bozdun, kafayı da bozacaksın, bu kadar okuma!
Ben de fırçayı bastım, “Hem her hafta bir öncekinden düzeyli bir yazı bekliyorsun, hem de okuma diyorsun; nasıl olacak bu iş?
Eh, hal böyle böyle!
Kitaplar okunacak, notlar tutulacak, atıf yapılan kaynaklara ulaşılıp teyit edilecek, cek, cak!
Özet; Bizim mahallede “İşkembe-i Kübra” yasak!
 
SOSYAL MEDYA!
İyi ki sosyal medya var! İyi ki teknolojiye yabancılaşan arkadaşlardan kopup yeniliklerin izini sürmüşüz. Yoksa yandığımızın günüymüş!
Eğer doğru ve ilkeli kullanılırsa sosyal medyanın çok yararlı bir kaynak olduğunu düşünenlerdenim. Bilgiye kaynağından ulaşmak kadar güzel bir şey yok! Sistemin algı bombardımanını alt etmenin tek yolu sosyal medyayı doğru ve etkin kullanmaktan geçiyor! Yoksa yandı gülüm keten helva!
Alexander Graham Bell olmasaydı hâlâ güvercinin ayağına kâğıt bağlayıp haberleşecektik!
 
NE FARKI VAR?
Zaten türlü çeşit vergisini ödeyen halktan bir de “bağış” isteyip üstelik “Bu paraları sana dağıtacağım!” demenin sosyal devletle bir ilgisi yoktur!
Zaten türlü çeşit vergisini ödeyen halktan bir de “zorunluKaldırım Katkı Payı isteyip “Bu paralarla sana yol yapacağım!” demenin sosyal belediyecilikle bir ilgisi yoktur!
Biz zor zamanlarda aramızda para toplayıp kendi göbek bağımızı keseceksek, devlete, neden envai çeşit vergi ödüyoruz?
Biz şehrin yollarını yapmak için kendi aramızda para toplayıp kendi göbek bağımızı keseceksek, Emlak Vergisi, Kira Vergisi, su faturalarına eklenen türlü çeşit payları, inşaat ruhsat vergileri ve bilumum irili ufaklı vergileri belediyeye niye ödüyoruz?
Lütfen sorgulayın! Sorgulamadan yargılamayın! O zaman yargısız infaz yapmış olursunuz ki bu adaletli değildir!
 
UZUN ZAMANDIR...
Uzun zamandır üzerinde çalıştığım; Demokrat Çaycuma ve Çaycuma sanat Yazıları kitap dosyasının sonuna yaklaşmış durumdayım.
Kitap basıldığında Çaycumalı muhterislerin torunlarına ücretsiz olarak vereceğim. Bilsinler büyükbabalarının, dedelerinin, anneannelerinin, ninelerinin hangi dönemlerde hangi şekilde tavır alıp davrandıklarını!
Çok kez demiştim, sizin böbürlenerek anlattıklarınız değil, benim yazdıklarım kalacak geleceğe! Ve kurduğum terazinin miligram bile yanlış tartmayacağını siz de biliyorsunuz! Ve siz, terazinizin kefesinin altındaki yapıştırılmış çikleti, kantarınızın bozulmuş ayarını da biliyorsunuz!
İnanın bana torunlarınız duvardaki fotoğrafları indirecek!
İşaret parmağım nereyi gösteriyor bileceğiz hepimiz!