Yaşadıklarımdan öğrendiğim..

Ünlü şairimiz Ataol Behramoğlu : “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” der ya..Geçmişe doğru bir göz attığımızda bizimki de biraz öyle. Şu son olayları yaşayınca bu dize geldi aklımıza. Öyle ama, unutmamamız gereken de bir konu var önemli olan; emperyalizmin de binbir çeşit oyunu var bizim gibi ülkeler için uygulamaya soktuğu. O zaman bizim de şu ilkeyi mutlaka yaşamımıza ve devlet yönetimine yerleştirmemiz gerekir: Tam bağımsız, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti..
Şimdi kısa kısa anımsayalım. 27 Mayıs ihtilalinde M.Çelikel Lisesi’nde öğrenciydim. O sabah okulun önüne geldiğimizde kapıları kapalı bulmuştuk her zamankinin aksine. Bir süre sonra okul müdürü Rahmi İder kısa bir konuşma yapmış, askerlerin yönetime geldiğini, ders yapılmıyacağını, evlerimize gitmemizi istemişti. Ama kimse kımıldamamıştı yerinden. Öylece bekleşiyorduk. Bir-iki dakika sonra Md.Yrd. Can Bey (Canpolat Pamay)  söz alarak bizlere hitap etmiş, ihtilal olduğundan bahisle, okulun açılmıyacağını, evlerimize gitmemizi söylemişti. Biz Can Bey’in kararlı uyarısı üzerine geri dönüp evlerimize gitmek üzere dağılmıştık okulun önünden..
 1961’deki Talat Aydemir olayları ise küçük çaplı “kalkışma hareketi”ydi bana göre. 27 Mayıs’tan kalan “61 Anayasası” toplumun demokratikleşmesi için büyük bir adımdı. İdamları şiddetle kınadığımı belirtiyorum. Diğer akılda kalan ise “Tuna nehri akmam diyor/ Etrafımı yıkmam diyor” marşının  uyarlaması idi: “Olur mu böyle olur mu? / Kardeş kardeşi vurur mu / Kahrolası diktatörler / Bu dünya size kalır mı?”. Diğer önemli olay ise gençlerin buluşu: “555 K” hareketiydi. Açılımı ise şöyleydi: “5. ayın 5. günü, saat 5’te, Kızılay’da”. Bu parolayla binlerce genç Kzılay’da toplanmış ıslıkla “Osman Paşa Marşı”nı çalmış uyarlamasını da yüksek sesle söylemiş, iktidarı da protesto etmişti.
*****
12 Mart 1971’de Tatvan’da yedeksubay askerdim. Gergin günlerdi. Suskun günlerdi. Darbe, 12 Mart günü saat 13:00'de TRT radyolarından okunan muhtıra ile ilan edilmişti: "Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasasının öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür."
12 Mart döneminin hiç akıldan çıkmıyacak olayı ise Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının yakalanması ve idama mahkum edilmesidir.Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde, gece 1:00-3:00 arası, Ulucanlar Cezaevi'nde asılarak idam edildi. İdama tanık olan avukatları Halit Çelenk'e göre son sözleri şunlar olmuştur: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın Marksizm-Leninizm'in yüce ideolojisi. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi. Kahrolsun emperyalizm. Yaşasın işçiler, köylüler”
*****
12 Eylül 1980 tam bir darbeydi doğrusu.ABD ve işbirlikçileri iyi tezgahlamışlardı doğrusu. İşçi ve memur örgütlerinin ve toplumun yükselen muhalefeti, bir gecede dümdüz edilmişti doğrusu acıları hala dinmeyen. Darbe sonrası   dönemin devlet yöneticilerinin emri ile “anarşist” ilan eden 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi ve 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı, idamları istenen 259 kişinin dosyası Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gönderildi. 71 bin kişinin Türk Ceza Kanunu'nın 141, 142 ve 163. maddelerinden haklarında dava açıldı, 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi sakıncalı olduğu için 1402 sayılı yasayla işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
Aynı dönem 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı ve aralarında Hürriyet, Millî Gazete ve Ortadoğu'nun da olduğu 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü, 14 kişi aynı dönem yapılan açlık grevlerinde öldü, 16 kişi -kaçarken- vuruldu, 95 kişi -çatışmada- öldü, 73 kişiye -doğal ölüm raporu- verildi, 43 kişinin -intihar ettiği- bildirildi.
*****
28 Şubat olayını ben sadece Refah Parti hükümeti’ne karşı “bir uyarı” olarak ele almak gerektiğini düşünüyorum. Aslında gerekli bir uyarıydı. Laik-demokratik düzene karşı yürütülen sistemli gerici-şeriatçı çalışmalara karşı “Tanklar yürümüştü” sadece. O dönemin akılda kalan en önemli eylemi, Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın "Mumsöndü oynuyorlar" dediği, “aydınlık için bir dakika karanlık” toplumsal eylemiydi. 
28 Şubat'ta yapılan MKG(Milli Güvenlik Kurulu) toplantısı 9 saat sürmüş, laikliğin Türkiye'de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu vurgulanmıştı.28 Şubat 1997'deki MGK'nın hükümete bildirilen tavsiye kararları ise;  “laiklik için yasaların uygulanması, tarikatlara bağlı okullar denetlenmesi ve MEB'e devredilmesi, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi, Kuran kurslarının denetlenmesi, Öğretim Birliği yasası (Tevhidi Tedrisat) uygulanması, tarikatların kapatılması, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medyanın kontrol altına alınması, kıyafet kanununa  uyulması, Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı”, deniliyordu.
*****
15 Temmuz 2016 tarihi ise darbeler, ihtilaller tarihimize yeni bir sayfa açtı. Fakat bu 15 Temmuz hareketi diğerlerinden  çok farklılıklar içeriyor. İlk kez TBMM bombalandı, halkın üzerine tanklar yürüdü, helikopterden ateş açıldı. Halktan ve askerden ölenler oldu. Görünüş itibariyle kanlı bir hareket olduğu açık.Ancak Cumhurbaşkanı’nın da çağrısıyla sokaklara dökülen halkımız tankların üzerine yürüdü, ülkesine sahip çıktı. Yüreğimi yaralayan ise emir kulu erlerin, dövülmesi, kırbaçlanması oldu. Halkın bu kararlı tutumudur ki geriletti kanlı darbecileri.Ülkemiz bir kanlı kıyımın kenarından dönmüş oldu.
Şunu kafam almıyor; bu koca koca subaylar ki Harp Okulu eğitimi gördükleri halde ilkokul bitirebilmiş bir “imam efendi” kuyruğuna hem kendilerinin ve hem de ülkemizin ikbalini-istikbalini takabilmişlerdir.Yazıklar olsun hepsine!..
Bu iktidarın en büyük şansı ise C.H.P. gibi bir muhalefetinin oluşudur.Taksim mitingi bu açıdan büyük önem ve değer taşımaktadır.Yaşayalım bakalım ayine-i devran ne gösterir..
Şimdi binlerce asker-sivil çeşitli görevlerden alınıyor, kovuşturmaya uğruyor. Bizim derdimiz ise Atatürk’ün çağlara hitap eden bakış, görüş ve uygulamaları doğrultusunda laik-demokratik-sosyal bir hukuk devleti olgusudur.Asla bir “cadı avı” olmamalı ve her dönemde devletin ve ülkemizin başına  sorunlar yaratan çağdaş normların dışında devleti yönetme hevesi ve anlayışı bırakılmalıdır. Devlet yönetimi “imam” değil, yönetmede bilgi, birikim, deneyim, donanım sahibi olan kişiler ister. Devletimiz kafasını kaldırırsa onları görebilecektir.