Biliyor musunuz çok tuhaf şeyler hissettiriyor şu içinde yaşadığımız günler. Yaş ilerledikçe ve bununla birlikte biraz daha ciddiyetle gözlemledikçe etrafınızı, olanı biteni, daha çok karamsar ve daha çok mutsuz hissediyorsunuz kendinizi. Duyarlı olmak cümlesinin çok derin açılımı var elbette, nereye kadar ve ne kadar, bunun bir ölçeği olur mu bilmiyorum ancak şunu çok iyi biliyorum ki duyarsız değilim.

Tecrübeler yetmiyor güne ve her gün kendi kendine verilen sözler havada kalıyor. Daha da çok sıkı sarılmayı vadettiğiniz hayat bırakıyor sizi kollarından. Tutunmak için bahaneleriniz olması da yetmiyor dirayetinizi korumaya. Bu yılgınlığın bu yorgunluğun hesabını kim verebilir ki?

Burnunuzun dibine kadar geliyorsa ölüm kokusu ve acı uğulduyorsa kulaklarınızda, bütün bu dünyanın iğrençliğine rağmen hala daha insan kalabilmiş yanınız, yapışıyor yakanıza ve bir ses istiyor sanki sizden.Suçluluk duygusunda kendinize sağırlaşmanız kurtarmıyor yakayı. Ne hisseder diğerleri bunun analizini yapamıyorum ama vicdanım son derece huzursuz bu durumdan dolayı.

Bırakın bütün yüklerinizi, sorumluluklarınızı bir kenara, sadece bir Anne iseniz şayet, duyarsız kayıtsız kalabilme olasılığınız olamıyor,olmasın zaten. Yüreği soğumuş olanların sorumluluklarından kaçan annelerin bile içlerinde bir parçada olsa annelik kırıntısı kalmıştır öyle düşünüyorum.  Yazılı ve görsel basından yaşadığımız günlerin, her manada ne kadar değişken, ne kadar zor günler olduğunu anlayabiliyoruz. İçinde bulunduğumuz şartların her ne şekilde olursa olsun bizi içine soktuğu durum gayet açık. Bunun gerekliliği konusunda bilirkişi edasıyla söz çarpmak istemiyorum duvara. Beni aşan söz dizgilerine dokunmak istemiyorum. Bana dokunan kısmıyla düşüncelerimi ifade etmek istiyorum sadece. Acıyor Anneliğim, ağlayan ağlatılan Annelere değdikçe yüreğim, çaresizce kalakalıyorum olduğum yerde. Acınızı paylaşıyorum gibi saçma sapan bir sözü yakıştıramıyorum kendime çünkü acı paylaşılmaz, paylaştıkça azalır sözüne de katılmıyorum, hangi yüreğin içine girmişse, orayı yakar kavurur.

Dünyanın neresinde olursa olsun çocuklar aynı şeyi ifade eder bir Anne için. Ve biliyor musunuz çocuk kelimesi yaş kaç olursa olsun, çocuk olarak kalır bir Anne için. İster beşiğinde bir bebek, isterse altmış yaşında olsun bir Anne için çocuktur o. Ve bütün Anneler çocukları iyi olsun, mutlu yaşasın ve elbette kendilerinden önce ölmesinler isterler. Bunun takdiri bizde olmamasına rağmen bunu isterler, bunu dilerler. İnancı ne olursa olsun, aynı hisle aynı duadır dilden dökülen.

Evladı için canını vermeye hazır olma durumu, onların can parçası olmalarından kaynaklanır. Çünkü her evlat Annesinin bir parçasıdır. Dünyanın birçok yerinde çocuk olamayan, çocukluk nedir ne anlama gelir bunu bilmeyen çocuklar olduğunu düşündüğünüzde bile tiksiniyorsunuz bu dünyadan, kendinizden evet kendinizden. Anlam katamadığımız duyguların sorumluluklarını da alamıyoruz tam manasıyla.

Yetişkinler adı altında güya kıdem aldırılan pozisyona yetişemediğimiz buyurun işte yüzümüze tokat gibi vuruyor kendini. Her gün mutlaka dünyanın dört bir yanından, burnunuzun dibinden, gözünüzün önünden düşüyor gönlünüze acısı. İşin ucu mutlaka yetişkin olanlara değiyor ama çocuk ölümlerinde ama çocuk istismarlarında ama çocuk ticaretinde.Eşitliğin adaletin olmadığı bir düzende oradan oraya savrula duralım, bu sisteme hizmet veren köleler olduğumuz gerçeği değişmeyecek. Yetişemediğimiz ne kadar da alenen ortada, birde utanmadan sıkılmadan yetişkinlikten dem vuruyoruz.

Etrafıma şöyle dikkatlice baktığımda o kadar bencil ve o kadar duyarsız insan var ki. Sadece kendileri için yaşayan ve sadece kendine yontan.Ve onlardan biri oluveriyorsunuz sizde günün birinde, hayatın bir yerinde. İçine çekiveriyor direnciniz dirense de. Sınıflara ayrılıp şekillendirilen insan profillerinden kaynaklanıyor belki de bu cehalet. Gariban olarak nitelendirilenlerin hor görülenlerin her biri,aslında insanlık dersi verebilmek adına, çok daha fedakâr, çok daha duyarlılar söz konusu değerler olduğunda!

Şu insanlar arası fark nereden ve nasıl çıkıyor ortaya,  bunu keşfeden varsa öğrenmek isterim. Donanım denilen şey neyle ilintili güç neyle ölçülüyor. Eğitim mi ekonomi mi hangisi daha ağır basıyor yetişkinlik olgusunun formülü ne sahiden.

Ama ne yazık ki bu soruların bileni yok, olsaydı bu halde olmazdık, sadece cevap şıklarıyla oynanıyor çıkarlara göre.

Cevapsız soruların içinde boğuluyoruz ve işte bu yüzden bıraktık bir ucundan da olsa tutalım heveslerimizi.  Çünkü ölüm arsızlığıyla geliyor üstümüze dört koldan.

Yürek yangınları çocuklar ve Annelerinden önce ölen çocuklar.

Altını neyle doldurursak dolduralım ölümü ne kadar yükseltirsek yükseltelim acıyı hafifletmiyor.

Onlar Annelerinden önce ölüyorlar ve bizler arkalarından tutulan yasın acının derinliğini bilemiyor hissedemiyoruz. Ateş düştüğü yeri yakar sözü koyuyor yine bütün ağırlığını. Bir Anne kendinden önce evladını toprağın kucağına koyarken sebebi ne olursa olsun mutlu olmaz. Ölüm zaten çok soğuk, ölüm vakitsiz olduğunda daha da çok soğuk geliyor insana.

Demem o ki sebebi nedeni niçini değil önemli olan, önemli olan çocuklarımızın ölmemesi.

Annelerin babaların feryatları dinmediği sürece, kendi kendime bir suçlu gibi hesap vermeye devam edeceğim. Elinden hiçbir şey gelmiyor insanın, acıyı paylaşamazsın yine söylüyorum acı hangi yüreğe değerse orayı yakar kavurur. O tüten dumanların kokusunda işte çaresizlik.

Neresindeyiz bu hayatın ve biz ne işe yarıyoruz, yetişemiyorsak yetişkin değiliz demek ki.