Endüstri Meslek Lisesi’nde çalıştığım yıllar. Şubat veya Mart ayı olmalı, İl Spor Müdürü Ahmet Sağlam, “Hamit Bey 19 Mayıs için seni de İl Düzenleme Komitesine alıyoruz, tamam mı?” dedi. “Komitede kimler var?” diye sordum. Görevlendirilen Beden Eğitimi öğretmenlerini saydı. Hepsi de bildik, tanıdık isimler. Anlıyordum ki beni “metin yazarı” olarak düşünüyorlar. Olurdu olmazdı derken baktım kurtuluş yok, “Pekala, tamam” diye yanıtladım. Ancak, okul müdürümüze de durumu anlattım..
Okullarımızda Beden Eğitimi öğretmenleri kimi zaman “okulun zaptiyesi” gibi algılanır, öyle görülür. Dersleri de “kol-bacak sallama” dersi diye hafife alınır. Bunu çalıştığımız yıllarda gözlemledik. Ancak, ben Beden Eğitimi öğretmenlerinin derslerinin dışında, özellikle bu 19 Mayıslar’da ne kadar çok emek sarfettiğini bizzat gördüm, yaşadım. Tribünleri dolduran insanlar ortalama 25-30 dakikalık bir gösteriyi izliyorlar. Ama bu gösterinin ardında üç-dört aylık dersiçi-dersdışı yoğun bir çalışma var. İş sadece bedensel hareketlerle kalmıyor ki, en uygun müzik seçimi, öğrencinin kıyafet seçimi de günlerce tartışılıyor. Sonra “yazı grubu” çalışmaları da eklendiğinde özel bir kompozisyon çıkıyor ortaya. En uygunu en mükemmeli aranıyor.
19 Mayıs Bayramı için de önce neyin nasıl, hangi hareketlerle sunulacağı tartışılıyoruzun süre. Bizim çalışmamızda 5 tablo vardı. Anadolu’nun düşman işgali, Kurtuluş çalışmaları ve savaşlar, Yeni Türkiye devletinin kuruluşu, Ülkemizi modern bir toplum haline getiren devrimler, Çağdaş Türkiye ve çağdaş yaşam. Bu beş olgu, bedensel hareketler, müzik, yazı grubu ve şiirsel metinlerle sunulacaktı. Ben arkadaşların kabulü ile 6-7 dakikalık “ATATÜRK BAKIYOR ZONGULDAK’A” başlığıyla bir final bölümü ekledim programa.
*****
Yeni Türkiye’nin kurtuluşuna asker olarak, kuruluşuna ve Anadolu’nun demir ağlarla örülmesine en değerli katkı Zonguldak ilinden verilmişti. Maden ve emek kenti Zonguldak’ta yaşıyorduk, üstelik 26 Ağustos 1931 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk Zonguldak’ı ziyaretle onurlandırmıştı. Aynı gün yine deniz yoluyla kentten ayrılırken o müthiş cümleyi söylemişti: “Zonguldak’ın derin toprakları altındaki servet-i madeniyye ne kadar kıymetli ise, bizim nazarımızda Zonguldak da o kadar çok kıymetli bir vilayetimizdir.”
HASAD’tan (Halk Sanatları Araştırma ve Sergileme Derneği) Mahmut Koltuk ile görüştüm. Hasadlı çocukların çoğu eski öğrencimdi. Önceki yıllarda bir-iki gösteride birlikte çalışmıştık. Daha kolay anlaşıyorduk. Mukavva malzemeden siyaha boyanmış kocaman bir kömür kütlesi yapılacaktı. Kömür kayasının ön-arka ve iki yan kısımlarında kapalı küçük odacıklar olacaktı. Gösteri günü bu küçük bölümlere daha önceden hazırlanmış 8-10 kadar birer güvercin konulacaktı. Hasadlı çocuklar kız-erkek, işçi tulumu giyecek ve baret de takacaklardı. Bir kısmı da folklorik giysi giyeceklerdi. Sahada ise öğrenci gösteri grubunun İl Spor Müdürlüğü tarafında bulunacaklardı.
Müziği ise, Beden Eğitimi öğretmeni ve çok iyi bağlama çalan Muharrem Şengün yapacaktı. Muharrem Şengün de Endüstri Meslek Lisesi’nden eski öğrencilerimdendi. Birlikte programın bu son kısmını görüşmüş,  gösteri sırasında Grup Yorum’un “İndim Maden Ocağına” başlıklı türküleri çalınacaktı. O günlerde en uygun müzik de oydu aslında.
Yazı grubu da kısa çarpıcı ve etkili metinlerle sunumlara katılıyordu. Bir gün baktım Atatürk’ün 6 ilkesi yazılırken “İnkılapçılık” yazıyorlar, arkadaşlara “Devrimcilik” yazmalarını önerdim. Bedenciler, “Ağabey, bunların ne yapacağı belli olmaz, başımıza iş almayalım” dediler. “Siz benim dediğimi yapın, birisi bir şey derse, tüm metinlerin yazarı Hamit Kalyoncu, öyle yazmamızı istedi dersiniz” dedim. Öyle de yazıldı. Okulda(EML) Tarihçi Kemal Yıldız ile tartışırken önerim üzerine “ATATÜRK VAR BİZ VARIZ / BİZ VARIZ ATATÜRK VAR” metni çıktı ortaya. Hatta Okul müdürümüz bunu bez pankarta yazdırarak okul girişine de astırmıştı.
*****
19 Mayıs günü herşey hazırdı. Program akışında Muharrem Şengün’ün müziği eşliğinde, bir bayan arkadaş ve ben, öğrenci gruplarının geçit törelerinde kısa şiirlerle, şiirsel metinlerle sunumlar yaptık. Esas gösteri sahada yapılacaktı. Beden Eğitimi öğretmenlerinin gözetiminde Gösteri grubu, Müzik grubu, Yazı grubu çok güzel bir uyum içinde “mükemmel” bir gösteri sunmuşlar, tribünlerden yoğun alkışlar almışlardı. Hepsinin yüzü gülüyordu. Başarmışlardı. Ulusal duygu denilen şey buydu işte. İktidarların ulusal duyguları yükselten bayramları neden kapalı kapılar arkasına tıkmağa çalıştıklarını siz düşüne durun.
Programın son bölümüne gelmiştik. Muharrem Şengün “İndim maden ocağına” müziği için sazın tellerine vurunca mızrabı, önce bir sessizlik oluştu, ben hazırladığım kısa metni okudum. Sonra müzik hafiflerken de Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “Yaşlanmayan Ananın Yaşlanmayan Mektubu” şirinin aşağıdaki bölümünü okumağa başladım:
sen hep samsun’a mı çıkarsın ay oğul ay kemal’im
hele bir de buralara
çık hele bir
çık hele bir
kemal’ım
            *
karadeniz derler bir kara derya
abanmış üstüne kozlu’da çocukların
kömür müdür yürek midir ocaklardaki
ağıt mıdır figan mıdır bacalardaki
zonguldak zonguldak vurur yüreğim
zonguldar dertlerim günde beş öğün
katarlanır al bayraklı cenazelerim
kimi ağlar ekmek ekmek, ne bilem
kimi ağlar okul okul, ne bilsin
ne bilsin grizuyu grevi sendikayı, kemal’ım
ne bilsin yoksul yetim?
            *
sen hep samsun’a mı çıkarsın ay oğul ay kemal’ım
hele bir de kömürlere
çık hele bir
çık hele bir
kemal’ım!
         Şiiri okurken öylesine heyecanlamışım ki sesim karşıdaki Sigorta Hastanesinin duvarlarından yankı yapıyor, stada yansıyordu. Son bölüme geldiğim anda Mahmut Koltuk’un işareti ile Hasadlı çocuklar tarafından kömür kayasının kapakçıkları açıldı, içindeki güvercinler havalandı. Müzik birden yükseldi. Stadtan büyük bir alkış tufanı koptu. Evet, ulusal bayramla kömür ve emek kenti Zonguldak’ı bütünleştirmiştik. İçimizde Atatürk çiçekleri açmıştı. Bütün stad yüreklerimiz aynı duygularla atıyordu. Siz hala İktidarların ulusal bayramları neden kapalı kapılar arkasına tıkmağa çalıştıklarını düşünüyorsunuz değil mi?