Bu kavramlar arasındaki ayrımın, hatta karşıtlığın, pratikte sık sık kaybolduğu;”yurtseverlik”ten bahsedenlerin kolayca milliyetçi ve sosyal-şoven konumlara savrulduğu bilinmektedir. Bu bulanıklığı ve savrulmayı mümkün olduğunca engelleyecek bir ayrım yapmakta fayda var.
Milliyetçilik “millet”, yurtseverlik ise “yurt, toprak” kavramıyla bağlantılıdır. Millet kavramı, ortak özellikleri olan ve birlikte yaşayan bir insan kitlesinin birlikteliğine bir tarihsel geçmiş yaratan, bu birliğe tarih içinde de geriye doğru bir süreklilik kazandırmaya çalışan bir fikirsel projedir. Bu projeye damgasını vuranda, millete hakim olan sınıfın bakış açısı ve ideolojisidir. Türk milleti kavramını ele alalım. Bugün Türkiye’de yaşayan Türklerin 1923’e kadar, Araplardan ve İranlılardan, Rumlardan ve Ermenilerden, diğer Anadolu ve Balkan kavimlerinden bağımsız, onların dışında ve kendi içinde (“biz bize”) yaşadığı bir tarihi asla yoktur; hiçbir zamanda olmamıştır.    ”15 Türk devleti” (sayı daha çok veya daha az, ama sonuç değişmez) mitosu veya tarihi, bugün burada yaşayan bizlerin kendimizi tanımamız ve anlamamız için gerekli olan bilginin yalnızca bir kısmıdır. En büyüğü ve önemlisi olduğu da şüphelidir. Bunların yanında İslam tarihi, Bizans tarihi ve Anadolu medeniyetleri tarihi olmadan, Anadolu Türklerinin kendi kendilerini “tanımaları” ham hayaldir. Sırf bu bileşen üzerine kurulu bir “Türk milli kimliği”şoven bir palavradır. Ulus devlet oluşturulurken bu kurgulara ihtiyacı vardır ve ulus devlet aynı zamanda ulusal düşmanlıklar üzerine kuruludur, Türk-Yunan, Türk Arap düşmanlığı vb. Buna Osmanlı dışında “milli” bir tarih yaratma adına aynı yalanların atıldığı Yunanistan, Bulgaristan ve diğer Balkan ülkeleri de dahildir. Özet olarak millet, ideolojik bir kurgudur ve sahibinin yani burjuvazinin damgasını taşır.
Yurt ise daha somut ve elle tutulur bir kavramdır. Kendi içinde coğrafi bütünlüğü-veya tanımı-olan bir toprak parçasını ve toprak üstünde yaşayan tüm insanları ifade eder. Burada bir etnik köken, bir dil birliği temelinde ayrımcılık değil, o toprak üzerinde yaşayan, üretim yapan ve hayatı iyileştirmek için mücadele eden herkesi kucaklayan bir yaklaşım söz konusudur.
Anadolu yurtseverliği; bu topraklar üzerinde yaşayan tüm renkleri; hakim unsur olan Türklerin yanı sıra, Anadolu’nun en eski halkı olan Kürtleri,700 yıl birlikte yaşadıktan sonra yollarımızı ayırdığımız eski komşuları, yani Rumları ve Ermenileri; Lazları ve 1800’lerden sonra aramıza katılan Çerkezleri tanımayı, sevmeyi ve kucaklamayı hedeflemeli. Bu halkların her birinin diğerinden ne kadar çok şey öğrendiğini bunlardan birini tanımadan diğerlerini tanımanın ve anlamanın mümkün olmadığını ortaya koymalı. Bunun içinde her türlü ulusçu şovenizme ve etnik ayrımcılığa karşı bu gerçekler üzerinden mücadele edilmelidir. Emperyalizme karşı tavır alırken halkların birlikteliği temel alınmalı. Geçmişte Rumlarla ve Ermenilerle Türkleri karşı karşıya getiren emperyalist komploları teşhir ederken, bu gün benzer komploların örneğin Türkler ve Kürtler arasında yeniden tezgahlanmasına şiddetle karşı koymalıyız.