1980’li yıllarda Bolu şehrinde ikamet ediyordum. Lise 1. sınıfın yaz tatilinde babam beni bir elektrikçi dükkanına çırak olarak verdi. İşyerinin sahibi çok değerli ve rahmetli Sayın Şerafettin Şakiroğlu idi. Yaşı 50’nin üzerinde olan herkesin tanıdığı, dürüst, vatansever bir insandı. Dükkanını her gün tam 8.00’da açardı. Ne kesik, ne fazla... Haftanın 6 günü sabah 8.00, akşam 8.00 arası işinin başında olurdu. Bu tutumunu 20 yıl kadar müşahade ettim. Ayrıca onu bir gün dahi tıraşsız, dağınık, kirli göremedim. Işıl ışıl bir insandı… 
 
1985 yılında İstanbul’da üniversiteye başladım. Otomatik Kumanda dersimize gelen Sayın İsmail Demir Hoca tam vaktinde sınıfa girer ve kendisinden sonra kimseyi içeri almazdı. O yaşlarda kendisine çok kızardım ama haklıydı. Ders başladıktan sonra paldır küldür içeri giren saygısız tipler bilimsel öğretim insicamını tarumar ederlerdi… 
 
1989 yılında Edirne’de öğretmenliğe başladım. Geç kalan, kasıtlı olarak dersi aksatan çocukları sınıfa almayayım dedim. Başıma gelmeyen kalmadı. Veliler okula baskı yaptı. İdare “Göz yumuver vb.” dedi… 
 
1990 yılında İzmir Gaziemir’de yedek subaylık eğitimi alırken yüksek rütbeli askerler bize ders veriyordu. Sınıfa zil çaldıktan sonra girenlere hafta sonu çarşıya çıkmama cezası hemen iletiliyordu. Bu ortamda dersi bölmenin, aksatmanın imkanı yoktu. 3 aylık temel eğitim sürecinde öğrendiğim konuları hala unutmadım. Komutanlar çok verimli ders işliyorlardı. Ayrıca her dersin sonunda izleme testi (quiz) adı verilen kısa sınavlar yapılırdı. Bu sınavdan zayıf alanlar da hafta sonu kışladan çıkış izni alamıyordu. O sebeple arı gibi ders çalıştık… 
 
2000’li yılların başında öğrencilerle bir AB ülkesine, proje kapsamında çalışma yapmak üzere gitmiştik. Bir müze ziyaretine 2 dakika geç kaldığımız için etkinliği iptal etti karşı taraf. Onlar için zaman çok değerliydi…  
 
Son 31 yıldır kamuda görevliyim. Bu uzun süreçte yüzlerce toplantıya, seminere, kursa ve uzaktan eğitim çalışmasına iştirak ettim. Bu çalışmaların yüzde 99,9’u vaktinde başlayamadı. Sürekli olarak geç gelenler, zırt pırt telefon elinde dışarıya koşturanlar, tabletiyle oyun oynayanlar, uyuklayanlar, aksırıp-tıksıranlar sebebiyle hep zaman kaybı söz konusu oldu… 
 
X yıl kadar önce her gün okula muntazaman 5 dakika geç gelen bir hanım öğretmene neden böyle davrandığını sormuştum. Umursamaz bir ses tonuyla “5 dakika geç kalmakla bir şey olmaz” dedi. Ben de Ona, “1 milyon öğretmen her gün 5 dakika geç kalsa, 5 milyon dakika eder. Bu da 10416 iş günü (yevmiye) eder. Yani 347 ay tutar. 1 aylık maaş 4 bin TL dersek 1 milyon 400 bin TL para boşa gider. Bu gecikme yıl boyunca devam ederse devasa rakamlar çıkar” dedim. Yüzüme alık alık baktı. Bu kişi hala aynı çizgide eğitimcilik yapmayı sürdürüyor. Özel sektörde olsa Onu temizlikçi olarak bile almazlar…   
 
Yine X yılında bir okulda çalışırken bir teknik personele görevlerini bildiren belgeyi tebliğ ettim. İlgili zat işlerden kaçmak için tam 6 ay boyunca farklı hastanelerden raporlar getirerek göreve gelmedi… Bu sapasağlam şahsa uzun süreli raporlar veren hekimlerin ilerideki akıbetinin hayırlı olmayacağını pek düşünmüyorum…   
 
15 sene okula gittim. Devamsızlık yapmadım. 31 yıldır da hastalık raporu ve gereksiz izin almadım. Son 5 yıl zarfında da sadece 15 gün yıllık izin kullandım. 
 
Bizim ülkemizde görevini ciddiyet içinde icra edenlere inek, davar, ahmak derler. Varsın desinler. Bu ülkenin yükselmesi için ahmak, enayi olmaya razıyım.