Bir saniyesini dahi geri alamadığımız zamanın, su gibi akarken getirdiklerini, götürdüklerini sorgulamak gerekmiyor mu? Hani bir zamanlar iç çekerek “Keşke daha geç doğsaydım” sözü artık muteber değil…Şimdilerde herkesin dudaklarında dökülen söz;”İyi ki şimdiki zamandadoğmamışım…”oluyor.Geçmişi özlüyor,anılarımıza  şiirler yazıyor, şarkılar besteliyoruz. Özlenen dostlar,yeni edindiklerimiz değil, geçmişte yaşanılan ortak anılara sahip arkadaşlarımız değil mi?Birlikte olduğumuz anlarda kahkaha seslerimiz,sokak aralarında çember çevirip,saklambaç oynayan çocukların neşeli çığlıklarına ,paylaştığımız hüzünlü anılar akıttığımız göz yaşları da, düşüp ayağını kanatan çocukların ağlama seslerine karışmıyor mu?
Zaman  işte, zamansızca akıp giden zaman…Akıtılan en kıymetli gözyaşlarını, neşe içindeki gülüşleri yok eden zaman…Ne desem ki?Biliyorum da yazamıyorum bir türlü…Diyemiyorum ki artık her şey eskisi gibi değil! Hoş görü yitmiş, anlayış yok olmuş, saygı el öpmekten öteye gidememiş, sevgi “o da neymiş ?”olmuş. Her yaş sanki aynı.Ego,kibir,menfaat ve de para…İlle de para…Hakim olmuş toplumumuzun her bir kesimine.Beyinler boş,cepler dolu.Yoksulluk keşke cepte olsa, lakin ruhumuzu sarmış durumda.Aşklar bile kalbe dokunamıyor…
Ahh…ve de yine ahhh…Gel de özleme geçen yılları. Hani elini  dahi tutmaya çekindiğimiz sevgili gel de özleme seni şimdi…Hayallerimizi ,rüyalarımızı esir alan sevgililer şimdilerdeneredeler acaba, gören bulan bilen var mı? Var mı?14 Şubat da,5 Nisan da ya da 11 Eylül de mi?Neslin yenisi siz boşuna aramayın o tarihleri…Çünkü, o yıllar, o haftalar ,o günler bizim…Evet yalnızca bizim…Siz, ruhu olmayan “akıllı telefonlarla” vakit geçirirken, bizler her anın tadını, damağında ,ruhunda ,kalbinde hissedenlerdeniz …Bizler mi kimiz? 50 lik,60 lık hatta 70 lik dediğiniz yaşlardaki genç ihtiyarlarız…Ve içimizde bitmek bilmeyen coşku, sevgi doruk noktasında…Şair Ahmet Muhip Dıranas’ın şiirine nispet ;”Ne güzel günlerdi o günler,Fahriye abla!” demek geldi içimden şimdi….
Ne desem ki,fütursuzca geçen bu zalim zamansız zaman,getirirken neleri götürdüklerini biliyormusun?Saygı,sevgi,hoş görü,anlayış ve de mutluluğumuz…Kişilikleri,onurları,haysiyetleri yok edip zafiyete uğrattın…Onarılmaz yaralar açtın ruhumuzun derinliklerinde ve tek,tek yok ettin!Bir küçük menfaat ,bir mevki için nelerimizi feda etmedik ki? A diye gördüklerimize bile bile B dedik.Yalana doğru,şerefsizliğe onur demedik mi?Birlikte olmaktan zül duyduğumuz insanlarla aynı yolda yürür olduk.Verdiğimiz sözler,ettiğimiz yeminler yalan oldu.İftira atmak,yalan söylemek,nankörlük etmek meziyetimiz oldu.Secdeye vararken bile alnımız,“şer” ile yatıpkalkarken,şeytanla yoldaş olmadık mı?Birileri birilerini ezerken ezenin yanında olup, hep üstte olmaya çalışmadık mı?İnsanlığımızı birkaç meteliğe,makama ve de güce satmadık mı?Kısacası,şu kısacık ömrümüzü hibe ettik birkaç günlük saltanata ….
Zaman işte bu,ezip geçerken zamansızca ,geleceğe değil geçmişe sığındırır her halimizle bizi.Siyah- beyaz fotoğraflarda aratır mutluluğu…Elimizden düşürmez albümlerimizi.Bakarken tek,tek mutlu geçen anılarımıza, birkaç damla ile ıslatır sararmış fotoğrafları…Dalıp,dalıp geçer gideriz o yıllara,duyar gibi oluruz neşeli kahkahalarımızı,aşk kokan melodileri ve keşkelerimizi,pişmanlıklarımızı…
Ey zaman,al beni artık içine,taaiçine…Yok et,beni mutsuz eden,kedere boğan anları…Beni mutlu kıl! Bak geçiyor su misali bir,bir günler,haftalar ve de yıllar…Bugün ellilerdeyim yarın altmışlarda…Yeşeren yaprak,açan çiçek ,çayda akan su gibi değilim artık! Ömür biterken çölde esen yel gibiyim…Bak bugün bitmek üzere, parmaklarım klavyede zor geziniyor;yarına umutla bakan bir çift göze hasret gibiyim…
Zorlanıyorum  yazarken zamanı ve onu Murathan Mungan’ın şiirindeki dizelere bırakıyorum.
“Zaman seni şimdi tanıdım
  Her şeyi kaybettik den sonra
   Zaman seni kullanamadım
  Kendime tanıyamadım seni
  Zaman, suçumu biliyorum
  Senin işini yapmaya kalktım.
  Zaman ayrıldım, ayrıldım ayrılamadım
  Zaman ne yaptım ben
  Ben ne yaptım…”