İki hafta önce yazdığım ’’ Sahipsiz Kent Zonguldak’’ başlıklı yazımda lobi ve lobiciliğin ne olduğunu ve Zonguldak için ne derece hayati önem taşıdığını anlatmaya çalışmıştım.

                Bu konuyu bilen insanlara tercüman olduğum için birçok olumlu tepkiler aldım. Ama bazı yorumlardan da anladım ki bu konuyu yeteri kadar anlatamamışım. Hatta bazılarının hala lobinin kelime anlamını bilmediğini üzüntüyle gördüm. İşte size iki örnek.

                Adam emekli olup Zonguldak’tan adeta kaçarak başka bir şehireyerleşmiş, ve oradan doğru diyor ki; ‘’ Zonguldak sahipsiz bir kent değildir. Biz her zaman Zonguldak’ a sahip çıkarız.’’ Adeta şaka gibi!

                Bir diğer yorumcu da diyor ki; ‘’ Lobi mobi hikayedir, öyle Ankara bürokrasisine adam yerleştirmeye falan da gerek yoktur. Zonguldak’ı madencinin gücü kurtaracaktır.’’

                Yahu madencinin gücü mü kaldı? Madencinin belini kırıp iğdiş etmediler mi? Sayıları 55.000’den 7.000’e inmiş; gücü olsa kendilerini kurtaracak!

                Bu kafalarla ve böyle hamasi laflarla ve palavralarla bu iş olmaz. Yanlışlığa devam etmek akıllı işi de değildir.

                Değerli okuyucular, ben 17 senedir Ankara’dayım. Devletin ve politikanın nasıl işlediğini yakından gördüğüm için iyi biliyorum. Yoksa ikide bir lobi lobi diye niye tutturayım? Bir zamanlar Türkiye’nin yıldız kenti iken, gün be gün geriye giden, göç alan bir il iken göç veren bir il haline getirilen Zonguldak’a Ankara’dan üzülerek bakıyorum. Ben bu şehirde doğdum büyüdüm. 50 yıl ekmeğini yedim. İçinde akrabalarım, sevdiklerim ve hemşerilerim yaşıyor. Aslında karamsar bir tablo çizmek istemiyorum ama gerçekçi olup hastalığa doğru teşhis koyamazsak tedaviyi de yapamayız. İçimde öyle garip bir his var ki; bu his, tıpkı içinde sevdiklerimiz olan, batan bir gemiyi çaresizce uzaktan izlemek gibi acı bir duygu!

                İşte ben bu duyguyu yaşamamak, Zonguldak’ı çaresizce uzaktan izlememek için; bir şeyler yapabilmek umuduyla, Zonguldak’ın tek kurtuluş yolunun Türkiye pastasının dağıtıldığı yer olan Ankara’da güçlü bir lobi kurmak olduğunu dilimin döndüğü kadar anlatmaya ve Zonguldaklıların dikkatini Ankara’ya çekmeye çalışıyorum. Çünkü Zonguldaklıların Ankara’da hiçbir gücü ve ağırlığı olmadığını ve pastadan pay alamadığını görüyorum ve bundan dolayı Zonguldak’ın geleceği konusunda endişeliyim.

                Zonguldak’tan Ankara’ya bir iş için gelenler bilir. Herhangi bir bakanlıkta, genel müdürlükte veya sıradan bir kamu kuruluşunda işleri varsa, yanlarına gidebilecekleri veya yardım isteyebilecekleri bir hemşeri bulamıyorlar. Tanıdık bir odacı veya güvenlik görevlisi bile bulsalar mutlu olacaklar. Ama bunu bile bulamıyorlar. Halbuki bir Sivaslı, Çorumlu, Trabzonlu veya Diyarbakırlı Ankara’ya gelse her yerde kendisine yakınlık ve yol gösterecek bir hemşeri bulabiliyor. Dolaysıyla işlerini rahatça  görebiliyor. Bu durum düşündürücü değil mi?

                 Zonguldaklıların Ankara’ya ilgisizlikleri ve hatta yabancılıkları ile ilgili örnekler vermek istiyorum: Sanıyorum 5 yıl önceydi. Ben o zaman Ankara Zonguldaklılar Derneği’nin başkanıydım. O sırada, Mithat Paşa Tünel’lerinin yapımı ile ilgili Zonguldak’ta imza toplanmış ve bu konuyu görüşmek üzere Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarı’ndan randevu alınmıştı. İmzayı toplayan sivil toplum örgütlerinin başkanları benimde bu toplantıya katılmamı istediler. Bende randevu saatinden biraz önce Müsteşarlığa gittim.

                Müsteşarlık ’ta beklerken, sivil toplum örgütlerinden birinin başkanı olan sevdiğim bir arkadaş beni aradı. ‘’ Abi, biz diğer başkan arkadaşlar ve medya mensuplarıyla birlikte bir minibüsle geliyoruz. Şimdi Ankara’ya girmek üzereyiz. Ulaştırma Bakanlığı nerde? Oraya nasıl geleceğiz? Bize yolu tarif eder misin?’’ dedi.

                Bende elimde telefon yolu tarif etmeye çalışıyorum ama arkadaşlar buna rağmen yanlış yola saparak şehirlerarası otobüs terminalinin ( AŞTİ) otobüs yoluna ( çıkmaz yol ) girmişler. Onları oradan çıkarıp Ulaştırma Bakanlığı’na getirebilmek için epey uğraştım. Sonuçta biraz gecikmeli de olsa gelebildiler!

                Şimdi ‘’ Bunda ne var?’’ diyenler olabilir. Aslında çok şey var. Bir kere gelenler sıradan insanlar değil; hepsi başkan veya medya mensubu. Yani bir minibüs dolusu uyanık takım. Bunlar böyle yaparsa sıradan insanları düşünün. İkincisi Ulaştırma Bakanlığı Ankara’nın merkezi ve bulunması kolay bir yerindedir. Üçüncüsü bu Bakanlık Zonguldaklılara en tanıdık bakanlıktır. Zira, burada Veysel Atasoy ve Ömer Barutçu gibi iki Zonguldak milletvekili bakanlık yapmıştır.

                Kısacası, buradan Zonguldaklıların Ankara’ya ne kadar yabancı oldukları ve ilgisiz kaldıkları sonucu çıkmıyor mu?

                Ha, kısa bir örnek daha vereyim: Yeni milletvekili seçilen bir arkadaşımız Ankara’ya gelirken beni aradı ve; ‘’ Müdürüm, Kızılay’a nereden ve nasıl geleceğim?’’ diye telefonla yol tarifi istedi. Ben de elimde telefon yönlendirdim tabii.

                Ama, Kızılay nerede? Ankara’nın en merkezi yerinde, yani göbeğinde! Öyle ki, Kızılay’ı bilmeyen Ankara’yı biliyorum diyemez. Burayı bilmeyen Ankara’ya tamamen yabancı demektir.

                Bu yaşanmış bir örnektir ama yeni seçilen diğer milletvekillerimizin durumu da farklı değildir. Ankara’ya ilk geldiklerinde adeta meclis yerleşkesinin içinde hapsoluyorlar ve meclis dışını pek tanıyamadan da dönemleri bitiyor.

                Tabii ki aslında ben burada ‘’ Ankara’yı tanımak ‘’ derken Ankara şehrini kastetmiyorum; Ankara’daki devleti, politikaları, bürokrasiyi, iş çevrelerini vs. kastediyorum. Zonguldaklıların Ankara şehrini tanımadıklarını söylerken, burada esas vurgulamak istediğim husus Ankara’ya olan ilgisizlikleridir.

                Bu ilgisizliğin ve dolayısıyla lobisizliğin kötü sonuçlarını daha önceki ‘’ Sahipsiz Kent Zonguldak ‘’ ve ‘’ Zonguldak’tan Neden Ünlü Yetişmiyor?’’ başlıklı yazılarımda açıklaya çalışmıştım. Bir sonraki yazımda ise bu ilginin nasıl olması gerektiği ve lobinin nasıl oluşturulabileceği konusunu işlemeye çalışacağım.