Dağların tepelerin arasına usulca sokulmuş, öksüz bir evlat gibi kendine kuytu bir köşe bulmuş yaşıyorsun kendi halinde. Tabi ki bunun adına bugünlerde yaşamak denirse. Eğmedin başını eğmedin de, canını burnuna getirdi beş paralık adam bozuntuları her seferinde. Kim bir lokma ekmek dediyse kucakladın, bağrına bastın, doydukça altını oydular, sinsice tuzak kurdular, unutulmuyor değil mi yaşanılan acılar.

Ağaçlar nasıl toprağa kök salıp yerini sağlamlaştırmak için çaba sarf ediyorsa, sende öylesin be Zonguldak. Bu topraklara kök salabilmek ve o köklerini sağlamlaştırabilmek için veriyorsun savaşını. Üzerine oynayanlar, senin sırtından geçinmeye çalışanlar, umudunu karartsalar da, sen vazgeçme sakın savaşmaktan olur mu? Zaferler tamda umudunu kestiğin anda geliyor unutma sakın.

Zor bir başına mücadele verebilmek” bunu bende çok iyi biliyorum” kime uzatsan elini borçlu kaldın, sen de haklısın. Dur, sakın haksızlık etmeyesin kendine, kanı bozuk olanlar yüzünden küsmeyesin özüne. Yolu senin üzerine düşen iş bilmezler yüzünden kaybettiğin zamanların telafisi yok elbette.

 Sen zor zamanların, zor koşulların kentisin, sen işçisin, emekçisin. Küsme sakın hayata, direnmeye devam etmek zorundayız, evet doğru duydun zorundayız. Hem ne çabuk unutuyorsun ayaklarına kara sular indiği günleri, buna rağmen bastığın taşı toprağı inlettiğin günleri. Adını en başa yazdırmıştın, bir de üstüne üstlük direniş nasıl olurmuş satır satır anlatmıştın.

Şimdilerde yılgınlığa düşmek de neyin nesi. Çok soytarı uğurladın üzerinden, çok emek hırsızını yakaladın ensesinden. Tırnaklarıyla kazıyanlar yorulsalar da, azimle savaşmaya devam edenler mutlaka kazanıyor günün birinde, sen de kazanacaksın vazgeçmediğin de, dahası şaha kalkacaksın bu zor günler geçtiğinde.

 Hatırla geçmişi, köşeye sıkıştırıp ipini çekmek isteyenleri. Kaşını gözünü kendine göre boyamak isteyene nasıl izin vermediysen, benim aslım benzersiz, beni kimse soytarı yapamaz dediysen, dur sözünün arkasında.

 Çok söz dedin demesine de ah o aynı kanı taşıdıkların, ah o yüreğini dayadıkların, gelip gidenlerden daha çok yaktılar canını. Can bildiklerin vuruyor sırtından, bu neden böyle olur neden ayağına çelme takarlar bunun cevabını kendileri de bilmiyordur eminim, olan sana, olan bize oluyor sonunda. İşte onlar öyleler boyadılar umudunu, hayallerini, kara kalemleriyle, kara günlere doğru onlar uğurladılar seni. Olsun be, onları da sileriz vakti geldiğinde, onlarda gün gelecek bakamayacaklar utançlarından yüzüne.

Ah be Zonguldak, nedir bu üzerinde yatak döşek yatan hastalıklı saltanat meraklılarının arsızlığı. Nedir bu kendini bilmezlerin yüzsüzlüğü aymazlığı.

Küstürüyorlar seni biliyorum, hem de kendine. Küsme sakın, pes etmek yok, kendimize geleceğiz yine yeniden hep birlikte.

Şimdi soruyorsun haklı olarak, duyuyorum seni. Yaralarım kanıyor, ne zaman duracak diyorsun. Üzerimde tepişenler ne zaman gidecek diyorsun. Kim bilebilirdi ki bu kadar yüzsüz olabileceklerini, o derin kuyularda, taşın toprağın altında parçalanan ekmeğini ağzından alıp, emek vermeden yiyeceklerini.

Sanma ki herkes hoşnut halinden, bir ölü toprağı var kalkmıyor üstümüzden. Haykıranlar ve sineye çekenler, haram lokmayı helal zannedenler. Sesler yükseliyor umut azaldıkça, bir de şu kaçıp gidenler bir cesaret edip de kalsa. Tutuşsak el ele, bu taş, bu toprak, bu dağ, bu deniz biziz, bizim ekmeğimiz aşımız, bizim toprağımız taşımız bir diyebilsek.

 Ah  Zonguldak ah, seni üzenleri, seni seninle ezenleri bir defedebilsek.

 Güneş üzerine doğdukça nasıl güzel çiziyor resimlerini bir bilsen. Dağlarının tepelerinin eteklerinde yer eden keder, mağrur duruşundan ödün vermeden başını eğmemem, seni sen yapan en büyük neden. Seni bıkmadan usanmadan her seferinde aynı heyecanla seyretmek, hem de gözlerim kamaşarak. Yeşiline mavisine bakarak nasıl haz veriyor bir bilsen.

Öksüz olmak ne bir şuç ne bir hata, öksüzlük alın yazısıyla yazılmışsa, sakın ha, kaderine küsmek olmaz, kaderinde üstündeki kaderi görmezden gelmek hiç olmaz.

Sen başını dik tut eğme yere, ekmeğini taştan çıkartan bu memlekette, hak yerini bulacak cesaretlenebildiğimizde. Kaçar’ı yok elbette, saygı duyacak sana şan şöhret budalaları gün geldiğinde.

Sana adanmış bir ömrün iç hesaplaşmasında bugünlerde günah çıkartıyoruz. Biliyoruz ki bizi ancak biz kutsarız. Aramızdaki hainler temizlenmedikçe, senin kanını emen vampirler yok edilmedikçe, ne sen iyileşeceksin, nede biz merhem olabileceğiz yaralarına.

Cesaretimizi kaybedersek öksüz değil yetim kalır bu topraklar… Kaldır başını Zonguldak, sen ekmeğini taştan çıkartan yalnız savaşçısın. Vazgeçme yüzünü güneşe çevirmekten, biz nicedir taşı ekmek yapan nesillerin torunlarıyız, helaldir ekmeğimiz aşımız, altından (!)değerlidir toprağımız taşımız…