Hem biraz nostalji olsun diye hem de çok değerli arkadaşım, Halkın Sesi Gazetesi spor editörü iken rahmetli olan, Çetin Sezgin'i anmak adına size gerçek bir öykü anlatmak istiyorum. Bu öykü Zonguldak’taki folklor faaliyetlerinin nereden nereye ve nasıl geldiği ile ilgilidir. Folklor çalışmaları halkevine bağlı sıradan bir kol olarak yürütülürken, gençlerimize adeta doping etkisi yapan ilk dış seyahatler sayesinde, bu gün Zonguldak'ta ünleri ülke sınırlarını aşmış ve yurt dışında sayısız başarılara imza atmış bir çok folklor kuruluşu faaliyet göstermektedir.(Bunlardan HASAD, ZOFOD, ANADOLU FOLKLOR VAKFI ZONGULDAK GRUBU, HALAY gibi daha birçoklarını sayabiliriz.) Lafı daha fazla uzatmadan bu güzel öyküyü anlatalım.

1977 Mayıs ayının ortalarıydı. O zamanlar Zonguldak Halkevi, Gazi Paşa Caddesi'ndeki eski belediye binasının alt katında idi, ve Zonguldak'taki folklor aktiviteleri bu halkevinin folklor kolu tarafından yürütülüyordu. Folklor kolu başkanı da ortaokuldan sıra arkadaşım Çetin Sezgin idi. Bir gün Halkevi'nin önünden geçerken Çetinle karşılaştım. Bana, ''Şerafettin, geçen gün Ankara'ya gitmiştim. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na uğradığımda bana bir mektup verdiler, ama İngilizce. Şunu bize tercüme ediver'' dedi. Peki, dedim.

Halkevi'ne girdik. Mektubu okudum; Hollanda'dan geliyor. Groningen Kenti Warffum Köyü'nde yapılacak olan uluslararası Op Roekaldais Folklor Festivali'ne Türkiye'den bir grup davet ediliyor. Ekinde de doldurulması istenen bir form var. İyi güzel de, festival 8 Haziran 1977 tarihinde başlıyor ve 20 Mart 1977 tarihine kadar da cevap bekleniyor; ama biz mayıs ayının ortasındayız!

''Çetin kardeşim, bu davetiyeye cevap verme tarihi çoktan geçmiş. Zaten geçmeseydi sana bunu vermezlerdi!'' dedim. Çetin ısrar edince dayanamadım ve peki dedim. Ama bir de baktım ki birçok ayrıntılı bilgi isteniyor. Örneğin, kaç ekip gelecek, kaçı kız kaçı erkek, kıyafetler nedir, koreografileri nasıldır gibi sorular var. Ben soruyorum Çetin cevap veriyor derken kıyafetler konusuna gelince şaşırdım. Çünkü öyle kıyafetler ve aksesuarlar var ki ben Türkçesini bile bilmiyorum. Örneğin,'' başında puşu var'' diyor ama ben puşunun ne olduğunu bilmiyorum ki İngilizce ‘ye çevireyim!

Neyse, kafa göz yararak formu doldurduk. Postaya verdik. Ben hiç ummuyordum ama 10 gün sonra ''Sizi memnuniyetle bekliyoruz'' diye cevap gelmez mi? Çetin ne yapacağını şaşırmış; bana ''Şerafettinciğim, biz hiç yurt dışına gitmedik. Paramız yok. Zaten lisanımız da yok! Sen kafile başkanımız ol; bizi sen götür!'' demez mi!  ''Çetincim, ben folklordan anlamam. Zaten paranız pulunuz da yok. Bu iş nasıl olacak?'' dedim.  Çetin'de ''Mutlaka bir şeyler yapalım; bu fırsatı kaçırmayalım'' deyince hatır belasına kabul ettim. Neyse ki Hollanda'da aile yanlarına birer ikişer yerleştirilecektik de yatacak yer ve yiyecek masrafımız olmayacaktı. Ayrıca dönüş harçlığı da vereceklerdi.

Esnaftan şurdan burdan derken bir miktar para topladık. Birazda cepten ilave ettik ve alelacele pasaportları da çıkartarak bir otobüs kiraladık. 4 Haziran 1977 tarihinde, Zonguldak'tan davul zurna eşliğinde hareket  ettik. Topu topu iki enstrümanımız vardı; davul ve zurna! Zurnacımız Ali Asker adında pala bıyıklı ve sert bakışlı, doğulu bir arkadaşımızdı. Davulcumuz da kısa bir süre Avusturya'da işçilik yapmış sempatik bir adamdı. Kafilede Safranbolu kız ekibi de bulunuyordu. Hep berber 35 kişi kadardık.

Güle oynaya Kapıkule’ye vardık. Sınırı geçtik. İlk geceyi Bulgaristan'da bir TIR parkında, ikinci geceyi de Yugoslavya-Avusturya sınırında yine bir otoparkta geçirdikten sonra; Almanya'yı boydan boya geçerek üçüncü günün akşamında Hollanda'ya girdik. Gece geç vakit festivalin yapılacağı Warffum'a geldik. Hollandalılar bizi akşamları eğlendikleri bir nevi bar olan ''pub'' dedikleri bir mekanda  bekliyorlardı. Festival organizasyonunun yetkilileri ile birlikte bizleri evlerinde misafir edecek aileler tarafından karşılandık. Aileler yanlarına birer veya ikişer kişi alarak evlerine götürdüler. Ertesi gün ve daha sonraki günler toplanma yerimiz yine bu pub veya festival çadırı olacaktı. Bu şekilde anlaşarak ayrıldık.

Program gereği, ertesi gün folklor kıyafeti giymiş bir kız ve bir erkek folklorcu ile beraber belediye başkanının ''Hoş geldiniz'' resepsiyonuna katıldık. Toplam 18 ülkenin temsilcileri de aynı şekilde oradaydı. Bize 26 çeşit Hollanda peyniri ile alkolsüz içecekler ikram edildi.

İkinci gün folklor gruplarının şehir turu vardı. Sabah saat 10 sıralarında turun başlayacağı çimenlik alana vardığımızda diğer ülkelerin gruplarının bizden önce geldiğini gördük. Her grup bir köşede çalıyor, oynuyor, etraflarında toplanan Hollandalılar da onları seyrediyordu. Biz de bir köşede durduk ve şehir turu başlayıncaya kadar aramızda eğlenelim dedik. Davul zurna çalmaya başlar başlamaz inanılmaz bir şey oldu. Diğer grupların etrafındaki tüm Hollandalılar var güçleri ile bize doğru koşmaya başladılar. Diğer grupların etrafında hiç kimse kalmamıştı. Buna inanamıyorduk! Bir anlık şaşkınlıktan sonra olayı çözdüm. Diğer grupların enstrümanları cılız sesler çıkarıyor, dansları da bize göre yavaş kalıyordu. Bunun yanında davul zurnanın yeri göğü inleten sesi insanları coşturuyor, değişik ve hızlı danslarımız da onlara ilginç geliyordu. Sebep buydu.

Şehir turu esnasında da halkın büyük ilgisi aynen devam etti. Turdan sonra bir televizyon kanalının temsilcisi bana gelerek, bizimle bir program yapmak istediklerini ve başka hiç bir grupla herhangi bir program yapmayacaklarını söyledi. Tabii bundan gurur duydum ve teklifi kabul ettim. Ertesi gün de çekimler yapıldı. Üçüncü gün televizyonda kendimizi seyrettik.

Aslında bu öykü çok uzun ama yine yer darlığı nedeniyle kısa kesmek zorundayım. Ama final gecesi ile ilgili şu anekdotu anlatmadan geçemeyeceğim:

Final gecesi 5.000 kişilik çadır ful dolu. Tüm gruplar son gösterilerini yapacaklar. Biz festivalin gözdesi olduğumuz için assolistler gibi en son çıkacağız. İlk grup gösterisini yaptı ve bitirdi. Herkes alkışladı tabii. Ama o da ne? Gösteriden sonra hediye alışverişi başladı! Misafir grup Hollandalılara çeşitli hediyeler getirmiş sunuyor; Hollandalılar ‘da onlara hediyeler veriyor! Diyeceksiniz ki; olabilir, niye şaşırıyorsunuz? Şaşırmamız telaşımızdan, çünkü biz hediye falan getirmemiştik! Her ihtimale karşı bir madenci heykelciği getirmiştim, onu da resepsiyonda belediye başkanına vermiştim.

Şimdi ne halt edeceğiz, tüm karizmamız çizilecek diye kara kara düşünürken, birden aklıma bir fikir geldi. Zurnacıya dedim ki, ''Yahu Ali Asker, bu zurnayı kaça aldın?'' O da ''500 lira abi'' deyince; ''Tamam. Ben sana 500 lira veririm. Türkiye'ye dönünce yenisini alırsın. Nasıl olsa son gecemiz. Memlekete dönünceye kadar zurna çalmasak da olur!'' dedim. Kısacası, programımız bitip sıra hediye faslına gelince, ben sahneye çıktım. Ali Asker'den zurnayı alıp mikrofona geldim. ''Bu enstrüman Türkler'in milli enstrümanı zurnadır. Bunu size hediye ediyoruz!'' dedim. Tabii bir de öttürdüm! Bu jestimiz müthiş reyting aldı. Salon bir kez daha alkıştan yıkıldı.

Ertesi gün Hollandalılarla vedalaşarak  (Özellikle,  erkek folklorcuların arkadaşlık kurduğu sarışın Hollandalı kızlarla salya sümük vedalaşması görülmeye değerdi!) yurda dönmek üzere yola çıktık. Ama bizim çocukların aklı Hollanda'da kaldı. Daha o andan itibaren seneye tekrar gelebilmek için gün saymaya başladılar bile!

Nitekim, bir dahaki sene tekrar Hollanda'ya davet edildik, ve gittik tabii. Ondan sonra da İngiltere'ye davet edildik derken bu seyahatler, yukarıda da söylediğim gibi, Zonguldak folklorcularını son derece cesaretlendirdi ve motive etti. Ayrıca, Zonguldak'ta folklora karşı müthiş bir ilgiye ve katılıma da  sebep oldu.

SONUÇ: Zonguldak'ta bir çok kimse belki de farkında değildir ama, folklorcularımız uluslararası festival etkinliklerinde değil sadece Zonguldak'ı; Türkiye'yi büyük bir başarı ile temsil etmektedirler. Bu da başarıya ve iyi haberler duymaya susamış Zonguldaklılar için az şey değildir sanırım!