Göç veriyor, güç veriyor. Birilerine yetiyor böyle bir Zonguldak; onlara imtiyaz sağlıyor.

 

Aşını bulamayan, aldığı nefesten borçlu çıkan göç yollarını arıyor; bu dünyada göç etmezse öbür tarafa göç ediyor.

 

Onurunu, vicdanını, enerjisini paralayan bir avuç korunmaya alınması gereken kişi ise yaşadığı hayal kırıklıklarıyla, karalamalarla, ayak oyunlarıyla yıldırılıyor, bıkıp gitmesi için adeta kışkırtılıyor. Baktı ki bu eğip büken temelde inandıklarını gerçekleştiremeyeceği bir konumda, inandıkları doğrultusunda yeni bir yol haritası çiziyor kendine, gitme kararı alıyor.

 

Adı seçim gününden diğer seçim gününe ekrandan okunan sayıdan ibaret karaktersiz bir kent olup çıkmamız için yırtınıyor birileri. Kendi zihniyetlerinde oluşturdukları korkulan tırsılan hazretleri sahneye çıkartacaklar; paşa gönüllerince talan, yağma için at oynatacaklar belli ki. Kentsel dönüşüm yetmez, illa ki kimlikler de dönüşecek. Dön baba dön, itaat, biat ve de korku… Herkesi hanım hanımcık zannediyorlar ha; bu yakıştırmayı da yolda iki kişi konuşurken duydum. İnsan bazen incelikle işlenmiş sanat şaheseri ama bazen de resmen kabaca karalamadan ibaret!

  

Kentin gerçekten ihtiyaç duyduğu insanların güçlü olması istenmiyor birilerince. Sinsi planları için önlerinde engel görmek istemiyorlar; özellikle de dürüstlüğü ile tanınan, cesur, iş yapıcı insanlardan kurtulmak istiyorlar. Onları tanıyoruz. Onlar her daim çıkar hesaplarını yalan dolan üzerine kurup bunu alenen icraata geçirmekten çekinmeyen son derece çağımıza uygun tipler. Her türlü pisliği en bayağı şekilde yapabilecek omurgasız alçaklar. Meydan tamamen boş sanıyor bu zavallılar.

 

YAŞAM KALİTEMİZ ÇOK DÜŞÜK

 

Yaşam kalitesi düşük; eli kolu bağlı insanların, bir piknik yapmaya kırk kere düşünmek gerek! Sinemaya gitmek üç gün çaydan simitten vazgeçmek demek… Şu da bir gerçek, yılların kazanımlarını küçük bir tabaka sürüyor ve o da eriyip yok olacak sonunda. Sonra, ağlama değmez hayat” nidaları yükselecek.

 

Bu yazı ve benzeri bir sürü yazımı benzer koşullarda yazdım. Ana koşul belirsizlik. Yarın ne olacağımı bilememek. Günü kurtarıp durdum. Nereye kadarsa oraya kadar, dedim. Yani şapkamın altında, mızıkamı çalarak geçtim durdum kentin sokaklarından. Bildim, paradır hep peşinden koşulan, koşturulan. Gerisi güzelleme gibi kalıyor ya bu çok acı. Aslanım madenci, diyoruz, ölen ölüyor işte, giden gidiyorOlup oluşturulan durumlar karşısında yeni bir çaresizlik üretiyoruz.

 

Genel bir değerlendirme yapacak enerjiyi bulamıyorum kendimde. Ne kadar çok insanla tanıştık, yollar bir kesişti, bir ayrıldı. Yaşama tercihi çoğu tanıdığımı başka diyarlara sürükledi. Biz çakılı kaldık Zonguldak denen noktada. Kemiklerimiz Zonguldak’ın kadim kemikleri ile kaynaşıyor artık iyice. Çetin Ağabey ile, Ruşen Ağabey ile, babamla, anamla, Muzaffer Tayip Uslu ile bir yerlerde, Kemal Uluser ile bir yerlerde.… 

 

Çok acı gelen ölümlerimden çocukluk arkadaşım yakışıklı, iyi kalpli Anıl Cömert’in vefatını unutmam mümkün değil. Bir karne günü diye anımsıyorum. Henüz ilkokul 5’nci sınıf öğrencileri olmalıyız. Sağ sol çatışmalarının, başka bir Türkiye’nin yaşandığı yıllar. Halen haftada bir veya daha fazla kullandığım bugün artık AKM’nin olduğu, o zamanlar Merkez Ortaokulu ve Namık Kemal İlkokulunun arka merdivenlerine çıkan, bazen balici çocuklara rastlayıp üzüldüğüm, bazen gözden uzak olmaya çalışan iki sevgilinin kaçtığı bölüm. Elimde matematik notu iyi olmayan bir karne, alıp Namık Kemal İlkokulunun merdivenlerinden inerken Anıl ile karşılaşıyoruz. Karnemi soruyor; büyük ihtimalle “”iyi”” diye atıyorum… O daha karnesini almamış olmalı… “”Görüşürüz”” diyor ve hızlıca ayrılıyorum yanından. Görüşebilmek çocuk kafasıyla o kadar olağan ve kolay ki… Görüşememek diye kesin bir şey söz konusu değil! 

 

Aklım zaten karnede değil. Bir an önce mahallenin sokaklarında top peşinde koşturacağım. Ancak Anıl öyle değil. O daha az sokağa çıkardı; bildiğim kadarıyla çalışkan bir öğrenciydi. Büyük ihtimalle de yaşasa çok iyi bir yerde olacaktı bugün.

 

Anılarım başka çocukluk görüntüleri ile karışıp beni biraz yanıltıyordur belki ama Venüs’ün gündüz gözüyle göründüğü bir gün diye hatırlıyorum; top sahamıza kara bir haber geliyor. Anıl’ın vurulduğu haberini alıyoruz. Yaralı olduğunu söylüyorlar. Bir helikopterle Ankara’ya yetiştirileceğini duyuyoruz. Bakışlarımız gökyüzünde artık ne futbol topunu ne de Venüs’ü arıyor; Anıl’ı arıyoruz, “”Ben iyiyim, iyileşip aranıza döneceğim””, diyecek helikopterden.

 

Bütün mahallenin beraberce üzülebildiği zamanlardı. Top filan düşünemediğimiz, arkadaşımızı merak ettiğimiz, anlatılan bir sürü şeyle kafamızın karıştığı ve çocuk yüzüyle hafızamda canlı kalan güzel arkadaşımın başına gelen olayı anlamlandıramadığımız bir gündü. İçimizde bir yerlerde boşlukları dolduruyor, mantığımızı kullanmaya çalışıyoruz. Silahlı çatışmaların, ölmelerin öldürülmelerin şekillendirildiğini kavramaya başlıyoruz. Bir kurşun, bir çocuğu alıp götürüyor. Mantık değil, binlerce yalana, binlerce sinsi hesaba karışmış, saçma sapan biatlerin, koşulsuz itaatlerin, korkunç planların kanlı batağına karışmış bir kandırmaca döngüsü.

 

O yılları yaşayan insanların kafasında ne çok böyle görüntü silsileleri var!

 

KELÂMIN BENDENİZ İLE OLAN TARAFI

 

Yazıp çizdiklerimizi umursayanlarla avunduk çoğun. Umursamayanlara inat yazıp çizdik durduk. Tarihin defterini tutmak ne haddimize… Ama tarihe not düşmeyi hep değerli bir iş saydık. Daha iyi koşullarda yazıp çizenlere kızdığım oldu. Onlarla dalaştığım da oldu. Dalaşmak” ağır bir ifade gibi gelse de “sokak çocuklarının yaptığı kavgalardan ne farkı vardı sanki” diye soruyorum bazen kendime. Küçük ve umum için önemsiz bir nokta adına yapılan kalp kırmalar, hırslar ve büyüklenmeler. Halen usuma bakıyorum da bu noktada kızdığım ne çok kişi var hayatta. Eminim birçoğunun da bende aynı yaraları var. Ulan koca Zonguldak! Kocaman bir mahalle dekoru oldun yaşam kardeşlerimle bana; oyunda kalmayı öğrendiğim tiyatro dekoru oldun; çok anlamlı oldun lan Zonguldak bana. 

 

Şu an Extreme’in“More than Words’unu dinliyorum ve ne güzel gidiyor biliyor musunuz? Kalbim iki parça olmuş, benden duymak istediğiniz sözler bunlar değil, biliyorum! Hislerim seni seviyorum’un kentimize uyarlanmış hali “bu kenti seviyorum’u duymak istediğinizi söylüyor durmadan. Bu kentin yeterince bu sözü söyleyen cengâver yazıp çizeni oluştu. İşin içine biraz da “emek” ve “değer” kattık mı oluyor katmalı değer, ince bele. Tadından yenmiyor.

 

KELÂMIN OKUR İLE OLAN TARAFI

 

Yine çekip gitmekten bahseden dik durmaya çalışan arkadaşlarımız var. Zonguldak onlarla daha anlamlıyken üstelik… Nitelik gördüğünüz her şeye sahip çıkınız; bu sayfalarda yazıp çizen, adı sanı geçen bazı insanlar bunu gerçekten hak ediyor.

 

Değerli arkadaşım, dostum Ahmet Öztürk seni kışkırtmaya çalışıyorlar besbelli, tuzaklarına düşme; her türlü namussuzluğu yapabilirler, ama meydan o kadar da boş değil. Senin kadar çalışkanını ve bu kenti anlamlandıran, değerleri ile yaşayan insanı az gördüm. Zaten hepsinin ağzının payını kendi yazında vermişsin, kaleminin gücünü bilenlerdenim. Onları bu kadar korkutan biri yüzünden alçaldıkça alçalacaklardır.

 

Ve atölyesinden mezun olduğum için gurur duyduğum Kutlu Gürelli Hocam; daha Zonguldak sizi niteliklerinizle yeni tanımaya başlamışken, nereye? Bir kötü sanat örneği daha mı yoksa?