KARAELMAS’IN İLK MADENCİLERİNDEN

“AHMET ALİ AĞA” 


Doğu Karaoğuz


İNCİVEZ MEZARLIĞINDA BİR MEZAR TAŞI

Zonguldak’ta, eski Kozlu yolu üzerinden İncivez tarafına doğru gidilirken, yolun sol tarafında eski bir mezarlık görülür: “İncivez Mezarlığı”. Bu mezarlığın yolun hemen kenarındaki köşesinde, tarihî, eski bir mezar vardır. Eski Türkçe ile şunlar yazılıdır bu mezarın baş tarafında:



“İşkodra Vilayeti’ne mülhak (bağlı) Bar Kazası’nın Togamil Mahallesi’nde tevellüd (doğma) ve burada ikmâl-i hayata müstahak eden (hayatını geçiren) fukaraperver (yardımsever) ve hayır, hasenatsever (güzelliksever) madenci El-Hac (Hacı) Ahmet Ali Ağa’nın ruhuna rıza illah-i teala (Tanrı rızâsı için) el-fatiha.”


18 Kanunevvel (Aralık) 1323 (1907)


Ayak ucundaki kitâbede ise, şu şiirin yer aldığı görülür:

“Genç iken girdim şu madene, oldum ihtiyar!

Elli beş sene (madende)eyledim sıhh-ı baliğ (sağlıklı yaşadım),

Ceher! (Gün yüzü görmeden)


(Her şeyi) irfanı madende izhar eyledim (madende öğrendim).

 Hâsıl ettim yeryüzünden hayli …..

 Oldu tevfik-ül hayr …..


Çok zamanevvel ….. oldum kâmkâr (bahtiyâr),

Şimdi hakir (değersiz) ….. ettim (oldum)  sual-i terk ile,

Maksadım ancak cemâli (güzeli)Hazreti ….. 


Zât-ı kerîm olanlardan ….. (isteğim) budur:

Eylesinler ruhuma bir fatiha benden sonra.  

27 Zilhicce 1325 (1909)


 


Bir yüzyıldan fazla Karadeniz’in ünlü poyrazından etkilenerek bâzı yerleri silinmiş olan bu dizelerde, Zonguldak kentinin ilk madencilerinden Ahmet Ali Ağa, “Genç yaşta girip 55 yılımı geçirdiğim madende, gün yüzü görmeden çalıştım, her şeyi madende öğrendim”diyor.

Maden işçiliğinin en ağır koşullarının yaşandığı o eski devirde, sabahları gün ağarmadan ocağa girip, akşamları gün batımından sonra, güneş yüzü görmeden ocaktan çıkan, nerdeyse tüm yaşamını bu işe adayan bu adam, büyük bir azimle, sebatla, sabırla, aklıyla, bileğinin gücüyle ve de alnının teriyle, yıllar sonra emeklerinin karşılığını alıyor, maden ameleliğindenyükselipmaden sâhibi oluyor. Bunun için, ona,“Kömür damarını en iyi koklayan adam”diyorlar.


 


Yukardaki “ceher” sözcüğü, “Nasıl olmuş da, Ahmet Ali Ağa binlerce amelenin içindensivrilip Zonguldak şehrinin en varlıklı kişilerinde biri olmuş?” diyerek dudak bükenlere verilen en iyi cevaptır.1 yıl, 5 yıl, 10 yıl değil, tam 55 yıl güneş yüzü görmeden maden ocağının o zifîri karanlık dehlizlerinde çalışmak ne demek? Buna dudak bükenler, bırakın o uzun süreleri, acaba yarım saat kalabilirler mi maden ocağının o acımasız koşullarında?

 




Ahmet Ali Ağa’nın İncivez Mezarlığı’ndaki kabri

       Sevgili Halkın Sesi okurları, sizlere bu yazımda Ahmet Ali Ağa’yı anlatacağım. Aslında gazetenizin 24 Ağustos 2016 tarihli sayısında, Ahmet Ali Ağa’nın amcaoğlu Edhem Ağa’yı, “Amasra’nın Efsane Madencisi Edhem Ağa” başlığıyla anlatmış ve o yazımda Ahmet Ali Ağa ile ilgili bilgiler de vermiştim.

       Edhem Ağa yazısı büyük ilgi gördü; şöyle ki gazetede okuyanlar bir tarafa, Halkın Sesi’nin internet sitesinde, bu satırların yazıldığı 20 Eylül 2016 itibâriyle 7450 kişi bu yazıyı tıkladı veya okudu. Yarısının okunduğunu düşünsek bile, yine de büyük bir rakkam. Bunun için, Zonguldaklı hemşehrilerime her şeyden önce teşekkür borçluyum. Demek ki, madenle, madencilikle kaynaşmış bu kentin insanları, konu maden olunca yazılanları merakla izliyor, belki de eski madencileri yakından tanımak da istiyor.

 

“TOGAMİL” DİYE BİR YER…

 

       Ahmet Ali bir Boşnak’tı. Adriyatik kıyılarındaki Karadağ’ın Bar kazasının, haritalarda Tudjemili veya Tudemili,halk ağzında ise Togamil denilen bir mahallesinde 1830’lu ve 1840’lı yılların arasındaki bir tarihte doğdu. Onun doğum tarihini, birkaç yıl hatayla 1835 yılı olarak belirlememiz doğru olacaktır.

1907 yılında Zonguldak’ta yaşamdan ayrılan Ahmet Ali, 72 yıllık ömrünün 55 yılını Zonguldak ocaklarında geçirdiğine göre, demek ki memleketinden ayrıldığında17-18yaşlarında imiş.

Onlara “Velovic”ler derlerdi Togamil’de; babasının adı Alija (Ali),annesinin adı Ayişa

(Ayşe) idi.Alija Velovic’in üç kardeşi vardı: Hasan, Ayişa ve Fatima (Fatma).İyi birer

Müslüman olan Alija ile Hasan birlikte Hacc’a gitmişler, hacı da olmuşlardı.

Boşnaklar çoğunlukla Bosna-Hersek’te, Balkanlar’da, ve Sırbistan ile Karadağ arasındaki

Sancak bölgesinde yaşarlardı.Tüm Karadağ, 14. yüzyıldan itibaren Osmanlıegemenliğine girmiş iken, birkaç asır sonra önce Sırplar, sonra Hırvatlar çeteler kurup,“Türko” dedikleri Müslüman Boşnaklara saldırmaya başladılar. Çâresiz kalan Boşnaklar da silâhlandılar, bu saldırılara karşı koymaya çalıştılar. Büyük çarpışmalar ve katliamlar olmaktaydı…

       Öykümüzün geçtiği 1850’li yıllarda Karadağ bir prenslikti ve burada Prens 1. Nikola Petrovic hükümranlığını sürdürmekteydi. Ancako yıllarda Karadağ Prensliği büyük ekonomik sıkıntılar içindeydi; ülkede çıkan karışıklıklar yüzünden çok zor günler geçirmekteydi, halk yoksulluk çekiyordu…

 

O SIRALARDA ZONGULDAK…

 

       Zonguldak yöresindeki kömürün varlığının 1830-40’lı yıllarda saptanmasından sonra, Sultan Abdülmecit’in 1848 yılında çıkardığı bir fermanla, buradaki kömür ocaklarının işletimi, çoğunluğu Osmanlı uyruğundaki İngiliz bankerlerinin oluşturduğu“The Coal Company (Kömür Kumpanyası)” adlı bir şirkete verilmişti. Böylece İngiltere, yıllığı 30.000 kuruş ile tüm havzanın işletimini kiralayarak, kömür havzamıza giren ilk emperyalist güç oluyordu.

       Ancak, bu ocakların işletimi için, toprağın yedi kat dibine girip ölüme karşı direnecek, karanlık dehlizlerdeki kömürü sökecek işçiler gerekiyordu. Yörenin köylüleri yoksuldular, ekmek parası için her şeye katlanırlardı, ama maden ameleliği zor işti, deneyimsizdiler…

Bunun üzerine, İngiliz şirketi, yöredeki köylerden toplayıp ocaklarda amele olarak çalıştırdığı insanlardan beklediği verimialamayınca, bu işe deneyimli insan gücü sağlamak üzere, Hırvatistan ve Karadağ’a yöneldi.O sırada ekonomik zorluklarla boğuşan Karadağ’da birçok genç bu işe heveslendi tabii. Bunların arasında, Ahmet Alija (Ali) Velovic de vardı.

       Aslında Ahmet Ali, çevredeki bir maden ocağında aylarca çalışmış ve bu işi öğrenmişti. İngiliz şirketi onu hemen listeye alır ve uzun bir deniz yolculuğundan sonra, Kozlu’daki ocaklarından birinde amele olarak işe başlatır.

Bindiği gemi Stari Bar (Eski Bar) Limanı’ndan uzaklaşırken, tüm sevdiklerini vedoğup büyüdüğü memleketini geride bırakan Ahmet Ali için hasret günleri başlamıştır artık…

       2014 yılında yayımlanmış olan “Karaelmas’ın İlk Madencileri” adlı kitabımda, Ahmet Ali’nin yaşam öyküsünü ayrıntılı olarak anlatmıştım. Burada o kadar ayrıntıya girmesem de, onun maceralı yaşamını yine de kısaca sunmak isterim:

 

KOZLU YILLARI…

 

       Eskilerin dediğine göre, bugünkü Zonguldak sahili, o günlerde, bu koyu baştan başa kaplayan ve “Zongralık” adı verilen sazlıklarla doluydu. İngiliz şirketi, yakınlardaki Göldağ’ın haritalarda nirengi noktası olarak kullanılmasından ötürü, bu bölgeyi, “Zone Ghuel Dagh (Zon-Göl-Dag) olarak adlandırmıştı. İşte Zonguldak adı, belki bu adlandırmadan, belki de gemicilerin “Zongralık” dedikleri sazlıkların adından türemişti.

       Ahmet Ali’nin gemisi Zonguldak’a vardığında, ormanın denizle birleştiği bu koyda, dumanı tüten birkaç kulübeden, iskeleye yanaşmış bir-iki tekneden ve usûl usûl akan bir dereden başka hiçbir şey yoktu…

       Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında, Zonguldak kömür ocaklarının yönetimi, bu savaşta müttefikimiz olan İngiltere’ye bırakılmıştı. Savaşa katılan İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin kömür ihtiyacı bu yöredeki ocaklardan sağlanmaktaydı.

       İşte Ahmet Ali’nin buralara gelip Kozlu ocağında ameleliğe başlaması da tam bu yıllara rastlıyordu.

Bugünün maden ocaklarının bile ne kadar güvensiz koşullarda çalıştırıldığını, bu ocaklarda yitirdikleri evlâtlarının acısını çeken Zonguldaklılar iyi bilir. Bir de bugünden 180 yıl kadar  öncesinegidip, onların  nelere  katlandıklarını, ne eziyetler gördüklerini bir düşünün: Örneğin, doğrudürüst yatacak yer, yıkanacak su  bile verilmez; yerlerde sabahlarlar ocağın yorgunluğu ve kömür tozuna bulaşmış pisliği içinde.Sağlık şartları çok kötüdür, sıtma, tifo, tifüs gibi hastalıklar çok yaygındır ameleler arasında. Ve haklarını arayacak, başvuracak

hiçbir makam yoktur,  kendi kaderlerine terk edilmişlerdir.

       Bütün bunlara rağmen, Ahmet Ali, Kozlu ocağında canla başla çalışır, kısa zamanda kendini gösterir; her geçen gün inanılmaz deneyimler yaşar, iyi bir maden işçisi olmak için büyük çabalar harcar. Mezar taşında yazıldığı gibi, sabahları gün doğmadan ocağa girilmekte, gün batımından sonra ocaktan çıkılmaktadır; yâni güneş yüzü görmeden kazma sallamaktadırlar yedi kat toprağın, kayaların altında…

       Bu arada, Hırvat ameleler de vardır aynı ocakta Karadağlılar’la birlikte çalışan. Memlekette sık sık çarpıştıkları Boşnak milletini sevmeyen bu adamlar, en ufak bir olayda kavga çıkarmaya çalışırlar. Bu kavgalardan biri Ahmet Ali’nin de başına gelir:

Androadlı bir Hırvat, bir gün yoktan yere kavga çıkartır; diğer ıHırvat amelelerin de saldırmasıyla Ahmet Ali esaslı bir dayak yer. Ancak Boşnaklar da boş durmaz; on günde bir gün tatilleri vardır, o tatil günlerinden birinde Andro’yu sahilde kayaların arasında aptesini yaparken sıkıştırıp iyi bir dayak atarlar. Böylece, Hırvat-Boşnak düşmanlığı yeniden canlanır ocakta.

Ancak, bir süre sonra onları bir araya getiren bir olay olur: Andro’nun grubuyla, Ahmet Ali’nin grubu, birbirlerine yakın ayaklarda çalışmaktadır. Bir gün, Hırvatlar’ın çalıştığı ayakta bir göçük olur; devrilen direklerin, taş ve toprağın altından yardım isteyen insanların çığlıkları gelmektedir. Ahmet Ali ve arkadaşları hiç düşünmeden yardıma koşarlar. Ahmet Ali, çöküntüden kanlar içindeki Andro’yu kurtarır, sağlık ekiplerine kucağında taşıyarak getirir. Andro can çekişmektedir. Ahmet Ali, Andro’ya acır ve bir zamanlar can düşmanı olan bu adamın kurtulması için dualar eder. Bir süre sonra, Andro iyileşir ve onu ziyarete gelir, birbirlerine sarılıp dost olurlar. Bir Hırvat’la bir Boşnak’ın bu dostlukları ömürlerinin sonuna kadar sürecektir.

 

OCAK ÇAVUŞU AHMET ALİ


 


       Aradan yıllar geçer, beş yıl kadar sonra Ahmet Ali çalışmasının karşılığını görür; onu Ocak Çavuşu yaparlar. Karadağlılar arasında çavuşluğa ilk yükselen kişidir Ahmet Ali. Artık ondan iyi haberler gitmektedir memleketine.

Bu haberler üzerine, kendisinden 8 yaş küçük olan amcaoğlu Edhem Velovic de İngiliz şirketinin bir gemisine atlayıp soluğu amcaoğlunun yanında alır. Tarihler 1861 yılını göstermektedir.Ahmet Ali Çavuş, Kozlu’ya yeni gelen Edhem Velovic’i kendi ekibine alır, böylece birlikte çalışır, hiç ayrılmazlar.

Kozlu’daki şirketin yöneticisi Yorgo,bir süre sonra, işçilerin aylıklarını zamanında ödeyememeye başlar; kazanılan paranın bir kısmını kendine ayırdığı söylentileri de ayyuka çıkmıştır. İşçi isyan eder, başlarında Ahmet Ali Çavuş vardır.  “Paramız ödenmezse, ocağa inmeyiz” derler. Yorgo ise, bu kalkışmayı, ocak başına getirdiği zaptiyelerle durdurmak ister. Kozlu ocağında ilk işçi grevi başlamak üzeredir. Ancak, iki taraf saatler boyu tartışarak sonunda anlaşmaya varırlar; işçilerin aylıkları taksitle de olsaödenmeye başlanır.

Bu arada, artık usta bir madenci olan Ahmet Ali, ocak tavanını tutan direklerin daha kısa sürede ve daha güvenli olarak bağlanabilmesi için, madenciler arasında “Ahmet Ali Bağı”veya “Ahmet Ali Çentiği” adıyla yıllarca kullanılacak olan yepyeni bir bağlama tekniği icat eder. Bu teknik, bütün ocaklarda kullanılmaya başlanır ve Ahmet Ali’ye saygınlık kazandırır.


 


       ÜZÜLMEZ OCAKLARI

 

       Bir süre sonra, Ahmet Ali ile Edhem, Üzülmez ocaklarında çalışmakta olan Karadağlı hemşehrilerinin daha iyi koşullarda ve daha yüksek yevmiye ile çalıştıklarını öğrenirler. Kozlu ocağındaki Yorgo Efendi’ye pek güvenleri kalmamıştır artık. Üzülmez ocaklarını işleten Zafiropulos, bu iki deneyimli madenciyi kaçırmak istemez, onlara iş teklifinde bulunur. Ve bizim iki amcaoğlu Üzülmez’de işe başlarlar.

       Ahmet Ali ve Edhem, bu iki Karadağlı Boşnak, kısa zamanda Üzülmez ocaklarında çalışmalarıyla kendilerini gösterir; öyle ki, bir süre sonra Ahmet Ali Ocak Başçavuşu olur, Edhem de çavuşluğa yükselir. Ereğli Sancağı’na bağlı kumpanyalar arasında başçavuşluğa

seçilen ilk Müslüman madencidir Ahmet Ali, Zonguldak vilayeti kayıtlarında böyle yazar.

Üzülmez’de, daha iyi koşullarda çalışmaya başlamışlardır, ancak bir maden işçisinin yaşamında karşılaşabileceği en büyük felâket onları beklemektedir: İşçilerin “Ateş Nefes” dedikleri “Grizu patlaması!”

Bu fecî olayı, yukarıda sözünü ettiğim “Edhem Ağa” yazımda anlattığım için burada ayrıntıya girmiyorum. Karadağ’dan birlikte geldiği en yakın arkadaşıRâmo’yu,30 kişinin şehit olduğu bu olaydayitiren Ahmet Ali ve Edhem’in, bu felâketten  sıyrık almadan kurtulmaları bir mucizedir. Bu acı olay, tüm yaşamları boyunca hiç unutamayacakları kahrolası bir anı olarak kalacaktır belleklerinde…

 

KİLİMLİ YILLARI…


 


Zonguldak ve çevresinde madencilik gitgide gelişmekte, yeni şirketlerin devreye girmesiyle Üzülmez, Kozlu, Kilimli, Çatalağzı, Armutçuk, Bartın ve Amasra taraflarında yeni ocaklar açılmaktadır. Grizu felâketinden sonra kendini toparlayan Ahmet Ali’nin şirketi deKazancakis adlı bir Rum’un şirketin büyük hissedârı olmasıyla Kilimli’ye el atar; orada açılacak yeni ocakların başına Ahmet Ali Başçavuş getirilir. Edhem Çavuş da beraberindedir; birlikte oraya yerleşir, aynı ocakta çalışırlar.

       Kazancakis, yeni açılacak ocak yerlerinin saptanması için Geoffrey Atkins adında bir İngiliz jeologu getirtir Kilimli’ye. Ahmet Ali, dilini hiç bilmese de, kaldığı süre içinde yanından hiç ayrılmaz bu adamın. Kömür damarlarının nerelerde oluşabileceği hakkında çok şeyler öğrenir ondan. Belki de Ahmet Ali’nin “Kömür damarlarını en iyi koklayan adam” lâkabı oradan gelmedir.

       Ereğli ve Zonguldak yöresi, zamanla açılan yeni ocaklarla, giderek bir şehirleşme hareketinin merkezi hâline gelmekte, Anadolu’dan kömür ticaretinin kokusunu alarak gelen Rum ve Ermeni unsurların katılımıyla bu yörede ticaret hayatı hızla gelişmektedir.

       Artık deneyimli birer madenci olan iki amcaoğlu, yörede açılan ocak sâhiplerinin çoğunlukla Rumlar ve Ermeniler olduğunu görünce, onlar da bu işe heveslenir. “Biz bu işi biliyoruz, niye ilerde biz de ocak sâhibi olmayalım?” düşüncesi rüyalarını süslemektedir artık.

       Ahmet Ali ve Edhem genç insanlardı, çok genç yaşlarda bu memlekete gelmişlerdi, hem de geride sevgililer bırakarak. Kitabımda anlattığım bu konulara burada girmiyorum. Ancak, şunu belirtmeliyim, ocağın bütün o acımasız koşullarına rağmen, aradakiizin günlerinde yaşamaya çalışırlar gençliklerini yine de. Örneğin, Ahmet Ali, tüm yaşamını geçireceği eşine Kilimli’de rastlar.

Havva’dır kızın adı. Tüm hemşehri ve dostlarının katıldığı görkemli bir Karadeniz düğünüyle evlenirler. Ahmet Ali çok sevdiği eşine hep “Sultânım” dediğinden, sonunda Havva adı unutulur, herkes “Sultan Hanım” demeye başlar. Sultan Hanım’la, uzun, mutlu bir evlilikleri ve altı çocukları olacaktır…

       O sıralarda, Edhem Velovic, o güne kadar biriktirdiği 33 altınıyla, kendi kömür damarını aramak üzere Amasra’ya doğru yola çıkar. Tarihler 1864 yılını göstermektedir. Zonguldak ocakları o yıllarda âdeta paylaşılmıştır, ancak Amasra taraflarında el değmemiş damarların olabileceğini duymuştur. Bu işin ne kadar zor olacağını bilse de, Boşnaklar macerayı seven insanlardır, bu yolda şansını denemeye karar verir. Edhem Ağa’nın maceralı yaşamı ve uzun uğraşlardan sonra Tarlaağzı’nda kömürü buluşunu, yukarıda belirttiğim Edhem Ağa yazımda,

Halkın Sesi okurlarına anlatmıştım.

 

OCAK MÜTEAHHİDİ AHMET ALİ AĞA

 

       Bu arada, Ahmet Ali, kendi birikimi ve kayınpederi Ömer Efendi’nin parasal yardımlarıyla düşlerinde hep yer alan hayâlini gerçekleştirme yoluna girer. Bir ihaleye (açık arttırmaya)katılır ve kendisi de inanamaz ama, sonunda ihaleyi kazanır. O tarihte, Zonguldak kömür havzasındaki tüm ocaklar, çoğu yabancı kökenli olan 124 işletmecinin elindedir. Ahmet Ali, bu bölgede, kendi ocağını açan ve işleten ilk Müslüman madenci olur. Zonguldak madencilik tarihini araştıranlar bu isme rastlayacaklardır.

       Ahmet Ali iyi bir girişimcidir; Kilimli’de işletime koyduğu iki ocaktan sonra, Zonguldak’ta,

Çaydamarve Baştarla’da, yeni ocakların müteahhitliğini üstlenir.Artık, çevrede, Ocak

Müteahhidi Ahmet Ali Ağa olarak adı geçmektedir.

Onun bu günlere nasıl geldiğini soranlara, güzel bir deyişi vardır Ahmet Ali Ağa’nın: “İyi ağaç kolay yetişmez; rüzgâr ne denli güçlü eserse, ağaç da o kadar sağlam olur.” Bu sözleriyle, o günlere öyle sanıldığı gibi pek kolay gelmediğini hatırlatırmış dostlarına.

       Bu sıralarda, Zonguldak’ta bir şehirleşme hareketi başlamıştır. İlerde Acılıkismini alacak olan yerdeki düzlüklere direk ve kömür harmanları kurulmuş, yakınına ilkel bir lavuar, ardiye ve barakalar yapılmıştır. Gürcü Tepesi’ninçevresinde ve Üzülmez Deresi’nin denize döküldüğü sahile doğru tek tük de olsa bâzı binalar yükselmiş, birkaç dükkân açılmış ve bu güzergâh üzerinde sanki bir çarşı oluşmaya başlamıştır.

       İlerde, Zonguldak’ın, bir şehirleşme hareketinin merkezi olabileceğini öngören Ahmet Ali, kendi birikimiyle, bugünkü Zonguldak çarşısından, yukarılara, Rüzgârlı Meşe tarafına doğru uzanan büyük bir araziyi satın alır. Bu arazinin çarşıyla olan sınırına da (Bugünkü Gazipaşa Caddesi’nde, Ziraat Bankası’nın olduğu yere) alt kısmı kâgir, üst katları ahşap, üç katlı bir ev inşa eder ve ailecek oraya yerleşirler.


 



 


Ahmet Ali Ağa’nın Gazipaşa Caddesi üzerindeki evi
(1954)

1880’li yıllar… Zamanın Ereğli Maden-i Hümâyun Nâzırı Hasan Paşa, bölgenin en eski madencisinin bulunmasını ister. Adamları, Ahmet Ali Ağa’yı karşısına çıkartırlar. Paşa, onu bir yabancı ile tanıştırır: “Monsieur Alain Maunier”. “O bir jeolog ağam,” der Paşa, “bölgedeki tüm ocakları inceleyip bize bir rapor verecek, senden de onunla birlikte olmanı, tüm havzayı ona göstermeni istiyoruz.”O günden sonra, Maunier ile Ahmet Ali çok iyi dost olur, birlikte çalışırlar. Ancak, Maunier, bir süre sonra o kadar büyük bir proje ile gelir ki bu teklif devletçe kabûl edilmez.

       Fakat, üretilen kömürün % 40’ının yurtdışına ihrâcına 1882 yılında çıkan bir yasayla izin verilince, Zonguldak havzası yabancı sermâye akımına uğrar. 1893’de kurulan Fransız sermâyeli “Ereğli Şirket-i Osmâniyesi’nin (Societe Ottomane D’Heraklee’nin)”, liman ve tesis yapımı gibi bahanelerle en verimli kömür ocaklarınıtekeline almasıyla, 1880’li yıllar, batı emperyalizminin gerçekanlamda havzaya yerleştiği yıllar olarak tarihe geçer.

Bu şirket, 1893’de, 4.5 milyon Fransız frankına, Zonguldak Limanı mendireğini yaptırır, 1896’da havzanın liman ve demiryolu tesislerini eline geçirir ve havzaya nerdeyse tüm olarak hâkim olur. Bu arada Ahmet Ali Ağa ve birkaç madenci, mendireğin sağlam bir şekilde yapılmadığını, büyük bir fırtınaya dayanamayacağını ileri sürerler. Nitekim, 1897’deki büyük bir fırtınada mendirek yıkılır. Bugün, Zonguldak Limanı’nın Fener semti tarafındaki mendireği, daha sonra ikinci kez yapılan mendirektir.

       Ahmet Ali Ağa, belki de Boşnak karakterinden dolayı, büyük dostlukların adamıydı. Rum, Ermeni, Türk fark etmezdi, herkes onun iyi dostuydu. Örneğin, Zonguldak ve Amasra’da, Odesiya Rumbâki,  Artin Karamanyan, Gürcüoğlu  Panos  Efendi,  Dostumoğlu  Mustafendi,

Cafer Efendi, Petro Grokovic, Stefan Yorgiyadis, Yorgaki Zafiropulos, Dimitri Savidis, Sarıcazâdelerden Şâkir Efendi, Boşnak Hasan Efendi, Pandelâki, Setrak Pembeciyan Efendi, Cevahiroğlu Bodosaki, Hacı Ömer Efendi, Mehmet Maksut (Çivi) Efendi iyi dostları arasındaydı.

      Artık Zonguldak’taki evine yerleşen Ahmet Ali Ağa, burada ailesiyle 1907 yılına kadar huzurlu bir ömür sürdü. İkisi kız, dördü erkek, altı çocuğu oldu: Yaş sırasıyla, Ayşe, Ali, İsmail, Necibe, Süleyman Sırrı ve Mustafa. Ölmeden önce, mal varlığını onlar arasında eşit bir şekilde paylaştırmak isterdi hep. Ancak, bu dileği dışında, hayatta yapmak istediği her şeyi gerçekleştirmiş olmanın huzuru içinde, bir gece çarşı içindeki evinde uyudu ve uykuda iken son nefesini verdi. Uzun yıllar maden ocaklarının acımasız koşullarında yıpranan kalbi artık daha fazlasına dayanamamıştı.

       18 Aralık 1907 günü, Soğuksu Acılık Camii’nden kaldırılan cenazesine, Fransız şirketinden bâzı kişilerin ve onun Rum, Ermeni, Hırvat madenci dostlarının da katıldığı  görüldü. Onlar mezarlığa kadar gelip, dua okunurken Müslümanlarla birlikte “Amin” dediler.

       Yıllar sonra Acılık Mezarlığı kaldırıldığında, Ahmet Ali Ağa’nın kabri, İncivez’deki, yeni yerine nakledildi.

1970’lerde, Zonguldak Belediyesi, onun çarşı içindeki evinden yukarılara doğru çıkan sokağa “Ahmet Ali Sokağı”adını verdi. Bu sokak, hâlen bu adı taşımaktadır.

 

AHMET ALİ AĞA’NIN ÇOCUKLARI


 


       Ahmet Ali Ağa’nın iki kızı ve dört oğlu oldu. Onlar, 1934’de çıkan Soyadı Yasası’yla, memleketlerini anımsatan bir soyadı aldılar: “Barlı”.

       Ahmet Ali Ağa’nın ilk çocuğu kızdı, adı Ayşe. Ayşe, Zonguldak’ın ilk Belediye BaşkanıMehmet Ulusoy ile evlendi, dört çocukları oldu; 1944’de öldü. Ayşe’nin ilk kızı Fatma, Zonguldak’ın eski madenci ve belediye başkanlarından Cafer İz ile evliydi.

       İkinci çocuğu,Ali. Eski Zonguldaklıların iyi bildiği Ali Barlı. Çatalağzı’nın iyi ailelerinden Zülfiye ile evlendi, Üç kızları oldu. 1962’de öldü. Zonguldak’ın en zenginlerinden biriydi.

       Üçüncü çocuğu,İsmail.İsmail Barlı, Kapuz’lu Hayriye ile evlendi; iki oğlu oldu. İlk oğluna, dedesi Ahmet Ali’nin adı verilmişti; ancak bu çocuğu 10 yaşında kaybettiler. İkinci oğlu Kadir Barlı, eski Zonguldaklılar onu bilir.

       Dördüncü çocuğu,Necibe. O, aile içi bir evlilik yaptı, Togamilli Hüseyin Drakovic ile evlendi. Necibe, 1943’de öldü. Dört çocukları oldu. Zonguldak Belediye başkanlarından Mustafa Tamer onun oğluydu.

      Beşinci çocuğu,Mustafa Barlı, benim dedem. Ahmet Ali Ağa’nın amcaoğlu Edhem Ağa’nın kızı Fatma ile evlendi; bir oğlu, iki kızı oldu. Oğlu Ömer’i bebek yaşta kaybettiler. 1878 doğumlu Mustafa Barlı 1954’de, 76 yaşında öldü. Zonguldak çarşısının sevilen bir simâsıydı.

Altıncı çocuğu,Süleyman Sırrı. O, daha sonraları yerleştiği İstanbul’dan bir hanım aldı: Makbûle.Süleyman Sırrı, 1969’da yaşamdan ayrıldı.

 


Ali Barlı


Süleyman Sırrı Barlı (ayakta) ve İsmail Barlı


Mustafa Barlı

Ahmet Ali Ağa’nın ölümünden sonra, babasından madencilik işini iyi öğrenen Süleyman Sırrı, bu işi devraldı ve tüm ülkede madenlerin devletleştirildiği 1940 yılına kadar devam ettirdi; kazanılan parayı da kardeşleri arasında pay etti. Bu arada, yerleştiği İstanbul’da nâmı giderek büyümüş, adı “Zonguldaklı Kömür Kralı”na çıkmıştı. Kitaplara, filmlere konu olabilecek çok renkli, ilginç bir kişiliği vardı.

 




 


Soldan: Mustafa Barlı, Süleyman Sırrı Barlı ve Ali Barlı

      İstiklâl Savaşı yıllarında, Zonguldak “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”nin kurucu üyeleri arasında olan Ali Barlı’nın, kardeşi Mustafa Barlı ile birlikte, Kuvvacılara parasal yardımda bulunduğu, o sıralarda İstanbul’da bulunan Süleyman Sırrı’nın da bu yardımlara katıldığı bilinmektedir. Boşnaktılar, ama bizlerden biriydiler; Kuvay-ı Milliye’yi desteklemişlerdi hep. Bu

konu hakkında daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyen okurlarımıza, “Karaelmas’ın İlk Madencileri”kitabımı öneririm.

 

       Ahmet Ali Ağa’nın, İncivez Mezarlığı’ndaki kabrinin çevresi, bugün, aileden veya değil, başka mezarlarla dolu. Bu konuda, bu mezarlığın bakımından sorumlu olduğunu öğrendiğim Kozlu Belediye Başkanlığı’ndan bir dileğim olacak:

 

Karaelmas Diyârı’nın ilk madencilerinden biri olan Ahmet Ali Ağa’ya ait bu asırlık tarihî mezarın baş tarafına, “Zonguldak’ın İlk Madencilerinden Ahmet Ali Ağa, 1835-1907” yazısını yazılarak belediye tarafından korumaya alınmasını ve Zonguldak kent tarihine geçmiş olan bu efsâne adamın anılmasında Kozlu Belediyesi’nin ilk adımı atmasını içtenlikle diliyorum.

 

Uzun yıllar önce, Adriyatik kıyılarındaki Karadağ’ın Bar Limanı’ndan çıkıp bu diyarlara göçen ve kömür aşkıyla bu memlekete yerleşerekköklerini salan bu insanlar, başta Ahmet Ali Ağaolmak üzere, geniş bir ailenin atalarıydılar. Onların aziz hâtırası önünde saygıyla eğiliyorum.

 

 

İletişim: [email protected]


 

Ankara, 20 Eylül 2016