Söyleşi ve imza günü için ZOKEV’in konuğu olarak Zonguldak’a gelen ünlü yazar Cezmi Ersöz, “İddia ediyorum, AKP geldiğinden beri millet dinden, imandan soğudu. Yapılan bir araştırmaya göre toplumdaki ateistlerin, deisitlerin sayısı artıyor” dedi.

 

Ünlü Yazar Cezmi Ersöz Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfının konuğu olarak Zonguldak’a geldi. Maden Mühendisleri Odası lokalinde yapılan söyleşiye  ilgili bir kalabalık katılırken, Ersöz, okurlarına kitaplarını da imzaladı. Toplantıyı yöneten ZOKEV Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Öztürk, “Bugün biraz şiirden, biraz hayattan konuşacağız. Değerli yazar Cezmi Ersöz’e bizi kırmayıp aramıza katıldığı için teşekkür ediyorum. Bugün Zonguldak’ın en acılı günü. Havza tarihinin en ölümlü iş kazası, 1992’de Kozlu’da meydana geldi. Griz patlaması sonucu 263 maden emekçisini kaybettik. 7 Mart 1983’te de Armutçuk’ta 103 maden emekçisini kaybetmiştik. Baharın müjdecisi mart, biz de acıların ayı. Ben iş cinayetlerinde hayatını kaybeden tüm emekçileri saygıyla anıyorum. Hekesin çok daha güvenlikli bir ortamda çalışabileceği bir çalışma ortamı talep ediyorum” diyerek sözü Cezmi Ersöz’e devretti. “Madencilik diye bir meslek olur mu” diye söze başlayan Ersöz, “Madenlerde çalışmak çok zor. Ama düşündüm de bizim de işimiz zor. Üç buçuk yıldır, her akşam, karanlık bir odada son romanımı bitirmeye çalışıyorum” dedi.

 

YAZARLIĞIMIN KARA KUTUSUNU ÇOCUKLUĞUM OLUŞTURUYOR

Konuşmasını, “Benim evin manzarası güzel, Bodrum’da yaşıyorum. Gelenler balkondan denize bakıp ‘Yahu burada yazı yazmak ne güzel olur’ diyorlar” diyerek sürdüren Ersöz,  “Güzel manzarada yazı yazılmaz. Rakı içilir, öpüşülür, sohbet edilir. Öyle söyleyenleri, aşağıdaki beş metre karelik, penceresi bile olmayan bodruma götürüyorum. Benim çalışma odam. Işık olarak sadece bilgisayarımın ışığı var. 500 sayfayı bulan romanı orada yazıyorum. Çok zorlandım.  Zaman zaman bırakacak gibi oldum. Annemi kaybettikten sonra alt ay sonra elime kalem almadım. Niye yazmak istiyorum diye hep düşündüm. Kara kutum çocukluğumdu. Çocukluğuma dönüp delillerin peşine düştüm. Çocukluğumda anılarım var. Beslenme saatimiz vardı o zamanlar. Allah ne verdiyse evden annemiz çantamızı yiyeceklerimizi koyardı. Ben ilkokuldayken annem hastaneye yattı. Babam da bizle ilgilenemeyince beslenme çantam boş olarak okula gitmeye başladım. Öğretmenimiz de biraz dengesiz bir kadın. ‘Arkadaşınızın çantası bugün de boş herkes gönlünden kopan yiyeceği arkadaşınıza versin’ deyince ben yerin dibine giriyorum. Ben daha dokuz yaşındayım kimisi peynirinden, kimisi muzundan bir parça kesip bana getiriyor. Önde Sevil adında bir kız oturuyor. Bir gün bu arkadaşım benim mahcubiyetimi anlayınca, çantanı bana ver, annem ikimizin çantasını da doldurur dedi. Kimseye söyleyeceğine dair söz de verdi. Ben mutsuz bir ailenin çocuğuydum. Annem muhafazakar bir kadın, babam Kemalist, seküler bir adamdı, birbirleriyle anlaşamazlardı. Annemle oruç tutar, babamla orucu bozardım. Bir gün Ramazan Bayramı tatilinde Sevil’le buluşmaya gittim. Sevil gelmemişti. Okula da gelmemişti. Benim beslenme çantam da ondaydı. Sevil’in annesi intihar etmiş. Babası da onu alıp başka şehre götürmüş. Bu benim hayatımdaki geçirmiş olduğum ilk travmaydı. Sevil’in bana getirdiği çantanın içinde sadece muz, peynir, reçel yoktu. O çantanın içinde insanı insan yapan değerler vardı. Yani dostluk, dayanışma, paylaşım, sevgi, emek. İnsanı insan yapan değerler bir mutsuz ailenin dramıyla benim elimden alındı” dedi.

 

İÇİMDEKİ BOŞLUĞU YAZARAK DOLDURUYORUM

Yazar olmasının ontolojik gerekçeleri üzerine konuşmasını sürdüren Ersöz, “İnsan içindeki boşluğu neyle doldurabilir. Belki alkol, belki çok para, yahut vatan millet ve aile sevgisiyle. Belki milliyetçilik duygularıyla. Bu boşluğu bir şeyle doldurmak gerekirdi ben de yazarak doldurmaya çalıştım.  Yazmasam kendimi boşlukta hissedebilirdim. Kitabım çıkınca belki iki üç ay ayaklarım havada gezeceğim. Ama sonra yine boşluklarımla yüz yüze kalacağım. Yaşar Kemal, 85 yaşında roman yazdı. Orhan Kemal, İlhan Berk de öyle. Dağlarca 90 ı buldu. Onlarda yaşamın boşluğunu yazarak dolduranlardan. Benim ontolojik anlam arayışım da bu” dedi.

 

KADINLAR 21 BİN, ERKEKLER 7 BİN KELİMEYLE KONUŞUYOR

Konuşmasını zaman zaman fıkralarla da süsleyen Ersöz, “Adam maaşını alıp eve gelmiş. 1000 lira ev kirası demiş, elli lira yan tarafa bırakmış. Çarşı pazar 600 lira demiş, yine elli lira bir tarafa ayırmış. Elektrik demiş, bir elli lira daha ayırmış. Kadın şaşkınlıkla ‘Sen ne yapıyorsun’ diye sormuş. ‘Ayrıdıklarım meyhaneye parası’ demiş. Karısı da ‘Sen bırak meyhaneyi ben sana evde sofra kurarım’ demiş. Bir akşam evde sofraya kadehler konulmuş. Başlanmış rakı içmeye. Her şey güzel ama muhabbet yok. Konu açmak için adam sormuş: ‘Hayatım Fatih İstanbul’u kaçta fethetti?’ Kadın, ‘1453’ demiş. ‘Peki, hocasının adı neydi?’ ‘Ak Şemsettin.’ ‘Atının rengi neydi?’ ‘Beyaz.’ ‘Peki atının kuyruğunda kaç kıl vardı?’ Kadın kızarak, Nereden bileyim’ demiş. Adam, ‘İşte karıcığım meyhanede bunu biliyorlar’ diyerek meyhaneye koşmuş. Yapılan bilimsel bir araştırmalara göre kadınlar 21 bin kelime ile konuşuyor, biz erkeklerse 7 bin kelimeyle. Hemcinslerime önerim, tartışmayı uygun bir yerinde kesin. Baş etmeniz mümkün değil, ben bu gerçeği yaşayarak öğrendim. Hayatıma giren hiçbir kadınla baş edemedim. Bir hikaye daha anlatayım, Can babaya karısı Güler içki yasağı koymuş. Bir hafta içki içmeyeceksin demiş. Babanın dayanması mümkün değil. Zaten üç gün sonra da sözünü bozmuş. Eve geç vakit zilzurna gelmiş. Yavaşça yatağa yanaşmış. Ama su uyur ama düşman uyumaz. Babanın hanımı babayı kızdıracak ya. Aklına muziplik gelmiş. Can biliyor musun, kızım Su senden değil demiş. Birkaç kez üsteleyerek söylemiş aynı sözü. Vaziyetei kurtarma derdinde olan Baba ağır ağır yataktan doğrulup, “Yahu” demiş, Su’yu seviyorum, seni seviyorum, o adamı da seviyorum. Hadi uyuyalım. Zekaya bakar mısın” diyerek sözlerini sürdürdü.

 

EMPERYALİST ÜLKELERİN SİLAH SATIŞLARI İÇİN İNSANLAR ÖLÜYOR

İçinde yaşadığımız toplumun uğradığı değerler yitimine de değinen Ersöz, “Enteresan günler yaşıyoruz. Geçenlerde bir televizyon programında kitap tanıtımı yapılıyor. Kız, Sat Faik’in ‘Abasıyanık’ kitabı diye tanıtım yapıyor. İzleyince dumur oldum. Geçenlerde benim de olduğum kitapçıya bir genç geldi, ‘Genç Wertel’in bacıları var mı abi’ dedi. Cehalet almış başını gidiyor. Çukur diye bir dizi var. Saniyede beş kişi ölüyor. O dizi de iki kez öpüşme oldu diye televizyona RTÜK’ten ceza geldi. İnanılır gibi değil. İnsanın ruh sağlığı açısından öpüşme mi önemli adam öldürmeler, cenazeler, bombalanmış şehirler mi önemli. Ben artık televizyon izlemiyorum. Sürekli altyazı geçiyor: Bilmem kaç tane insan etkisiz hale getirildi. İnsana sayı olarak bakan kör zihniyetin ruhumuzda ne gibi tahribatlar yaptığını düşünelim arkadaşlar. Doğu Guta’daki vahşeti izleyince şaşırıp kalıyorum. Sağlam bina kalmamış, herkes yer altında mahzenlerde yaşıyor. Çoluk çocuk sürekli bombalanıyor. Emperyalist ülkelerin silah satışları için insanlar ölüyor. Afrin’de YPG de leopar tankları kullanıyor, Türk askeri de. Almanlar köşeyi döndü” dedi.

 

HAYAL BİLE EDEMEDİĞİMİZ ŞEYLER YAŞIYORUZ

Cumhurbaşkanının küçük bir çocuğa söylediği, ‘Şehit olursan o bayrak üstüne örtülür’ şeklindeki sözlerini de eleştiren Ersöz, “Kaba bir Marksist bakışla dünyada hâlâ güzel şeyler olabileceğini umut ediyoruz. O kadar kitaplar okuyup, o kadar romanlar yazıyoruz. Birçok filim izliyoruz. Bunların hiçbirinde hayal bile edemediğimiz şeyler yaşıyoruz. Geçenlerde televizyon izlerken gördüm. Cumhurbaşkanı, yanında altı yaşında bir kız çocuğuyla sahneye çıktı. Çocuğa özel harekât kıyafeti giydirilmiş. Altı yaşındaki pırıl pırıl bir kız çocuğuna o asker kıyafetini kim giydirdi, ona sormak lazım gerçekten. Reis gelince çocuk ortamdan etkilenmiş olmalı ki ağlamaya başlıyor. Ortam da çok kalabalık. Çocuğun cebinde bir de bayrak var. Reis bayrağa işaret ederek, ‘Sen şehit olunca bu elimdeki bayrağı senin tabutunun üzerine koyacağım’ diyor. Onca yazarlığım var, ama işte bunu hayal edemezdim. 35 yıllık yazar olarak bu repliği tahayyül bile edemezdim. Hepimiz negatif enerji doluyuz. Bu bir şeyler yapmamızı engelliyor. Veli Saçılık tek koluyla Ankara insan hakları anıtının önünde işine geri dönmek için direnmeye başladı. Tek koluyla dimdik ayakta. Haksızlıklarla karşı karşıya kalınca bu adamı düşünüp cesaretimi topluyorum” diyerek sözlerini sürdürdü.

 

SOSYALİZMİ FAKİRLERE YARDIM ETMEK FALAN ZANNEDİYORDUM

İnsanın hayatını değiştiren kitaplar olduğunu söyleyen Ersöz, “Hani ‘Bir kitap okudum, hayatım değişti’ derler ya, bu çok doğru. Ben de bir filim izledim hayatım değişti. Henüz 13-14 yaşındayım. Evde yalnızım, Türkan Şoray’a yeni aşık olmuşum. Evimizde televizyon yok. Ben de rahmetli Tarık Akan’ın başrolünü oynadığı ‘Canım Kardeşim’ filmine gittim. Evde televizyonu olmayan bir ailenin öyküsüydü. Tarık Akan’ın kardeşi olan küçük çocuk kan kanseri. Tedavi olamıyor, evine gönderiyorlar. Tek isteği var, evde yatarken televizyonda çizgi film seyretmek. Televizyon yok. Almaya da güçleri yetmiyor. Tarık ağabey bir akşam, televizyon satan bir dükkânın camını kırarak oradan bir televizyon alıyor. Eve gidip televizyonu kuruyor. Ayarlarını yapıp, televizyon çalışmaya başlıyor. Sevinçle kardeşinin yanına gidiyor. Ama tam da o anda kardeşi ölüyor. Ben bu hikayeden çok etkilendim ve o gün sosyalist olmaya karar verdim. Ben o zamanlar sosyalizmi fakirlere yardım etmek falan zannediyorum. Bu hikayeyi Datça’daki bir etkinlikte de anlattım. Tarık ağabey de vardı. ‘Sen yüreği çok güzel bir insansın’ diyerek beni onurlandırdı” dedi.

 

ELİAÇIK’I HİÇBİR YERE SOKMUYIRLAR

Konuşmasının son bölümünde toplumsal yozlaşma üzerine de konuşan Ersöz, sözlerini, “Survivor’ı yedi milyon kişi izliyor. Recep İvedik’i beş milyon seyirci izledi. Kabanın en kabası espriler. İnsanın en pespaye halini anlatıyor İvedik.  Biraz daha kaliteli mizah yapan Cem Yılmaz üç milyonda kaldı. İddia ediyorum, AKP geldiğinden beri millet dinden imandan soğudu. Yapılan bir araştırmaya göre toplumdaki ateistlerin, deisitlerin sayısı artıyormuş. Din bu ise biz dindar değiliz diyor insanlar. İhsan Eliaçık’ı hiçbir yere sokmuyorlar. Kayseri kitap fuarına almadılar. Son olarak Isparta’ya davet ettiler.  Isparta kitap fuarının açılışını Devlet Bahçeli yapacakmış. Listede Eliaçık’ın adını görünce ‘çıkarın bunu’ demiş.  Ben İhsan Eliaçık’la Silifke kitap fuarında bir söyleşiye katıldım. Benden önce konuştur. Elini kaldırıp Rabıta işareti yaptı. Müslüman olmanın dört koşulu olduğunu söyledi. Çalmayacaksın, Öldürmeyeceksin, iftira atmayacaksın, tecavüz etmeyeceksin. Gerisinin şekli şeyler olduğunu söyledi.  Namaz kılmadın, oruç tutmadın cezası yok. İki tek attın çevrene zarar vermediğin sürece cezası yok Bayıldım adama. Gerçek din böyle bir şey olması lazım.”