ARİF ENGİN GÜRSES ve “KÜSKÜN MAĞARA İNAĞZI MAĞARASI” 

Alaaddin Kara

20-23 Nisan 2017 tarihleri arasında Zonguldak Fotoğraf Derneğinin öncülüğünde yapılan        “ Gökgöl Mağarası ve Merdiven Kenti Zonguldak Foto Maratonu ” etkinliği nedeniyle Gökgöl Mağarasında iki gün boyunca çekimler yaptım.   Azdavay yöresindeki Ilgarıni Mağarası hakkında da gözlemlerim vardı.  Fotoğraflarla zenginleştirdiğim gözlemlerimi kâğıda dökünce, ortaya gezi- inceleme türü yazılar çıkmaya başladı. Bir konu hakkında bir şeyler yazılma ihtiyacı ortaya çıkınca konunu kaynağından araştırılması gerekirdi.  Zonguldak mağaraları ve mağaracılık konusunda en doğru bilgilere ulaşmak için Zonguldak Kültür Müdürlüğünde arkadaşım Kürşat Coşkun’un yanına çıktım. Zonguldak Mağaraları ve mağaracılık konusunda uzun sohbetler yaptık. Kürşat, mağaracılık hakkında dergiler vererek konu hakkında bilgilenmemi sağladı.  Söyleşiler eski anıları çağrıştırdı.  Sohbetimiz, Zonguldak Mağara Araştırma Kulübü (ZOMAK ) ve mağara araştırmacısı sevgili hocam Arif Engin Gürses’e kadar dayandı. Zonguldak mağaraları ve mağaracılık deyince Arif hocadan bahsetmeden olmazdı.  Arif hocanın halen Marmara Üniversitesinde Öğretim görevlisi olarak çalıştığını orada öğrendim.  Yakinen tanıdığım mağara fotoğrafçısı MTA çalışanı Hamdi Mengü ile birlikte çalışmalar yapmış.  ,
Kentimizin kıdemli gazetecilerinden merhum Harun Ersoy’un diğer bir özelliğinin mağara kulübünün aktif üyelerinden biri olduğunu da orada öğrendim. Şimdi hayatta olmayan MTA çalışanı Dr Lütfi Nazik ve Kozlu Belediyesinden Dündar Çetin’in ile birlikte yaptığı çalışmaları konuştuk.  Kentimizdeki mağaralar ve mağaracılık hakkında yazıya dökecek kadar anılar birikmişti. Okuduklarımı, duyduklarımı ve mağara içindeki gözlemlerimden yola çıkarak yazmaya karar verdim. Ama bu o kadar kolay bir şey değildi. Uzmanı olmadığım bir konuda kalem oynatmak, tereciye tere satmak gibi bir şey olmaması için dikkatli olmalıydım.   
Çevre dostu E. Zaman’ın yerel gazetelerde ve internet üzerinden yayınladığı fotoğraflarda İnağzı mağarası hakkında farkındalık yaratmak için yaptığı etkinlikler vardı.  Bu çalışmalara tanıklık etmek ve mağarayı fotoğraflamak için E.Zaman ile birlikte yolum kesişti.   İnağzı Mağarasına girerek sifon kısmana kadar olan 300 metrelik bir alandaki mağara taşlarının üzerindeki kirli görüntüleri fotoğrafladım.   Milyonlarca yıldır görsel zenginliği ile elimizin altındaki yaşayan canlı bir mağarayı bilinçsizce yok etmeye çalışmışız. Ama mağara yine canlı ve hala yaşamaya devam ediyordu. İnanılmaz ve müthiş bir şeydi bu. .   Mağaranın küskünlüğünü hissedince içim burkuldu.  Onun için fotoğraf gösterisinin adını “Küskün Mağara İnağzı Mağarası” adını verdim. 
 Zonguldak Mağaraları ile ilgili Arif Engin Gürse ile irtibata geçmek için niyetlenirken kötü bir sürprizle karşılaştık. Sevgili hocamız amansız bir hastalığa kapılarak 23 Ağustos’ da yaşamını yitirmişti. Yaşayanı değerlerimizin sabun köpüğü gibi elimizden kayıp gitmesiyle irkiliriz çoğu kez. İşte bu defa da böyle bir şey oldu; yine geç kalmıştık.   Arif hocayla Zonguldak mağaraları hakkında söyleşi yapmış olsaydık mağaracılık ve kent kültürümüze çok şey kazandıracaktık.  Sanırım Arif hocam en çok İnağzı Mağarasının  kanalizasyon  çukuru olarak kullanılmasına öfkelenecek ve buna müdahale edecekti..  Ben de Hem sevgili hocamızın Mağaralar konusundaki duyarlığını öne çıkartarak onu anmak; hem de İnağzı Mağarasının son durumu hakkında kamuoyu yaratmak için bir şeyler yapmak zorunluluğu hissettim.
  



KÜSKÜN MAĞARA İNAĞZI MAĞARASI.
İnağzı Mağarasının girilmesi ve gezilmesi zor bir mağara olduğunu duymuştum. Özellikle yağmur mevsimlerinde içeri girilmesi tavsiye edilmezdi.  O yüzden mağaranın sürekli yükselen dar geçitlerden oluştuğunu ve yağmur esnasında içeriye girenlerin orada mahsur kalabileceklerini düşünüyordum.  Bundan önceki belediyeler döneminde Mağara,  uzun süre fosseptik çukuru görevini görmüştü.  Sonraki dönemlerde bu işlevinden kurtulmuş olsa bile mağarayı kurtarmak için hiçbir çalışma yapılmadı. Eldeki birkaç fotoğraftan mağara oluşumlarının kir ve pas içerisinde olduklarını görüyor,  mağara için bir şeyler yapamamanın acizliğini yaşıyorduk.  Oysa başka ülkelerde böyle bir duruma asla müsaade edilmezdi.  Mağaranın, dünya mağaracılık literatüründe yer alması için  mağara uzmanlarının görüşleri doğrultusunda adımlar atılırdı. 
 Ben, mağara fotoğrafçısı ya da mağara gezgini değilim. Bu tür özellikleri kapsayan bir kâşif ve mağara fotoğrafçısı çok donanımlı ve bu konularda eğitimli olmak zorundadır. Mağaracılık, kulüpleri olan ve federasyona bağlı bir spor olması açısından oldukça önemli özellikler isteyen bir spor dalıdır.  Alet edevat ve kullanım bilgileriyle donanmış tecrübeli eleman olmadan asla mağaraya girilmez.  Mağarayı fotoğraflamamın amacı, İnağzı Mağarasının ülkemizin ünlü mağaralarından estetik ve fiziki durum ve oluşum zenginliğiu açısından eksik kalır bir yanı olmadığını belgelemek içindir.  Amacım,  milyonlarca yıldır hala yaşama gayreti içinde olan canlı bir mağaranın ilgisizlikten yok oluş sürecine doğru evirildiğini göstermektir.

 
GÖKGÖL MAĞARASI’NI GEZMEYE GELENLER İNAĞZI MAĞARASI’NA UĞRAMADAN GİTMEZ.
Bu konuda kaygısı olan benim gibi düşünen çevremde birçok kişinin olduğunu biliyorum. Çevre dostu E. Zaman’ın İnağzı Mağarası hakkında kamuoyu oluşturmak ve farkındalık yaratmak için çalışmaları vardı. Mağaranın turizme kazandırılabileceği konusunda iddialıydı.  Gökgöl Mağarasına gelecek olanların da İnağzı Mağarasına gezmeden gitmeyeceklerine inanıyordu.    Arabalarla mağaranın önüne kadar inilebilir, hatta İsteyen yazın sahilde çadır kurup, istediği kadar denize de girebilirdi.   E. Zaman’ın arkadaşlarıyla birlikte mağaranın içine girip diş fırçasıyla sarkıt ve dikitleri temizleme çalışmalarını internet ve yerel gazetelerdeki haberlerden takip ediyordum.  
HER MAĞARA ÖZELDİR.
İnağzı Mağarasının diğer mağaralar gibi kendine has oluşumları olmalıydı. Onları fotoğraf makinamla birlikte belgelemeliydim. Engin’i arayarak mağaraya onunla birlikte gelip gelemeyeceğimi sordum.   Mağarayı temizlemek için hortum ve düzenekleri tedarik edince bana haber vereceğini söyledi.  
 Mağaraya giderken,  yanımızda Engin’in küçük kızı Kardelen ile çevreci ve aynı zamanda ressam olan arkadaşım Neco’yu da yanımıza aldık.  Neco, aynı ekiple birlikte daha önce de İnağız Mağarasına girmişti.  E. Zaman, kızı Kardelen’e mağaranın içinde bir sürpriz yapacağını biliyordum.  
 
ÇUVALLAR DOLUSU ÇÖP ÇIKARTILDI.
 Uzunkum’dan itibaren üç tepe geçince, sola saparak mahalle yolundan itibaren aşağıya doğru salındık.    Mahalle yolu bizi sahile indirmişti. Tren yolunun yanına arabamızı park edip malzemelerimizi toparlamaya başladık. Bulunduğumuz yerden mağaranın ağzı,  demiryolu ve hemen onun altındaki sahil görülüyordu.   İnağzı Mağarasının bu kadar ulaşılabilir olmasına rağmen bizim onu yeterince tanımamış olmamız kabul edilir gibi değildi. 
  Mağaranın ağzından içeri girildiğinde geniş bir salonla karşılaştık. Buradan çuvallar dolusu çöp çıkardıklarını söyledi Neco.  Yanımızda getirdiğimiz su hortumunu mağaranın hemen yakınındaki bir evin musluğuna bağladık. Ev sahibiyle daha önceden görüşüp konuşulmuştu. Mağaranın ilk giriş koridorundaki büyük salonda mağara oluşumları tamamlamıştı.   Kalın dikitlerin arkası soyunma kabinleri olarak kullanıldı. Ben hariç diğerleri elbiselerini dikitlerin arkasında değiştirdi.    
FOSİLLEŞMİŞ SALON
 Mağara ağzından içeri girdiğimizde karşılaştığımız ilk büyük salon bile başlı başına görülmeye değerdi. Aktif olmayan bir mağara salonuydu burası. Mağaracılar hariç, İnağazı Mağarasını gördük diyenler büyük ihtimalle girişteki ilk bu büyük salonu görmüş olmalılar. İlerideki boğazlardan ve mağaranın devamından haberleri olmayabilirdi. Çünkü ilk salon oldukça geniş ve yüksekti. İlk geçide kadar olan kısmı da yeterince uzundu.   Ağızdaki mağara tavanı ile mağara tabanını birbirine bağlayan heybetli mağara kolonları ziyaretçiler için yeterli görülmüş olabilirdi.   Halk arasında geçen rivayetlere göre eskiden burada  ne olduğu bilinmeyen kemik kümeleri varmış.
 Geçmek için ilk sınav vereceğim geçit oldukça dar ve biraz aşağıya doğru eğimliydi.  Yaşım ve aklım önce güvenlik diyordu ama şimdi iş mecburiyete dönmüştü.  Mağaranın içinde hava sorunu olmaması işimizi kolaylaştırıyordu.  Aydınlatma baş lambalarımız da şimdilik yeterliydi.  Beni sürekli meşgul eden sorun tabandaki delikten içeri sığıp sığamayacağımdı.  Hadi itiş kakış içeri girdim,  sorun bitmiyordu ki! Bunun bir de çıkışı vardı.  Mağara için uygun giysilerim olmadığı için üzerimdeki günlük kıyafetlerimle sürünerek içeri girecektim. Ellerimde Fotoğraf makinesi, kamera ve çantam vardı. 
 
BEN BURADAN NASIL GEÇERİM?
-Yahu ben buradan nasıl geçerim? Ya deliğe sıkışır kalırsam! Diye söylendim.
-Kafan girerse gerin de geçer korkma! Dedi Neco. 
-Beni kedi ile karıştırdın, o deyimi kediler için kullanırlar. Dedim sıkıntıyla.
  İlk geçitten ilkin ekip başı Engin, sonra küçük Kardelen sürünerek karşıya geçti.   Aşağıya doğru döne kıvrıla sürünerek geçitten zorla karşıya geçtim. Neco peşimizden hortumları ve malzemeleri getiriyordu. İlk geçitte kendimi çamur çoraktan kurtarmak için gayret göstermemin bir anlamı olmayacağını anladım.  Her yerim çamur içinde kalmıştı. 
İKİNCİ SALON   
İkinci salon da ilk salon gibi oldukça heybetli ve güzel görülüyordu. Zengin mağara oluşumları karşısında ilk geçitteki bütün tedirginliğim kayboldu.  Elimden geldiğince fotoğraf ve kamera görüntüleri almaya çalıştım. İkinci salon, ilk salona göre daha genç bir salondu.  Sarkıt ve dikitlerin oluşumunun hala devam ediyor olması, canlı bir mağara ile karşılaştığımızın göstergesiydi. Karşınızdaki manzara karşısında büyülenmeniz imkânsızdı.  Altın sarısı sarkıt ve dikitleri fosseptik atıkları bile gizleyememişti.
 
 Çocuk masumiyeti güzelliğindeki bir sütun ile on bir yaşındaki Kardelen’in birlikte fotoğrafını çektim.  Fotoğraf çekmek için “-Kardelen, sütünun önünde dur!” derken sütunun adı “Kardelen Sütunu” diye çıkıverdi ağzımdan. On bir yaşındaki Kardelen’in cesaret ve azmi takdir edilmeye değerdi doğrusu.   
İkinci geçidin içinde su birikmişti. Buradan karşıya geçmek için de yere yatıp sürünmek zorundaydık.. Ekip başı Engin, baretini çıkartıp sifonun içindeki suyu temizledi.  Dar geçitten geçerken yine zorlanıyorum. Göğsümün çizilmesine engel olsam sırtım çiziliyor; sırtımı korusam, göğsüm çiziliyor.  Maden ocağında bu tür dar yerlerden geçerken belimizdeki lambamızı çıkartıp sürünerek öyle geçiyoruz ama burada lamba belimizde değil baretimizde.  Her an deliğin içinde tıkanıp kalabileceğim endişesiyle şartlarımı zorlayıp karşıya geçiyorum.   Ellerim çamura bulaşmış, objektiflerim çamura batmıştı.  İç çamaşırımın temiz kalan  kısmıyla makinelerimi temizlemeye çalışıyorum. 
ÜÇÜNCÜ SALON DA DİĞERLERİ GİBİ BÜYÜLEYİCİ
Üçüncü salonun güzelliği karşısında büyüleniyorum. Dar ve yüksek geçidin her iki tarafı da sarkıt, dikit ve yaprak oluşumları var.   Burası da canlı bir mağara salonu.  Küçük küçük damlacıkların varlığı oluşumun devam ettiğinin habercisi.   Dar geçitlerdeki bütün endişelerim, kaygılarım salonların güzelliği içinde yok oluyor.  İyi ki gelmişim.
 



Üçüncü geçidin genişliği de diğerleriyle aynı boyutta.  Geçitlerin aynı boyutta olması zorlukların ve çilemizin bitmediğini gösteriyor.  Başka geçit olmadığına seviniyorum.  Yanımdaki ekip arkadaşlarımdan daha kilolu olduğum için her geçit kâbusum oluyor. Öncekilerde nasıl geçtiysem buradan da öyle geçerim diyorum. Ama Engin’i ileriye alıp Neco’yu geride tutuyorum. Delikte sıkışırsam beni iteleyip, çekeleyerek oradan çıkarabilsinler diye. Deliğin içinde bir ara sıkışıp kalıyorum.
DELİKTE SIKIŞIP KALDIM.
 –Abi sağ dön! Diyor Neco. Şimdi hafif sola dön! 
 –Araba mı park ettiriyorsun! Diyorum.  Kollarımda ve vücudumda çizilmeyen yer kalmıyor. Hey Allah’ım, bir de bunun bir dönüşü var!
 

DÖRDÜNCÜ SALON VE SİFON
Dördüncü salon diğerlerinden daha uzun ve mağara oluşumları bakımından daha zengin görülüyor.  Değişik kalınlıkta sütunlar, sarkıt ve dikitler, yaprak ve genç damlacıklar canlı bir mağara odasının içinde olduğumuzu gösteriyor.  Mercan fosillerini görsem tanımam ama bu zenginliğin içinde var olduklarını düşünüyorum.   İleriye doğru alan iyice daralıyor. Sanırım  mağaracıların “sifon” diye adlandırdıkları yer ileride bir yerde.  Donanımımız noksan, oraya kadar gidebilme cesaretim yok.  Mağaraya bağlanan fosseptiğin izleri sütunları ve sarkıtları kahverengi bir tebeşirle çizmişti sanki. Şimdi onları yanımıza getirdiğimiz su hortumuyla temizleme zamanıydı. Hortum büküldüğü için gerilerdeki ek yerlerinden arada sırada çıkıp oyunbozanlık yapıyordu.  
  Salonun ortasında oluşan ciddi bir göçüğü aşıp karşı tarafa geçmemiz gerekiyordu.  Dikitlerin bazıları göçükten etkilenerek yan yatmıştı. Göçüğün karşısına ayağımızdaki spor ayakkabıları ile geçmemiz imkânsızdı. Ekip başı Engin bu durumu bildiği için yanına kramponlu ayakkabılarını getirmişti.  Kaygan zeminde ayakkabının üzerine basarak karşıya geçebiliyorum. Altımızda üç metrelik bir yarık var.  İçimizden biri buraya düşebilir.(ki büyük ihtimalle bu kişi ben olurum)   Kaza sonucu vücutta oluşacak kırık, çıkıklarla o dar geçitlerden geri dönüş nasıl olacaktı? 
 



HORTUMLA YIKANAN MAĞARA OLUŞUMLARI
Hortumla yıkanan mağara oluşumları cam gibi ortaya çıkmaya başlayınca yapılan işin ne kadar doğru bir karar olduğuna inandım. Suyun tazyiki az olduğu için yıkama işlemiyle minik damlataşları zarar vermiyorduk.  Bir çocuğun beyaz dişleri gibi ortaya çıkıyordu damlataşları. Yıkama sonrası mağaranın gözleri ışıldamaya başlamıştı sanki. Mağara oluşumlarının altında yere düşmek için bekleyen damlalar mağaranın mutluluk gözyaşlarını çağrıştırıyordu bende.   Taşların büyüsü karşısında dönüş yolu stresini unuttuğum gibi, aklıma yemek ve su içmek de gelmedi.  Fotoğraf makinamın bataryaları bitene kadar düzenli ve sakince fotoğraf çekmeye devam ettim. 
İnsanların birbirlerine benzemediği gibi mağaraların da birbirine benzemezmiş.  İnağzı Mağarası oluşumları devam eden canlı bir mağara.  Aslında İnağzı Mağarasının ağzı konum itibarı ile denizden on-onbeş metre yüksekte ve sahile paraleldi.  Tren yolu ve tünel hafriyatı ile ön kısmı doldurularak deniz ile mağara girişi arasına demir yolu yapılmış. Bir ara tren raylarının sesini duyunca mağaranın bir özelliğini daha ortaya çıkıyordu. İçinden tren sesi duyulan bir mağara burası.  Şimendifer, bizim mağaranın içindeki kirli taşları yıkadığımızı bilse oradan geçerken uzun uzun tren düdüğünü çalardı herhalde…  Yukarıdaki yerleşim yerinin fosseptik atıkları ve yağmur suları mağaraya bağlanması ile tabandaki girinti ve çıkıntılar düzlenerek salon girişlerinin tamamen daraldığını düşünüyorum.    

SPEALOG TEMUÇİN AYGEN VE MAĞARA ARAŞTIRMACISI ARİF ENGİN GÜRSES’İN ÇALIŞMALARI.
 Ünlü mağara bilimcisi Temuçin Aygen, 1980 yılında mağara araştırmacısı Arif Engin Gürses ile yaptıkları çalışmalar sonucunda Zonguldak mağaralarını Kültür Bakanlığınca koruma altına alınmasını sağlamış.
Temuçin Aygen’e göre inağzı Mağarası:  “ Toptan uzunluğu yaklaşık 1200 metre olan yatay yönde gelişmiş olan bu mağara İnağzında demiryolunun hemen yanında yer almaktadır.  Mağara oluşum yönünden Zonguldak’ın en önemli mağaralarından biridir. Ve deniz kenarında bulunması, yazın mağara çıkışında denize girme ayrıcalığını insana sunmaktadır. Mağarada bulunan oldukça kalın ve ucu sivri sarkıtlar mağaraya görsel yönden ayrı bir hava vermektedir. Mağarada sifona kadar olan mesafede üç tane sürünme gerektiren zorlu geçişler vardır. Bu zorlu geçişler mağarayı insan tahribatına karşı kısmen koruyabilmiştir.”  Diyerek üç alçak kesitin sonradan oluşmadığını mağaranın oluşumuyla ilgili olduğu konusunda bizi bilgilendirmektedir.
 

Eğer mağara tabanındaki çatlak ve yarıklar fosseptik atıkları ve kum, çakıl ile kapanmamış olsaydı denizin uzaklardan getirdiği dalga seslerini de duymuş olacaktık.    Karadeniz’in hırçın dalgaları bir zamanlar mağara tabanına kadar gelmiş olmalı .
Büyük salonda Kardelen’e ömrü boyunca unutamayacağı doğum günü sürprizi yapıyoruz.  Küçük pastanın üzerinde yanan mumlar altında güzel dileklerle on ikinci yaşına giriyor Kardelen.  
Işıklarımızın feri sönmeye başlayınca dışarıya çıkmaya karar veriyoruz.  Bir mağara dergisinde okuduğum yazı aklıma geliyor; “Ayak izinden başka bir şey bırakmadan, fotoğraftan başka bir şey almadan, zamandan başka bir şey öldürmeden!”   mağaraya girerken yaşadığımız endişeleri yaşayarak dışarı çıkıyoruz. Bu arada benim fotoğraf makinem ve kameram aradan çıkmış, ışık kaynağım bozulmuştu.  Çıkış anımızı belgeleyemedim.  Ama mağaranın bende anısı olarak kollarımda ve sırtımda bıraktığı çizikleri bir süre taşıdım.