73 yaşında ilk kitabı yayımlanan Hikmet Kuşhan, “Herkesin inancına saygım büyük. Herkes birbirinin inancına saygılı olmalı. Benim inancım vicdanım. Güzel bir vicdanınız varsa o vicdan sizi hep iyiliğe götürecektir” dedi.

 

Yüzlerce sokak hayvanını beslemesiyle tanınan, yaşam hakkı savunucusu Hikmet Kuşhan’ın “Bulutlara giden yazılar” adlı ilk kitabının imza günü yapıldı. ZOKEV Yayınları arasında çıkan kitabın TMMOB Maden Mühendisleri Odasındaki etkinliğe büyük katılım oldu. Aynı zamanda 8 Mart kutlamalarının bir parçası da olan söyleşinin moderatörlüğünü ZOKEV Yönetim Kurulu Üyesi Ece Bakioğlu yaptı. Bakioğlu yaptığı sunum konuşmasında, “Bugün burada kadın erkek birlikte bir söyleşi gerçekleştiriyoruz. Sezgilerinin peşinde koşan, isyan eden,  kendisine dayatılan şeylere kolayca itiraz edebilen deli kadınları seviyorum. Siz de hayatınızdaki deli kadınları sevin lütfen. Kadın arkadaşlarım da içindeki deli kadınları ortaya çıkarsın. Erkek arkadaşlarımız da bu deli kadınların çoğalması için gayet etsinler. Onları ehlileştirmeye uğraşmasınlar” dedi. Bakioğlu sözlerini, “Elimizde Bulutlara Giden Yazılar adlı bir kitap var. Bu kitap kolektif bir çalışmanın ürünü. İçerisinde Hikmet ablanın çeşitli dönemlerde yazdığı yazılar var. Fikir babası Kadriye Kılıç. Kitabın finansını karşılayan da o. Kitabın grafik tasarımını yapıp  arka kapağına karikatür çize Kürşat Çoşgun. Basımı için uğraşan Aykut Kırbıyık. En önemlisi de paylaşım çizimleri. Paylaş kendi çizimleri, kendi dünyasıyla Hikmet ablayı bizlere anlattı. Böylece ortaya güzel bir kitap çıkmış oldu. Kitabın bir özelliği de gelirleriyle sokak hayvanlarının beslenecek olması. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum” dedi.

 

KONYA ESKİDEN BU KADAR GERİCİ DEĞİLDİ

Bakioğlu’nun “Hikmet ablamız Konyalıdır. Soyadı da Zongul’dur.  Bu da çok ilginç bir tesadüf. Hikmet abla Konya’da nasıl bir yerde büyüdü kendisini anlasın isterseniz” sözlerine yanıt veren Hikmet Kuşhan, “Konya şimdiki gibi tutucu bir yer değildi o zamanlar. Konya’da iki kesim vardı. Seküler kesimin ve dinci kesimi yaşadığı bölgeler birbirlerine müdahale etmeden yıllarca birlikte yaşadılar. Mini etek de giyerdik, bisiklete de binerdik. Erbakan döneminde bu birliktelik bozuldu. Ben yaramaz bir çocuktum. Mahallede erkek çocukların ettiği küfürlerin aynısını ben de onlara ediyordum. İyi ki küfürleri o zaman öğrenmiş ve kolaylıkla karşımdakine küfür etmeyi öğrenmişim. Şimdiki Türkiye’de küfürsüz konuşmayan yok. Ben de geçenlerde birisinin yüzüne doğru küfür edince o da şaşırıp kaldı. Onun anladığı dilden konuşmuştum. Karşılık vermeden çekip gitti. Küçükken bu tavrım yüzünden annemden çok dayak yedim. Sonra kendisine şikayetler gelmeye başlayınca ‘Hak etmişsinizdir’ diyerek  şikâyetçileri başından savar, sonra da beni döverdi. Bana da ‘Bir daha küfür edecek misin?’ diye kızdığında ‘Edeceğim’ derdim” dedi.

 

GÜZEL BİR VİCDANINIZ VARSA O VİCDAN SİZİ HEP İYİLİĞE GÖTÜRECEKTİR

Sözlerine, “Din dersi, öğretmenimiz olmadığı için derse başöğretmenimiz girerdi” diyerek devam eden Kuşhan, “Bir gün bize, ‘Çocuklar ben bir şeyler anlatacağım ama biraz şaşıracaksınız’ dedi.  ‘Şimdi ben pencereyi açacağım, Allah’ım bana bir çuval şeker at’ diyeceğim ‘bakalım şeker çuvalı gelecek mi?’ dedi. Pencereyi açıp şeker istedi. Bütün çocuklar hep birlikte pencereye doluşup bakmaya başladık. Tabi şeker gelmedi. Öyle olunca peşinden sorular sormaya başlıyorsunuz. Dini de adam akıllı bilmek önemli. Sonradan felsefe derslerine girmeye başladım. İki sene İslam felsefesi okudum. Örneğin şimdi ‘Hayırlı cumalar’ lafı çok var. O zaman Arabistan’da toplanma yeri olarak bir tek camiler var. Camide toplanılmışsa ve de namaz vakti de gelmişse namaz da kılınabilir diyor. Aslında caminin bir toplantı yeri olduğunu öğrendik. Emevilerin Kuran’da yaptıkları tahribatları öğrendik. Herkesin inancına saygım büyük. Herkes birinin inancına saygılı olmalı. Benim inancım vicdanım. Güzel bir vicdanınız varsa o vicdan sizi hep iyiliğe götürecektir. Bir komşunuz aç yatıyor, siz yemek yemişsiniz ne faydası var. Kapınızdaki hayvan açsa, sizin tokluğunuzun bir anlamı yok bence” dedi.

 

KARDEŞİMİN OKUYABİLMESİ İÇİN OKULU BIRAKTIM

Çocukluğumdan yana güçsüzden ve yoksuldan yana olduğunu da söyleyen Kuşhan, “Yaşama böyle bakınca hep bir şeyler öğrenmek zorunda kalıyorsun. Türkiye yoksul bir ülke. Bu yoksullukta ülke ne kadar geliştiyse insanların yaşamı da o kadar değişti. Liseye başladığımda benden iki yaş küçük kız kardeşim vardı. Ben lisede okurken o da Kız Enstitüsünde okuyacaktı.  Babamla annem konuşurken duyuyorum. Enstitü masraflı bir okul ikisinin masrafını nasıl karşılayacağız diye konuşuyorlar. Ben de lise birde iki dersten ikmale kaldım. Sınavlara girmedim. Okul müdürü beni çok severdi. ‘Niçin sınavlara girmiyorsun’ deyince okulu bıkacağımı söyledim ona. İş bulmamda yardımcı oldu.

Okuduğum okulda değil de erkek lisesinde katibe olarak çalışmaya başladım. Çocukluğunuzu atamıyorsunuz. İşe giderken, kısa çoraplar giyiyordum. Baş muavin ‘Artık çalışan birisin kısa çorap giymekten vazgeçmelisin’ söyledi. Tarihi büyük bir okuldu. Büyük şairlerimizin birçoğu da o okuldan geçmiştir. Tırabzanlarımız vardı. Herkes sınıfa girdiklerinde ben o tırabzanlardan aşağıya kayardım. Bir gün müdürümüz beni yakaladı. ‘Hiç olmadı, hiç olmadı!’ dedi. Daha sonra Emlak Kredi Bankasında çalışmaya başladım, liseyi de dışarıdan bitirdim. Bankada ‘Yapı tasarrufu’ bölümünde çalışıyordum. Şimdiki TOKİ’ye çok benziyordu. Bir para yatırıyorsunuz, iki sene parayı banka kullanıyor. Üçüncü senede bankanın istediğim biçimde ev alabiliyorsun. Krediler geri ödenmeye başlayınca sorunlar çıkıyor, icralar gelmeye başlıyor. Açık artırmayla insanların ellerindeki konutlar ellerinden alınıyor. İnsanlar biriktirdikleri kredilerden ve içinde oturdukları evlerinden gözü yaşlı ayrılıyorlar: O bankayı çekemedim. Başka bankaya geçtim. Bu arada Kemal’le evlenerek Zonguldak’a geldim. Siyasi nedenlerle evlerimiz basıldı, kitaplarımıza el koydular. Kemal’in arkadaşı Nurdan avukat aslında kitaplarınızı alabilirsiniz deyince, ben de bir Arnavut’la evli olduğum için o inatla Selimiye’ye gidip mühürlü çuvallardaki kitaplarımızı alıp geldim. O zaman bile böyle şeyler yapılabilirken şimdi böyle şeyler yapmak sanırım çok zor” dedi.

 

BEHİCE BORAN’LA DA ÇALIŞTIM

Özer Er’in Ereğli’de Maden-İş Sendikası temsilcisi olduktan sonra yaptığı teklif üzerine bankayı bırakıp Ereğli’ye gittiğini söyleyen Kuşhan, “Kemaller burada Sömürücüye Yumruk gazetesinin devamı olan İşçi Davası gazetesini çıkartıyorlardı o zaman. Kemal Ereğli’ye sonradan geldi. Sendikaya geçince işçi arkadaşlarım çok oldu. Sıcak ve soğuk haddehanelerde çalışan işçilerle çok güzel bağlarım oldu. İyi ki Zonguldak’tan çıkmışım dedim. Çünkü Kemal’in etrafındaki siyasi yapı bana çok baskıcı gelmişti. Zaten hiçbir zaman ne bir tam sosyalist, ne de tam bir komünist olabildim. Her şeyi düşüne düşüne insani anlamda anlamaya çalıştım. Orada güzel dayanışma içinde günlerimiz oldu. Ereğli’yi ve işçilerini çok sevdim. 72 günlük grevlerinde onların yüksek fırınlarının sönmemesi için nasıl gayret gösterdiklerine şahit oldum. Grev sonrası başarıya ulaştıklarını söyleyebilirim. Sendika temsilciliğine Şükrü Özbayrak’ın seçilmesinin ardından bir müddet sonra ayrılmak zorunda kaldı. İşçilerin kurduğu bir kooperatifte çalıştım. Daha sonra İstanbul’dan Behice Boran’ın benimle çalışmak istediğine dair haber geldi. Behice Hanım beni tanımaz, benden arkadaşları bahsetmiş olmalıydı. İstanbul’a gittim. Kemal Ereğli’de kaldı. Behice Hanım iyi bir insan, iyi bir yönetici, iyi bir partiliydi. Ama ben Behice Hanım’dan daha çok Nihat Sargın’ı sevdim. Çok keyifli bir insandı. Keyifli insanları çok severim. Nihat Bey boğazda yalıda oturan, çok görgülü, kibar, birikimli bir adamdı. Böyle bir adam sosyalist olmuş. Bence önemli olan ve en zoru olan yoksulluktan gelip sosyalist olmak değil. Öyle bir yerden gelip sosyalist olmak" diyerek sözlerini tamamladı.