Zonguldak bir büyük değerini, en ışıklı yüzlerinden birini kaybetti. Kentimizde bir hukuk ve namus abidesi olarak derin izler bırakan Zonguldak Barosu eski başkanlarından Avukat Kaya Taşçakmak’ı geçtiğimiz cuma günü toprağa verdik. İyi bir hukukçu olmasının yanı sıra, babacan kişiliği, çelebi tavırları, şiirli düşleriyle bilinen Taşçakmak’ı tanıyan herkesin ortak fikri, “Hayatın en namuslusunu yaşadı” şeklindeydi. Zonguldak’a delicesine tutkundu.  Çocukluk yıllarının geçtiği Kilimli’yi bulduğu her fırsatta kutsar, her geçen gün gerileyerek bir çirkinleşme süreci yaşayan kentine ağıtlar yakardı. Sanata edebiyata düşkündü. Bu alanda yapılan çalışmalara sınırsız destek verdi. Bu yönüyle “kültür adamı” payesi de taşıyan Taşakmak’ı bu özel sayfa ile uğurluyor, Halkın Sesi ailesi olarak tüm Zonguldak halkına baş sağlığı diliyoruz.
 




Kaya Taşçakmak

10 Ağustos 1939’da Zonguldak’ta doğdu. İlköğrenimini Kilimli’de yaptıktan sonra Mehmet Çelikel Lisesinden mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi. Serbest avukatlık yaptı. Büyük grev yıllarında Genel Maden İşçileri Sendikasında hukuk müşavirliği, 1994-96 yılları arasında Zonguldak Barosunun başkanlığını yaptı. Baro Başkanlığı yıllarında Zonguldak Demokrasi Platformu Dönem Sözcülüğünü de üstlenen Taşçakmak bu sırada kentte toplumsal muhalefetin sesi oldu. Öğrencilik yıllarından bu yana sahip olduğu değerleri son nefesine kadar taşıyan Taşçakmak şair ruhuyla da tanınıyordu.

  

30 Kasım 1990’da başlayan büyük madenci grevi sırasında Genel Maden İşçileri Sendikasının hukuk müşaviriydi. Engin hukuk bilgisiyle çok katkı sundu grevin büyümesine. Tüm kentin sokaklarda olduğu o günlerde Zonguldak Barosu avukatları cübbeleriyle destek veriyor eyleme. Kaya Taşçakmak en önde yürüyor. Yanında da o zamanki Baro Başkanı rahmetli Hürol Baruönü bulunuyor.

 


Yine grev günleri. Bilge yazar İlhan Selçuk, Türk basınının onur ismi Uğur Mumcu, o zamanlarda Şişli Belediye Başkanı olarak görev yapan Fatma Girik, Gazeteci Yazar Ali Sirmen ile kol kola maden işçileriyle dayanışma yürüyüşünde. Kaya Taşçakmak hemen arkalarından omuz veriyor emek mücadelesine.

 

Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı’nın kuruluş günleri. ZOKEV’in konuğu olarak Zonguldak’a gelen Aziz Nesin, bir münadi olarak ülkenin bugün geldiği durumunu bir bir anlattıktan sonra yemek yeniyor Maden Mühendisleri Odasında. ZOKEV Başkanı Enver Karaçam, günün anısına plaket sunarken masada Baro Başkanı ve Zonguldak Demokrasi Platformu Dönem Sözcüsü olarak yer alan Kaya Taşçakmak alkış tutuyor.

 

NE DEDİLER?  



Kemal Anadol (CHP eski Milletvekili, Grup Başkanvekili)

Çok değerli, sevdiğim bir arkadaşı yitirdim. Çok üzgünüm. Meslek onurunu en yüksekte tutmuş bir hukuk adamı, hayatın en namuslusunu yaşamış bir insan yok artık. Kaya hem çok iyi bir insan, hem de en iyi okurlarımdan biriydi. Çıkan kitaplarını herkesten önce okur, sonra da benle tartışırdı. Bu ahlaksız ve adaletsiz düzene karşı kaya durmasını bildi. Bu düzenin ezdiği emekçilerin sesini çakmak taşı gibi yakarak yükseltti. Onu çok özleyeceğim.

 

Zafer Kalafat (ZOKEV Yönetim Kurulu Başkanı)

Zonguldak’ın yetiştirdiği değerli insan, hukukçuluğunun yanı sıra bir kültür adamı olarak da gönlümüzde apayrı bir yeri olan Avukat Kaya Taşçakmak’ın vefatını büyük bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum. Sayın Taşçakmak öğrencilik yıllarından beri sahip olduğu barış ve eşitlik dolu dünya düşünü son nefesine kadar taşımış çok değerli bir aydındı. Yaşadığı zaman dilimi içinde kente hem akıl, hem de gönül gözüyle bakmayı becerebilmiş, kimi tarihsel ölçekli olayların içinde yer alarak öznesi olmuş soy bir Zonguldaklıydı. Ömrünü kitapların dünyasına adamış, cebinde taşıdığı şiirleri bulduğu her fırsatta dostlarıyla paylaşmaktan büyük bir keyif alan bir gönül adamıydı. Hukuk alanındaki hizmetlerini Zonguldak Barosu Başkanlığı ile taçlandırmış iyi bir savunman, Türkiye’nin bir hukuk devleti olması için çaba harcayan bir ülke sevdalısıydı.
Sevgili Kaya Taşçakmak vakfımızca yapılan “Kent Söyleşileri” dizisine konuk olarak, tanıklıklarını bizlerle paylaşmış, anlattıklarıyla hepimizin bir kez daha hayranlığını kazanmış bir kent bilgesiydi. Zonguldak’a duyduğu katıksız sevgiyi, yitip giden değerleri için biriktirdiği hüznü şiirli bir dille anlatırken, tarihe izler bıraktığının farkındaydı. Çocukluk yıllarının geçtiği Kilimli, anılarının başkentiydi. 78 yıllık ömrü kentin kaybolan güzelliklerinin ardından yaktığı ağıtlar, kurdu, kuşu, karıncası, kumu, çakılı için verdiği mücadele ile geçti. Tüm bu çabalarıyla da kentimizin ışıklı yüzü, Zonguldaklılık ruhu ve bilincinin yapı taşı oldu. Duyarlı yüreği son zamanlarda yaşanan acılara dayanamadı ve ne yazık ki ani bir kalp krizi ile aramızdan ayrıldı.
Onun Zonguldak sevgisini, şiirli düşlerini, ülkemizin bir hukuk devleti olması özlemini bize bıraktığı en değerli miras olarak kabul ediyor, ZOKEV ailesi olarak bu görevi sonuna kadar yerine getireceğimize anısı önünde söz veriyoruz. Yeri asla doldurulamayacak bir büyük değeri kaybetmenin derin teessürüyle Sevgili Kaya Taşçakmak’a rahmet, ailesi ve yakınlarına sabırlar diliyorum. Tüm Zonguldak halkının başı sağ olsun.

 

 

Serkan Akman (Sosyal paylaşım sitesi hesabındaki iletisi)

Nişan yüzüklerimizi takmıştınız! Öyle adamlardandınız siz, bulundukları yerde sorumluluk verilen, varlığıyla bu sorumluluğu zaten kendiliğinden sahiplenen... Taktığınız yüzüklerin iyi bir başlangıç olduğunu, mutlu bir evlilikle birlikteliğimizin sürdüğünü bilirdiniz.

Bayramdan bayrama da olsa küçük salonunuzda, içi geçmişten günümüze önemli ve yurtsever bir insanın okuyabileceği değerli kitaplarla dolu kitaplığınızın önünde, Zonguldak manzarasına karşı içtiğimiz kahveleri hiç unutmayacağım.

Kendini yetiştirmiş insanlara özgü bir bilgelik sezinlerdim sizde. Bariton sesinizin çatallı çınlayışı, bana içinizde konuşan bir bilge adamın varlığını düşündürmüştür hep.

Öyle adamları ölümlerinin ardından saygıyla selamlarım. Güle güle Kaya Taşçakmak...


 

Ali Bahadır (Gazeteci-Yazar)

Avukat Kaya Taşçakmak, iyi bir hukukçu olmasının yanı sıra okur-yazar bir insandı. Çok ısrar ettiğimiz halde birbirinden güzel şiirlerini kitap haline toplamasını ne yazık ki başaramadım. Umarım geride kalanlar, bu değerleri şiirleri derler ve kitaplaştırır. Kaya Taşçakmak, benim nadir olarak ağabey dediğim, sohbetine doyamadığım  sevgili dostumdu. Kaybından derin üzüntü duyduğumu belirtmek isterim.

 


İrfan Yalçın (Yazar)

Kaya’yı İstanbul’da tanıdım ve ilk orada gördüm. Daha sonra Hikmet’lerde (Kuşhan) bir araya geldik. Sonrasında ilişkimiz yoğunlaştı ve Zonguldak’a geldiğimde sık sık görüşüyordum. Edebiyat ve sosyal konularla uğraşan çok dürüst, çok namuslu bir insandı. Şiire çok meraklıydı. Her yanından şiirler taşan bürosunda son kez görüştüğümüzde çok yorgundu.  Hep ileriye bakan, iyi düşünen ve izleyen bir kişiliği vardı. Ölümü beni gerçekten çok yordu. Daha birkaç ay önce yaşamın kırıklarından, güzelliğinden söz ettik onunla. Yaşamın bir yanı ölüm. Gitgide azalıyoruz ve çok az kaldık artık. Tek kelimeyle üzülüyorum.



Kilimli

 

 

yıllar önce yürüyerek gittiğim ilkokulu

gece gündüz yüzdüğümüz ‘hisararkası’nı

yaşamak istiyorum yeniden

yeniden görmek eski inağzı’nı

o güzel çamlığı

dünyanın en güzel doğa parkı

“asker tepesinin” altını

 

mümkün mü yeniden yaşamak

eski kilimli’yi

tenis kortuyla, eşsiz çiçekleriyle süslü

meşhur “kulübün bahçesi”ni

ceviz altında çamurda

kızak kaydığımız

bizim” toptepesi mahallesi”ni

 

yaşamak…

bez tozla oynadığımız

şimdiki pazaryerini

en güzel meyvelerini alırken

bekçi düdüğüyle yarıştığımız

bugünkü lise’nin yeri

“bahçıvan bahçesi”ni

 

çelikel’in dönüşü kamyonla

eve görünmeden

doğru ikinci mesaiye

tavlaya, piştiye

pala’nın kahvesine

 

yaşayabilmek

o günkü kilimli’yi

“aslan kayası”nı

“alacaağzı”nı

kara ali’nin takasıyla

palamuta gittiğimizi

su deposunda, yenimahalle’de

leblebiyle şarap içtiğimizi!..

 

 

yaşamak istiyorum

turgut’u, hatay’ı, kaleci osman’ı ile

“şampiyon kilimlispor”u

çok keyiflendiğimiz

“akçasu” eğlencesini

4 tek yarış “kik”iyle

bir “göbü” dönüşümüzü

azgın dalgalarla boğuşup

gece karaya çıktığımızda

kumları öptüğümüzü!..

 

yine de yaşamak istiyorum

“bizim kilimli”yi

renkli bir fotoğraf gibi

gündeme getirerek

şakir ağa’yı, eşekçi ali’yi

olur mu bunları unutmak

gönül koyar bize sonra

oralardan bakarak

sevgili hasan bayrak…

 

mümkün mü unutmak

“ipsiz recep” taifesi

zekeriya emice’nin meyhanesini

“piket”te kaybettiğinde

zamlanan köftesini

 

yaşamak istiyorum

tadı doyumsuz kış gecelerinde

kar diz boyu

bir-iki tavuk operasyonu

mükellef bir sofra

sonra

karlar’a pike yapıp kamyon kasalarında

ola ki ayağa kalkanlara

özel ödüller koyduğumuzu

 

yaşamak istiyorum

mümkünse

dünüyle, bugünüyle

tüm kültürüyle

bir nefes gibi seni

çok şey istediysem bağışla beni

delikanlılığımız

özgürlüğümüz

çok şeyimiz kilimli!

 

Şubat 1997

Kaya Taşçakmak

Ah Kaya ağabey…

Ahmet Öztürk

 

Bizi, hiç beklemediğimiz zamanda, bir büyük yalnızlığın içine atarak yıldızlara ağan Kaya ağabeyi anlatmaya nereden başlayacağımı, yazıya hangi sözcüğün neresinden gireceğimi düşünüyorum kaç saattir…

Düşünüyor, bulamıyorum… Sözün tüm açınımlarıyla çok yönlü bir kişilikti o…

En çok bilinen hukukçu yanından söz etmeye kalksam, Zonguldak Baro Başkanı Kerem Ertem’in tabutu başında dile getirdiği sözlerin yanında çırak kalacağı kesin kelimelerimin…

Sözü erbabına bırakarak kalemi ehline teslim etmek en doğrusu bu hususta…

Çapımı biliyorum, bir hukukçuya, arkasından, Bir mücadele adamıydı. Mücadelesini mesleğini kullanarak değil, mesleğini büyüterek yüceltendi. Avukatlık mesleğini ilkeleriyle anlatır, ilkeleriyle yaşatır ve bize hep tekrarlatırdı” dedirten bir hukukçuyu, doğru tanımlayacak sözcükleri bulabilecek mahareti göremiyorum kendimde…

Avukatlığı adliye ile yazıhane arasında laf cambazlığı yaparak dünyalığını doğrultma sanatı olmaktan çıkarıp, hak arama, hakkı teslim etme mücadelesine dönüştüren gerçek bir savunmanı anlatmak bencileyin bir yazı heveskarı için zor bir iş ayrıca…

Buna bir de avukatlık yazıhanesinden daha çok; her yana yayılmış kitapları, duvarları bezeyen özlü sözleri, şiir tablolarıyla bir kültür merkezine dönüşen bürosuna uğrayıp da talep ettiği yardımı alamayan bir Allah’ın kulunun kalmadığını ekleyince, cüretimin bir cahil cesareti olduğu çıktı ortaya…

Hukukçuluğunu bir kenara koyup düşlerini anlatmaya başlasam diye düşündün bu yüzden, bu kez de hangisinden başlayacağımı şaşırdım…

Kaya ağabey, ta öğrencilik yıllarında içine dolan, “Savaşsız, sömürüsüz bir dünya” gibi büyük bir düşün peşinden, 78 yıllık ömrü boyunca hiç ayrılmamış bir “düş adamdı” zira…

Bütün Zonguldak tanıktı ki, tüm sol, sosyalist kuruluşların, sendikaların, başı sıkışan devrimcilerin gönüllü savunmanıydı… Hiç vekâlet almaya bile gerek görmeden dilekçelerini yazdı, düzeltti, başvurularını yaptı, yol gösterdi, önerilerde bulundu engin bir gönülle…

Yetinmedi, cübbesiyle protesto gösterilerine katıldı, emeğin, mağdurun, hakkı yenmişin, haklının yanında oldu her zaman…

Deniz Gezmiş’in üniversitelerde yaptığı ilk boykotlarda girdiği kolundan, hiç çıkmadı son nefesine kadar… Onların düşlerine kadar hep sadık kaldı…

 

BULUNDUĞU HER YERE ŞİİRİN BÜYÜSÜNÜ DE TAŞIRDI

Sonra hep şiirli düşlerin peşinde koşan bir şiir adamdı o…

Cebinde dizeler taşırdı daima… Sohbetin en koyu yerinde inci gibi yazıyla kaleme aldığı şiirleri çıkarır, şiirin büyüsünü yayardı ortama…

Onunla oturup içilen iki kadeh rakı, gönlü zengin kılmanın, kendini iyi hissetmenin en kestirme yoluydu…

Durmadı, barış, kardeşlik düşü kurdu ömrü boyunca… Ülkesinde huzur olsun istedi, kimsenin kimseyi hor görmediği, herkesin tok yattığı, yarın endişesi duymadığı sevgi dolu bir dünya umut etti ömrü boyunca…

En büyük düşü de gerçek bir hukuk devleti olmasıydı ülkesinin… Bir hukuk insanı olarak, hukukun bu kadar kaba şekilde ayaklar altına alınması, hukuka aykırı işlemlerin bu denli kolay yapılması kahrediyordu onu…

Bitmedi, ömrünün en olgun yaşlarında torunuyla birlikte çocuk düşlerine geri döndü yeniden…  Masallar, oyunlar, tekerlemeler, şiirler biriktirdi onunla, hayatı bir başka boyuta taşıdı adeta…

Şimdi hangisini anlatayım ben bu düşlerin… Her biri bir başka gönül yüceliğine karşılık gelen bunca duyguyu anlatmaya benim yazı yeteneğim de, sayfaların sınırı da yetmez ne yazık ki…

 

HAYATIN EN NAMUSLUSUNU YAŞAYANLARDANDI

Zonguldak’a duyduğu katıksız sevgiyi anlatmak en iyisi olacak galiba diye düşündün en sonunda da…

Aklıma gelir gelmez de vaz geçtim…

Kilimli bambaşka duyguların yeri, kendini var eden bitimsiz sevginin adıydı onun yaşamında… Arslan kayası, Hisararkası, Deniz Kulübü, dar sokakları, tozlu yolları, her biri gönlünde bir başka yer tutan insanlarıyla anılarının başkenti olduğu kadar, unutulmaz dostlukların anavatanıydı da…

Zonguldak’sa yüreğinde hiç dinmeyen bir sızıydı, kaybolan güzelliklerine, yitip giden değerlerine ağıtlar yaktı bu yüzden… Kesilen her ağacı, betonlanan her karış toprağı, yıkılan her yapısı bir başka tortu bıraktı içinde…

Gürül gürül sokaklarıyla umdun başkenti olan kentinin, ışıksız, mecalsiz hale düşmesini büyük bir hüzünle seyretti…

Onun gönlündeki bu yarayı, üstelik Kilimli’yi pek az bilen biri olarak nasıl alabilirdim ki kaleme?

Anladım ki her meslek gibi yazı adamlığı da, belki de hiç beceremeyeceğim kadar zor bir zanaatti…

Ömür boyu dostluklarına hep sadık kalmış, olduğu her ortama güzellik katmış, hayatın en namuslusunu yaşayarak herkesin takdirini kazanmış bir insanı anlatmak, belli ki, benim gibi acemi bir yazıcının işi değildi...

Ah Kaya ağabey, ölümüyle bile dersler veren zarif, çelebi insan, o yüce hatırana gölge düşürmeden seni anlatmayı hiç beceremeyeceğim anlaşılan…

Susup anılarımızın önünde saygıyla eğilmek en doğrusu bu yüzden…

Ah Kaya ağabey ahhh…




Cebinde şiir taşıyan adam ağıtı (*)

Ece Bakioğlu

 

Düş kırığı, tuz halleri, sayıklamalar...

Önce saçları suya düştü, sonra düşleri…

Eğildi suyun aynasında gördü yüzünü.

Hiç okunmamış kitaplar gibiydi bakışının ardındaki.

Sonra suyun aynası kırıldı.

Saçlar düşünce mi, düşler düşünce mi? Her ne sebeptense, kötü şans demekti.

Oysa en beteri bizim oralara asırlardır bahar gelmemişti.

Başka bir yerde bir adam elindeki urganı ağacın uzak dalına takmak için uğraştı.

Hep ıskaladı ki bu dışarıdakiler için iyi bir şeydi.

Biz bir ara “Oh yaşamak ne güzel şey!” satın almak istedik.

Çulsuzduk.

Siyah beyaz fotoğraflarımızı tezgâha dizdik.

Bir nevi tüm yaşanmışlıkları.

Yok mu alan, satılık, kelepir, yok paraya!

Kimseler değmedi.

O kadın hariç.

Yaşlıca biriydi birazcık da asortik.

Ama bakışları tarhana sıcağına benziyordu çokça ve elleri tazecikti.

Eğildi masada oturan bir adam fotoğrafına takıldı kederi.

Vazgeçti.

Yürürken kaldırımda eğilip okşadı sokak kedisini, elini silmedi sonrasında.

Az buçuk bizdendi.

Sonra biz az kişili, çok insanlıklı masalara oturduk.

Sarhoşluğumuz alkolden değildi külliyen yalan.

Sarhoştuk çünkü yaşam dışarıda yine başıboş akıyordu. Biz durmuştuk.

Sonra bir adam ağrılı dizleri gencecik bakışları ile insandı.

Sonra bir kadın anılar getiriyordu buket buket.

Sonra bir adam dışarıdan duyanlara metalik sesli.

Ama masada akan çağıldayan yumuşak bir melodi.

Bir adam cebinden şiirler taşan adam, onları okuyordu tek tek.

Okuyor muydu, dökülüyor muydu kelimeler ben bilemedim.

Herkes bir kaçını topladı aldı bunu bildim.

Sonra bir kadın onlara baktıkça kederlendi sanki.

Garsonlar tabakları topladılar kimi zaman, kimi zaman yan taraftan şiirleri.

Sıcak bir mevsimi bulmuş gibiydik belli ki.

Herkes dağıldı peşinden başıboş akan hayatın içine doğru.

Sonra çocuğun kitabı, yangında ilk kurtarılacak dosyalar, kömür sıkıntısı.

Geçim derdi, yalnızlık, istenmeyen kalabalık vesaire.

Politika, kadın hakları, kullanılmış mendiller vesaire.

Evlilik programları, ekonomik büyüme, kar taneleri vesaire.

Kamusal alanlar, grizular, kış indirimleri vesaire.

Demokrasi, gözaltılar, kesilmiş gazete kupürleri vesaire.

Mevsim normalleri, il başkanı seçimleri, yıkanmamış bulaşıklar vesaire.

Düşler, düşenler, içler dışlar vesaire.

Şimdi olan neydi?

Suyun aynası kırıldı düşler düşünce.

Biz bir ara “Oh yaşamak ne güzel şey!” satın alacağız elbet yok paraya.

Şimdi olan neydi?

Bir kadın yağmurda, paltosu kederli salınmakta.

Tuza durmuş gözleri. Ağlamaktan geliyor besbelli.

Şimdi olan neydi?

Evlerin o mahrem ve kederli halleri arasında,tüm kara parçalarında aranan insanlık halleri arasında,

oradan oraya taşınan taşların durağan ve yaşanmış halleri arasında, biz bir ara “Oh yaşamak ne güzel şey !” satın almak istedik.

Bize bu ara “Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır” sattılar.

Bir de sıcak tutabilsek kendimizi, hala üşüyoruz.

Hala üşüyoruz.

Üşüyoruz.

“Bütün kadınlar üşür” dedi bir kadın insanlıklı bir masada.

“Çok üşürdük, hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız”(**) dedi insanlıklı bir şair.

 

(*) Kaya Taşçakmak, Hikmet ve Kemal Kuşhan’la birlikte, insanlıklı bir masada, şiirli düşler çoğalttığımız sohbetin ardından kaleme alınmıştır.  

(**) Turgut Uyar- Çok üşümek