Dibe vurmak, çökmek, karanlıklar içinde debelenmek böyle bir şey galiba. 80’li yılların başında paraşütsüz olarak düşüşe geçen Zonguldak, yere çakılmak ne kelime, eksi bilmem kaçlara düştü iyice… TTK’nin küçültülmesine koşut olarak alternatif iş olanakları yaratılmayınca ekonomik olarak bitirilen kent, pek çok açıdan geriledikçe geriliyor. Hangi göstergenin penceresinden baksanız, dudak uçuklatan bir karanlık karşılıyor bizi. Birkaç lokalin içine sıkıştırılan sosyal hayat, eski pırıltılı günlerini mumla arıyor. Kültürel yaşam, olabilecek en alt seviyede sürerken, büyük bir ahlaki çöküntü yaşanıyor. Bir zamanlar ülkenin umudu olan direnişlerle anılır, “Emeğin Başkenti” olarak adlandırılırken, yüz kızartıcı suçların başkenti olduk şimdilerde. Gazetelere yansıyan toplu tecavüz, cinsel istismar haberlerini okumaya haya ediyor insan… Bu insanların arasında nasıl yaşayacağına, çoluğunu çocuğunu bu topluma nasıl emanet edeceğine şaşırıyor…

 Binlerce kez yazdım, ulaşım tam bir fecaat hâlâ... Şehir içi yollar bir başka alem olsa da Ankara, İstanbul yolları içini dışına çıkarıyor gelip gidenlerin. Bir kentin, bu çağda bunca “yolsuz” kalması, akıllara durgunluk veriyor. Eğitimde başarısızlık diz boyu… Bizden ayrılan Bartın, Karabük gerek üniversite, gerekse lise giriş sınavlarında başa güreşirken Zonguldak’a nal toplamak düşüyor ülkede. “Karaelmas” gibi markalaşmaya yüz tutan ismini yitiren üniversite ise, yıldızı parlayan bir kurum haline dönüşemiyor bir türlü… Sağlık alanında bir hastane komedisidir gidiyor. Devlet dahil herkes yeni tesisler vaat ediyor ama bir çivi bile çakılmıyor nedense. Sağlık Bakanlığı ile Haberal hastane yapacak yer bulamadı hâlâ… Özel sektör yatırımlarının hiçbiri tamamlanmadı. Kozlu Belediye Başkanı Bay Ali Bektaş referandum döneminde “kadrosu bile hazır” dediği hastaneyi, oyları aldıktan sonra unutturmaya çalışıyor. Sözün özü, sağlıkta, bir kandırmacadır gidiyor.

 ÜÇÜNCÜ SAYFA HABERLERİ, DÖRDÜNCÜ, BEŞİNCİ SAYFALARA YAYILIYOR

Güvenlikte miyiz, çok tartışılır doğrusu. Cinayet haberleri hız kesmiyor çünkü… Herkes kentin dokunulmaz tiranlarını, korku baronlarını konuşuyor. Toplu kavgalar, yaralamalar hiç eksik olmuyor caddelerden. Üçüncü sayfa haberleri, dördüncü, beşinci sayfalara yayılıyor artık. Hava, su, toprak kalitesi düştü iyice. Termik santrallerin yoğunlaştığı Çatalağzı, Muslu beldelerinde hava kirliliğine dayalı hastalıklardan söz ediliyor. Kimse musluktan akan suyu içmiyor artık. Evlere bidonla su servisi yapan firmaların, en çok kazanan ticari işletmeler haline dönüşmesinden kimse rahatsız olmuyor ne hikmetse! Sahil kentiyiz ama balığı dışarıdan yiyoruz epeyden beri. Denize girmek için başka memleketlere doğru kilometrelerce yol kat ediyoruz tatillerde. Bir de gönül çelen manzarası olmasa deniz kâbusumuz olacak neredeyse…

 Sporda da hezimet üzerine hezimet yaşıyoruz. Bin yıl Yaşayası Canpolat Hocam, o tok sesi ile bas bas bağırıyor ama duyan yok… Tam da bu hengâmede bir umut ışığı olan Zonguldak Kömürspor dramatik bir şekilde yenilip, şampiyonluğu kaçırarak tüm kenti kahrediyor. Lanetliyiz sanki “Bu kentte iyi şeyler de oluyor” demek yasak galiba. Şampiyonluk coşkusu ile değil de oraya buraya saldıran taraftarların şuursuzluğu yansıyor ekranlara. Kimse özeleştiri yapmıyor. Herkes birbirini suçlayarak bir diğerini günah keçisi ilan ediyor. Ekonomik, sosyal, kültürel, eğitsel, kentsel, sağlık, güvenlik gibi ölçütlerde küme düşmüş bir kentin sportif olarak başarılı olması mümkün mü sorusunu sormak kimsenin aklına gelmiyor. Geliyor da dillendirilmiyor ya da. O soru sorulsa birilerine “suçlu ayağa kalk” denecek mutlaka… On yıllardır kentin siyaseten kaymağını yiyen, milletvekili bakan, meclis başkanı olan kişilere hesap sorulacak. Ama yapılmıyor, yayılan dezenformasyonla sislenen ortamda, en az günahı olanlar çıkarılıyor idam sehpasına…

 İnsan yanımız da eksiliyor bu arada. Ontemmuz Mahallesi önce Yusuf Uzun’u arkasından da Osman Yılmaz’ı kaybetti. Hayatı bambaşka boyutlarda, farklı zenginliklerle yaşayan iki kadim dost, “Birbirimizi bekletmeyelim oralarda” der gibi çekip gittiler peş peşe… Yusuf Uzun’u tanımazdım çok fazla. Yalnızca kıldırdığı cenaze namazlarından bilirdim. Namı diğer “Fazlı’nın Osman”ınsa muhabbetinden feyiz aldım bir parça. Onunla her sohbet bir kahkaha tufanına dönüşürdü. Küfür Osman Amca kadar kimsenin ağzına yakışamazdı bence... Sövgüyü yaşam felsefesi haline getirmeyi becermiş bir Anadolu kalenderiydi çünkü o. Şık giyiminin, sert görünümünün, hayata boş vermişliğinin ardında pırlanta bir yürek vardı. Nesli tükenen “soy” insanlardandı…

Ölürken bile şaka yapıyordu sanki. Haberi alır almaz oğlu Ahmet (Bayram) Yılmaz’ın evine gittim. Çok kalabalıktı. Salonun ortalık yerindeyse Osman Amca’nın tabutu duruyordu. Havaların ısınmaya başladığı şu günlerde cenazenin eve getirilmesine anlam verememiştim bir türlü. Sordum, “Ne halt edeyim”  der gibi yüzüme baktı Bayram Abi. Morga atılmamak vasiyetiymiş meğer. O güzelim Karadeniz şivesiyle “La ba bak” demiş Bayram Abi’ye. “Buralarda eli galusam (ölür kalırsam), beni buzdolabına goyanın a…na goyarım ha…” Sözün kısası tam da kendine yakışacak biçimde vasiyetini küfürle yazmış. Fazlı’nın Osman yok artık. En az bizim kadar küfürlerin de boynu bükük. Zonguldak’sa hiç solmayacak rengini, çok önemli bir süsünü yitirdi. Eksildik bir kez daha... Zonguldak Kömürspor bir dahaki seneye şampiyon olur belki. Ama Fazlı’nın Osman geri gelmez… Ne diyelim ışıklar içinde yatsın orada… Küfürlerini anan çok olsun…