BEÜ Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Gözde Somel “Türkiye’nin Kalbi Ankara" belgeselinin gösteriminden önce Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk-Sovyet ilişkilerini anlattı. 

Cumhuriyetin kuruluşunun 94’üncü, Ekim Devriminin 100’ncü yılı nedeniyle düzenlenen “Cumhuriyet ve Sovyet Sosyalizmi” adlı etkinlik, TMMOB Makina Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi toplantı salonunda yapıldı. BEÜ Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Gözde Somel’in Türk Sovyet ilişkileri üzerine bir sunum yaptığı etkinlikte, Sovyet Yönetmen Sergey Yutkeviç'in “Türkiye’nin Kalbi Ankara" adlı belgeseli de gösterildi. 1934 yılı yapımı olan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına ait en önemli görsel materyal olarak bilinen film, cumhuriyetin 10. yıl kutlamalarına katılmak üzere Türkiye’ye gelen Sovyet heyetinin temasları sırasında yapılan çekimlerden oluşuyor. Filmde genç cumhuriyetin modernleşme, sanayileşme ve kalkınma çabalarından övgüyle söz edilirken, Anadolu’nun pek çok yerinden görüntüye yer veriliyor. İlgili bir kalabalık tarafından izlenen etkinlik, katılan herkeste memnuniyet yarattı.

DOĞU COĞRAFYASININ BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİNE İLHAM KAYNAĞI OLDU

Belgesel gösteriminden önce Türk-Sovyet ilişkileri üzerine değerlendirmelerde bulunan Yrd. Doç. Dr. Gözde Somel, Ekim Devrimi’nin bölgede yarattığı değişikliklere dikkat çekti. Somel, “Bu yıl 100. yılı kutlanan Ekim Devrimi Türkiye’nin de içinde olduğu Doğu coğrafyasının bağımsızlık mücadelelerine destek ve ilham kaynağı olmuştur” dedi. Sovyet Rusya’nın devrimin hemen ardından savaştan çekilmesinin, tazminatsız ve ilhaksız barış çağrısının ve gizli anlaşmaları deşifre etmesinin bunda payı olduğunu ekledi.  

 

İKİ ÜLKENİN YAKINLAŞMASINI SAĞLAYAN ORTAK BİR ZEMİN MEVCUTTU

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Bolşevik devrimine nasıl baktığı tartışmalarına de değinen Somel, “Sol Kemalistler, Batı’ya karşı antiemperyalist bir duruş sergileyen Bolşeviklerle Mustafa Kemal’in aynı ideolojik çizgide olduğunu, bu nedenle de çok iyi ilişkiler geliştirildiğini iddia ediyor. Soğuk savaş sırasında güç kazanan ve resmi tarihin bir parçası haline gelen teze göreyse Kemalistlerle Bolşeviklerin ilişkisi tamamen pragmatik. Koşullara göre hareket edilmiştir. Şartlar ortadan kalkınca da sona ermiştir. Bana sorarsanız ikisiyle de açıklanmayacak kadar karmaşık bir durum var ortada. Bolşevikler özel mülkiyete karşıydı. Tüm üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinden yanaydı. Kemalistlerse mülkiyet düşmanlığı bir yana, Türkiye’de belli kesimlerin zenginleşmesinin önemine işaret ediyorlardı. Bu çok önemli bir ayrım noktasıdır” dedi.

 

SOVYET RUSYA İLE ANTİ-EMPERYALİST PAYDADA BULUŞULDU

Konuyla ilgili değerlendirmelerini sürdüren Somel, “Öte yandan, Türkiye objektif olarak İngiltere başta olmak üzere emperyalist ülkelere karşı mücadele eden mazlum bir ülke konumundaydı. Bu geçici bir durum dahi olsa Sovyet Rusya ile bu anlamda anti-emperyalist paydada buluşuyorlardı. O zamanın askeri önderleri modernleşme deyince Batı’yı görüyorlardı. Ancak yanı başlarında kendileri gibi geri bir toplumdaki modernleşme çabalarına da büsbütün duyarsız kalamazlardı. Türkiye’de bağımsızlık hareketinin liderleri, yabancı sermaye konusunda kapitülasyonlardan büyük zarar görüldüğü için temkinliydi. Devletin ekonominin kuruluşunda öncü rol üstlenmesine daha o günlerden sıcak bakılıyordu. Her iki ülkede de dinin toplumsal ve politik yaşamdaki etkisinin kırılmasına yönelik bir çaba mevcuttu. Tüm bunlar Sovyet Rusya’yı ve yeşermekte olan yeni Türkiye’yi birbirine yakınlaştırıyordu” dedi. 

 

SOVYET RUSYA’NIN DEVRİM İHRACI GİBİ BİR PROJESİ YOKTU

Somel, Sovyet Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkileri bozan en büyük unsurun Bolşeviklerin devrimi Türkiye’ye ihraç etme çabası olduğu söylenegeldiğini, Sovyetlerin Türkiyeli komünistlere verdikleri desteğin de buna kanıt olarak gösterildiğini belirtti. Somel, “Ancak Sovyet belgeleri üzerinde çalışmış biri olarak bu tezi destekleyen herhangi bir kayıta rastlamadığımı belirmek isterim. Sovyet yöneticilerinin sanayisi olmayan, işçi sınıfının gelişmediği bir ülkede sosyalizmin kurulamayacağını tartıştıkları raporlar bulunuyor” dedi.  Konuşmasının devamında, Sovyet Rusya’nın kurulduğu andan itibaren kuşatma altında olduğunu söyleyen Somel, Sovyet iktidarının henüz yerini sağlamlaşmış hissetmediği bir anda Türkiye’yi kendisine karşı oluşabilecek İngiltere öncülüğünde ortak bir cepheyi yarmak için işbirliği yapılması gereken bir ülke olarak gördüğünü de belirtti.

 

İLİŞKİLER HİÇBİR ZAMAN PÜRÜZSÜZ OLMADI

Sovyetler Birliği ile Türkiye’nin ilişkilerinin hiçbir zaman tam bir güvene dayalı olmadığının altını da çizen Somel, “Türkiye’nin daha Kurtuluş Savaşı sırasında batıyla doğrudan ya da dolaylı teması sürdürmesi Sovyetler’de tedirginlik yaratıyordu. Sovyetler’in Türk komünistlerine verdiği destek de Türkiye açısından bir tedirginlik kaynağı idi. Kurtuluş Savaşı’nı kazanan Türkiye, artık diplomatik bir savaşa başlamıştı. Çok ciddi geçeceği belli olan bu savaşa eli güçlü olarak başlamak istiyordu. Bunun için Sovyetler’le bir mesafe koyma ihtiyacı hissetti. Lozan’a bağımsız bir güç olarak gitmek istiyordu. Lozan’da imzalanan Boğazlar Sözleşmesi ikili ilişkilerde ilk ciddi yarık oldu” dedi.

 

1933 YILI TÜRK SOVYET İLİŞKİLERİNİN ZİRVE NOKTASINI OLUŞTURDU

Somel konuşmasını, “Sovyetler Birliği ilerleyen süreçte kendi sorunları nedeniyle Türkiye’nin kalkınma hamlelerine önemli bir katkı sunamadı. İlişkiler daha çok ticari boyutta sürdü. Öte yandan kültürel ve bilimsel konularda önemli bir dayanışma ve işbirliği gelişti. 1932 yılında İnönü ve heyetinin Sovyetleri ziyareti önemli bir dönüm noktası oldu. Sovyetlerin açtığı uygun koşullardaki krediler, planlamaya maddi ve teknik katkıları, bizzat Sovyetler tarafından kurulan tekstil fabrikaları Sovyetlerin o dönemde Türk modernleşmesine sunduğu desteğin bir ifadesiydi. 1933 yılı Türk Sovyet ilişkilerinin zirve noktasını oluşturdu. Bu belgesel de bunun hatırası sayılabilir” diyerek sunumunu tamamladı.