Kültür Sanat-Sen İl temsilcisi Onur Arslan;

 

Halkın aydınlanması için kurulmuş
tüm kurumlar kapatılıyor”

 

 

Kültür Sanat-Sen İl Temsilcisi Onur Arslan temsilcilik merkezinden yazılı bir açıklama yaparak dünya tiyatro gününde ülkemizin sanatçılarının baskı altında kaldığını vurguladı. Arslan yazılı açıklamasında şu görüşlerine yer  verdi:

Bugün “Dünya Tiyatro Günü”. Yeryüzünün dört bir bucağında şenliklerle kutlanıyor. Bu yurdun sanatçıları şenlik düzenlemek bir yana, kaygı ve isyan duygusu içindedir.

Neden mi?

O halde dinleyin:

Laik, Demokratik, Hukukun Üstünlüğü ve Atatürk ilkelerine dayalı Cumhuriyetimizin eğitim, sanat ve kültür alanlarının oluşum süreci içinde üç ana kurum hemen dikkati çeker: Köy Enstitüleri, Halkevleri ve Devletten Ödenekli Sanat Kurumları.

Bu kurumlar, aydınlanma devriminin temel taşları olarak, bu devrimin gerek duyduğu, yüzü uygarlığa dönük çağdaş insanı yetiştirmek üzere kuruldular.

Aydınlanma Devriminin müzik ayağının ilk adımı; 1826’da Mızıka-ı Hümayun adı ile saraya bağlı olarak kurulup, 1924’te Atatürk’ün emriyle Ankara’ya taşınan, 1932’de Cumhurbaşkanlığının himayesi altında Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası adını alan toplulukla atıldı.

İkinci adım yine 1924 de kurulan Musiki Muallim Mektebidir.

19 Şubat 1932 de Halkevlerinin açıldığı günlerde Başbakan İsmet İnönü şöyle diyor: “Halkevleri Türk Cemiyetini yükseltmek, moralini arttırmak, verimini çoğaltmak için açılmıştır. Yalnızca moral yolunda değil, maddi ihtiyaç yolunda da kudretli, takatli, cevherli ve çok daha cevherli hale gelmek için güzel sanatları başlıca vasıta olarak görmelidir”.

Çok geçmedi 1936 da Ankara Devlet Konservatuvarı eğitime başlayarak, batı ölçülerinde Tiyatro, Opera, Bale ve Orkestra Sanatçıları yetiştirilmeye başlandı.

17 Nisan 1940’da Köy Enstitüleri açıldı. Köylünün eğitilmesi için öğretmen yetiştirmek amacıyla açılan bu okulların uygulamalı dersleri arasında tiyatro ve müzik yer almaktadır. Her enstitü mezunu bir müzik aleti çalmayı bilecektir. Aynı zaman da öğrenciler her yıl okulda oynanan tiyatro temsillerinde görev alarak, ya da bu temsilleri seyrederek eğitildiler.

Ankara Devlet Konservatuvarı ülkenin dört bir yanından topladığı yetenekli öğrencileri eğiterek ilk mezunlarını 1941 yılında verdi. Aynı yıl bu mezunlarla Tatbikat Sahnesinde, tiyatro ve opera temsilleri verilmeye başlandı.

1949 yılında TBMM’si Devlet Tiyatro ve Operasını Teşkilatlandıran 5441 sayılı yasayı çıkartarak Devlet Tiyatro ve Operasının yasal statüsünü oluşturdu.

1957 yılında ise Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası Orkestranın Özel Kuruluş Yasası çıktı ve Orkestra Riyaset-i Cumhur Senfoni Orkestrası adını aldı. Bugünkü adı ile Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası.

Ama ne yazık ki, Aydınlanma sürecinin bu kurumları için bir süre sonra karartma süreci başladı.

Önce 1952’de Halkevleri kapatıldı.

Çok geçmedi 1954 de Köy Enstitüleri Öğretmen okullarına dönüştürülerek, asıl amacından saptırıldı.

Aydınlanma sürecinden geriye kala kala Devletten ödenekli Sanat Kurumları kalmıştı. Şimdi görüyoruz ki sıra onlara geldi.

 

Kendilerine hatırlatırız, Sanat Kurumlarının halen yürürlükte olan ve 70 yılı aşkın varlıklarını sürdürmelerini sağlayan yasaları, doğrudan sanatçılar tarafından hazırlanmıştır. Bu, uygar dünyanın her yerinde böyledir. Bakanlığın geçtiğimiz on yıllar içinde düzenlediği ulusal ve uluslararası her toplantı da bu gerçek birçok kez teyit edilmiştir. İşte bu gerçekten hareket edilirse, bundan sonra yapılacak her türlü yeni düzenlemenin de sanatçıların katılımı olmadan sonuca ulaşmasının mümkün olmadığı anlaşılır. Belki iktidar olmanın verdiği olanakla bazı yeni metinler, çoğunlukta olunan TBMM’den geçirilebilir ama o metinlerle sanat kurumları yönetilemez. Eşyanın tabiatına aykırı bu tutumla, o kurumlar işleyemez hale gelirler. Bilindiği gibi bunun günümüzde birçok örneği var.

 Şimdi bu koşullarda Tiyatrolarının kapatılmak, tüm sanat ortamının piyasa koşullarına terk edilmek istendiği bir yılda Dünya Tiyatro Gününü kutlayabilir miyiz?

Çok iyi biliyoruz ki, mevcut durumdan sanatçılar da hoşnut değildir. Ve çözüm üretmek için çalışmaktan geri durmamış, emek vermiş, öneriler ortaya koymuşlardır.

Ne var ki iktidardaki zihniyet, bu birikime kulaklarını tıkamıştır. Kurumları onaracak, iyileştirip geliştirecek rasyonel tedbirleri almak yerine, yıkımcılık yolunu; halkın sanat ihtiyacını uygun şekilde karşılamak yerine de, kâr ve getirim yolunu seçmiştir.

Siyasal rant oyunlarını değil, oyun sevinciyle gönülleri fethetmeyi öğrendi.

Dans ederken; yer çekimine meydan okumayı, insanların bedenine ve ruhuna kanat takmayı öğrendi. Sanatçılar bedenine çelik bir disiplin kazandırmak için parmak ucuna çıkarken, sıçrarken; toplumu yüceltmenin, sıçratmanın düşünü paylaştı.

Sadece ezber yapmayı öğrenmedi; dar kafalı siyasetçilerin, sömürgenlerin, aymazların ve çıkarcıların ezberini bozmayı da öğrendi.

Sessizliğin içindeki çığlığı, heyecanın barındırdığı dönüşümü, gözyaşının arındırıcı hızını, kahkahanın devrimci gücünü seyircilerle paylaşır.

Sanatçılar yalnızca duygular dünyasının ve ilhamın değil; aynı zamanda aklın, bilginin, bilincin, vicdanın ve emeğin kuracağı, yeni ve güzel bir dünyanın neferleridir. Daha uygar bir dünya, kardeşçe ve daha iyi bir yaşam ve daha duyarlı, daha birikimli bir toplum; sanatçıların vazgeçilmez düşüdür.

Bu bağlamda Sanat kurumlarımızın yok edilmesi girişimine sonuna kadar karşı çıkacağız! Susmayacağız, çünkü sanatçılar son sözü karanlığa bırakmaz! 

Er ya da geç, yurdumuzda bilim ve sanat özgür, kurumları özerk olacaktır!…"