Önce eğitim, ardından da hukuk fakültesini bitiren, uzun yıllar öğretmenlik yaptıktan sonra emekli olan ve halen İstanbul’da serbest avukat olarak görev yapan Orhan Kılıç, Zonguldak Endüstri Meslek Lisesinden öğretmeni Türkan Karahasan’ı yazdı. Yazıyı sosyal paylaşım sitesindeki hesabında yayımlayan Kılıç’ın kentin bir dönemindeki eğitim ve kültür hayatına da ışık tutan belgesel niteliğindeki yazıyı keyifle okuyacağınızı düşünüyoruz. Bu değerbilir davranışından dolayı Orhan Kılıç’a teşekkür ederken, iki katlı kentimizin eğitim ve kültür hayatına büyük emeği geçen değerli öğretmenimiz Türkan Karahasan’a da bu yazı münasebetiyle saygılarımızı sunuyoruz.

 

 

17 yıl öğrencilik yaptım.Meslek Lisesinde ve Yüksek Öğretmen Okulunda atölye ve laboratuvar derslerine birden fazla hocanın girdiğini, üniversitede kürsülerde çok sayıda hocanın bulunduğunu, bir öğretim yılında gidenleri-gelenleri,değişenleri hesaba katarsak, 200-250 civarında hocadan ders aldığım kanaatindeyim.Geriye dönüp baktığımda, yaşamımda ne kadar da az hoca iz bırakmış…Neredeyse iki elin parmaklarını geçmiyor.Hele hele de, ilerici, demokrat, solcu geçinen bazı hocalar, 12 Eylül faşist anayasasını yapan, Anayasa Hukuku Hocam, Orhan Aldıkaçtı kadar bile katılımcı,verimli,hafızada kalır ders yapamıyordu ki, affedilir gibi değil.

 

EN ÇOK DİKKATİMİ ÇEKEN, EN ÇOK GÖZE BATAN HOCAYDI
17 yıllık öğrencilik hayatımda yaşamımda iz bırakan, hafızamdan hiç silinmeyen, her daim saygı ve minnetle andığım, hiç unutmadığım hocalarımdan biri, Zonguldak Endüstri Meslek Lisesi’nde tiyatro ve edebiyat hocam Türkan Karahasan’dır.Türkan Karahasan, aslen Hopalı, Zonguldak sevdalısı, Laz bir madenci ailenin kızıdır. Zonguldak’ı memleket bellemişlerdir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunudur.Türkan Hoca’yı Zonguldak Endüstri Meslek Lisesine başladığım 1978 yılında tanıdım.Aslında o sene derslerimize girmezdi ama her nedense, okulda en çok gördüğüm, en çok dikkatimi çeken,en çok göze batan hocaydı.Hep hareket halindeydi.Diğer öğretmenler gibi, ders zili çalınca derse giren, ders bitince teneffüse çıkan, çayını içtikten sonra sınıfın yolunu tutan, akşam saat beşte de evinin yolunu tutan biri değildi.Onun bu kadar göz önünde olmasına bir anlam veremiyordum.

 

OYUNLAR DEVLET TİYATROLARI CİDDİYETİNDE SAHNELENİRDİ
Derken yarıyıl tatili gelip çattı. Tatile bir hafta kala, eğitsel kol etkinliklerinin yapıldığı bir çarşamba günü, öğle paydosundan sonra, tiyatro gösterisi var denilerek, tüm sınıfı okulun çok amaçlı salonuna gönderildik.Salon dolduktan, düzen sağlandıktan ve ilan edilen saat gelir gelmez, sahneye çıkan sunucu kız, “Zonguldak Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi Tiyatro Kolu’nun hazırlamış olduğu, Atölyeler Arası Kısa Oyunlar Şenliği’ne hoş geldiniz...” dedikten sonra, uzun yıllar sürecek tiyatro serüveni de böylece başlamış oldu.O zamanlar okulda Elektrik, Motor, Tesviye, Metal İşleri ve Ağaç İşleri Bölümleri ile Makine Teknik Lisesi vardı…Tiyatro Bölümü yaklaşık 30-40 dakika süreli 5 kısa oyun hazırlamıştı. Oyunlardan birini, bizzat oynayan öğrenciler yazmıştı. Oyunlar devlet tiyatroları, şehir tiyatroları ciddiyetinde teker teker sahnelendi.Yaklaşık 3 saat boyunca tiyatroya doymuştuk…Öğrencilerin kendi yazdıkları oyunu sahnelemelerine olanak yaratan bir hocayla tanışmıştık.

O günden sonra Türkan Hoca’ya bir başka gözle bakmaya başladım.Diğer hocalardan farklı olduğu belliydi. Neredeyse her gün, dersi biter bitmez, alelacele bir mekânda tiyatro çalışmasına koşturuyordu.

 

BİZİ ORATORYO CİDDİYETİNDE HAZIRLIYORDU
Derken yılsonu gelip çattı…Yine okulun spor,konferans,gösteri amaçlı çok amaçlı salonuna doluştuk…Bu kez karşımıza Türkan Karahasan Hoca’nın yazıp yönettiği ‘Çığlıkçı’ isimli iki perdelik oyun çıktı. Oyun manzum bir tiyatro eseriydi. İzlemeye doyamadık…Daha sonra başka gösterimlerde oyunu iki kez daha izledim.79-80 eğitim öğretim yılı geldiğinde, eğitsel kol dağıtımlarının yapılmasını iple çeker oldum.O gün geldiğinde, ilk elden parmak kaldırıp, sınıf hocasından ısrarla talep ederek Tiyatro Kolu’nun yolunu tuttum…O günden sonra kendimi Türkan Hoca’nın yoğun tiyatro çalışmaları içinde buldum.Üstelik sadece tiyatro çalışması da değil. 29 Ekim ya da, 10 Kasım gibi, kutlama, ya da anma yapılan özel günleri de Tiyatro Kolu olarak Türkan Hoca üstleniyor ve oratoryo ciddiyetinde bizi hazırlıyordu.Okulda eğitim tam gündü.Öğlen bir saatlik ara vardı.Türkan Hoca da, biz görevli öğrenciler de, öğle arasına çıkar çıkmaz, hemen acele acele ekmek arası birşeyler atıştırıp çalışma mekânının yolunu tutardık.Cumartesi günleri de tam gün prova olduğu için yine meskenimiz okul olurdu.Türkan Hoca’yı kantinde başka öğretmenlerle çay içip lak lak ederken, okulun bahçesinde gezip tozarken, sohbet ederken, okuldan çıkınca koştura koştura hemen eve giderken hiç görmedim.
O sene yine ilk dönem Atölyeler Arası Kısa Oyunlar Şenliği, ikinci dönem, 2 perdelik büyük oyun çalışmasıyla tamamlandı.

DÜZEYSİZ OYUNLARDAN HAZZETMEZDİ, KALİTE ARARDI

80-81 senesine geldiğimizde, artık son sınıf olmuştuk…O sene 12 Eylül darbesinin hemen ardından okullar açıldığından ve Atatürk’ün doğumunun 100.yılı olduğundan, Türkan Hoca’nın öncülüğünde 10 Kasım anmalarını bir başka hazırladık.Oratoryonun ana metni Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı oluşturuyordu…Tabi ki, Türkan Hoca, İl Milli Eğitim Müdürlüğüne gönderdiği metine Nazım Hikmet’in adından hiç sözetmemişti. Milli Eğitimdeki cahil cühela inceleme komisyonunun da Nazım Hikmet’ten ve Kurtuluş Savaşı Destanı’ndan bihaber olduğunu muhtemelen biliyordu.Bunu sadece ben ve Şevki Yıldırım adındaki arkadaşım biliyordu. Zaten başkaları ve milli eğitim bilse, muhtemelen soluğu Gölcük Donanma ve Sıkıyönetim Komutanlığında alırdık…10 Kasımın ardından, Atölyeler Arası Kısa Oyunlar Şenliği hazırlıklarına giriştik. O yıllarda Türkiye’de ciddi ciddi basılı kısa oyun sıkıntısı vardı.Türkan Hoca’da öyle cıvık,sulu,düzeysiz oyunlardan pek hazzetmezdi,kalite arardı.Bizi de sürekli kendi oyunumuzu yazmamız konusunda teşvik ederdi.O yılların gençleri olarak, biraz da sosyalist sol siyasetle ilgili olmamızdan, galiba emsallerimize göre, biraz daha fazla okuyan ve evinde hatırı sayılır sayıda kitapları olan gençlerdendik.

 

İLK TİYATRO OYUNUM “İSTENMEYEN KONUKLAR”I YAZDIM

Bazı bölümlerin oyunlarını yine Türkan Hoca bulup getirdi ama bizim elektrik bölümü öğrencilerine de sürekli ‘ya yazın bir oyun, ya da bulun’ diyordu.Belki de bizlere duyduğu özel bir güven vardı…
Sonunda oturup bir hafta,on günlük bir çalışma sonunda ilk tiyatro oyunum “İstenmeyen Konuklar”ı yazdım.Hoca oyunu beğendi ve “Tamamdır, başlayın çalışmaya” dedi.Oyunu çalışırken bir bölüm diyalog ve birkaç tirat Şevki Yılmaz arkadaşımız ilave etti.Bir bölüm diyalog da ve birkaç tirat da Erkan Yıldırım arkadaşımız ekledi.Sonuçta Türkan Hoca oyunun künyesinde “yazan” hanesine görevli öğrenciler yazdı, ben de Türkan Hoca’ya ve arkadaşlarımın katkılarına saygımdan oyun benimdir diye itiraz etmedim.Ancak daha sonra öğretmenlik yaparken oyunu kendim sahneledim ve künyeye de kendi ismimi yazdım.Doğrusu da buydu esasen.Şevki ve Erkan’ın yaptığı türden ilaveler Dünya Klasiklerinde bile oluyor…

 

RÜŞTÜ ONUR’U BİZE O TANITTI
O sene Atölyeler Arası Kısa Oyunlar Şenliğini, Zonguldak Kapalı Cezaevindeki tutuklu ve hükümlüler de dahil olmak üzere, neredeyse dağlara taşlara bile sergiledik.Türkan Hoca son sınıfta aynı zamanda edebiyat dersimize de geliyordu.Aklı, fikri,gönlü esasen tiyatroda olmasına rağmen hiç dersini aksattığına, kaytardığına, bazı konuları pas geçtiğine tanık olmadım.Edebiyat derslerini de hakkını vererek işliyordu.Zonguldak halkının, hatta okumuş yazmış çoğu Zonguldaklının bile “Kelebeğin Rüyası” filmi ile tanıdığı, varlığından haberdar olduğu, Zonguldaklı şairler Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu ile bizleri o tanıştırmıştı. Bize onların şiirlerini ve birçok başka şairlerin şiirlerini okuyordu.Hatta birçok şairden, birçok şiiri defterimize dahi yazdırmıştı.Rüştü Onur’un şu şiiri edebiyat defterimin ön sayfalarının birinde yazılıydı.

“Ben ölsem be anacığım
Nem var ki sana kalacak
Ceketimi kasap alacak,
Pardösümü bakkal
Borcuma mahsuben…
Ya aşklarım
Ya şiirlerim ne olacak
Ya sen ele güne karşı
Nasıl bakacaksın insan yüzüne

Hülasa anacığım
Ne ambarda darım
Ne evde karım var.
Çıplak doğurdun beni
Çıplak gideceğim.”

 

ÖĞRENCİLERE İNİSİYATİF VERİRDİ
Türkan Hoca sıkı bir Atatürkçüydü.Ancak Köy Enstitülerine, Hasan Ali Yücel’e, İsmail Hakkı Tonguç’a takılıp kalan Atatürkçülerden değildi.Modern çağın Atatürkçüsüydü. Slogan atmazdı.Nutuk çekmezdi.Çok okurdu.Okuduklarını bizlerle paylaşırdı.Mustafa Kemal’in askeri değildi.Bireydi.Bizleri de birey olarak yetiştirme gayreti içindeydi.Çoğu Atatürkçü öğretmen gibi, zamanını Töb-Der lokalinde veya öğretmenler kahvesinde okey oynayarak,tavla atarak geçirmiyordu.Salla başını al maaşını hiç yapmıyordu.Her zaman zor olanı,meşakkatli olanı seçiyordu.Başka okullarda tiyatro çalıştıran hocalar 6-7 kişilik 2 perdelik bir oyun seçip, dertsiz,tasasız, problemsiz sahneliyordu.Türkan Hoca ise her daim fazla öğrenciyi eğitsel kol etkinliklerine katma derdindeydi.Yaklaşık 35-40 öğrenci aktif olarak çalışırdık.Öğrencilere inisiyatif verirdi.Öğrencilerin kendilerini ifade etmelerinin önünü açardı.Öğrencileri sosyal hayata hazırlardı.Çalışma sırasında ve sahneleme aşamasında çok disiplinliydi.Mutlaka davetiyede yazılan saatte oyun başlardı.Sahne arkasında,perde çevresine çık çıkmasına müsaade etmezdi.Şehir Tiyatroları ciddiyetinde çalışırdık.

 

MESAİ DIŞINDA BİLA BEDEL ÖĞRENCİLERLE ÇALIŞIRDI
Mesai dışındaki zamanının çoğunu bila bedel öğrencilerle çalışarak geçirirdi.Okulun Müdürü mal mülk,para pul peşindeydi.Çoğu meslek öğretmeni döner sermaye, yan iş, ek kazanç peşindeydi.Türkan Hoca,öğretmenlik maaşıyla mütevazı bir hayat sürerdi.Tiyatro Kolu adına bana hazırlattırdığı, Tiyatro Kolu Panosu, okuldan mezun olalı 36 yıl olmasına rağmen, halen okulun ana koridorunda duvarda asılıdır.Birkaç yıl önce eşim ve çocuklarımla okulun plaket törenine gittiğimde, çocuklarım altında ‘Hazırlayan Orhan Kılıç’ yazılı panoyu görüp şaşkına dönünce, ne kadar da gururlanmıştım. 
Ben okulun solcu,sosyalist gençlerindendim.Şimdilerde olduğu gibi, Kemalizm’e ve resmi ideolojiye karşı mesafeliydim.Ancak Türkan Hoca’nın Atatürkçülüğüne saygı duyardım.Esasen Türkan Hoca, Atatürkçü kimliğine saygı duyduğum ender karakterlerden biridir. Onun gibi Atatürkçülerle de, hiçbir problemim olmamıştır.

 

ÖĞRETMENLİK YILLARIMDA ONDAN ÖĞRENDİKLERİMİ UYGULADIM
Türkan Hoca’nın yoğun tiyatro çalışma ekiplerinden birçok öğrencisi üniversite sınavlarını kazanarak yükseköğrenim yaptılar.O zamanlar üniversite sınavı kazanmak daha zordu.Kontenjanlar azdı.Okul meslek lisesiydi.Ancak Türkan Hocanın tiyatro çalışmalarının sosyal yönden öğrencileri geliştirdiği de muhakkaktır Türkan Hoca’dan öğrendiklerimi yıllar sonra, Ceyhan Endüstri Meslek Lisesinde öğretmenlik yaparken hayata geçirdim ve orada Bölümler Arası Kısa Oyunlar Şenliği düzenledim.İşin üstesinden başarı ile gelmiş olmam, Türkan Hoca’nın eğiticiliğindendir.O günlerden kalan öğrencilerimin bir kısmı ile halen görüşürüm.Bunun ana nedeni tiyatrodur.İstanbul’da Hukuk Fakültesi öğrenciliği yıllarında, Türkan Hoca, Cumhuriyet Gazetesi’nin Yunus Nadi röpörtaj yarışması ikincisi olmuştu.Sarıyer’de düzenlenen Boğaziçi Amatör Tiyatro Şenliklerine yazıp yönettiği bir oyunla katılmış, Milliyet Sanat Dergisinde, tiyatro eleştirmeni Tahir Özçelik tarafından en özgün oyun olarak övgü dolu bir yazıya konu olmuştu.

 

TÜRKAN HOCA’NIN PETİBÖR TATLILARI
Uzun yıllar yarıyıl tatillerinde başka öğretmenler dinlenirken, eğlenirken, Türkan Hoca’nınvizyonda bulunan filmleri, gösterimdeki oyunları, izlemek üzere İstanbul’a gelip, koştura koştura bir sahneden diğerine,bir salondan diğerine nasıl yetiştiğini, tatil sonrası kafası dolu dolu Zonguldak’a döndüğünü çok iyi hatırlarım.Okul tiyatrosunun dışında, Zonguldak’ta birçok kurum çatısı altında oyunlar yöneten,sahneye koyan Türkan Hoca, Zonguldak üzerine birçok oyuna imza atmıştır.Öğrenciyken de, okuldan mezun olduktan sonra da, uzun yıllar her dini bayramın ikinci günleri, Türkan Hocayı evinde ziyaret eder,elini öper, hem birbirimizi görür, hem de hasret giderirdik. Hoca bize Petibör bisküviden tatlı yapardı. Yirmi yıl boyunca sadece petibör bisküvi tatlısını yedik. Türkan Hoca, kitap okumaktan, oyun yazmaktan zaman bulup ikinci bir tatlı yapmayı öğrenememişti.Artık her birimiz başka başka memleketlere dağıldık. Kendi dertlerimizin peşine düştük. Üç beş yıl oldu, Hocayı ziyarete gidemedim.Zonguldak’a gidip geldikçe görüyorum ki, Türkan Hoca, aktif tiyatro hayatına nokta koymuş.Öğretmenlikten de emekli olmuş.Ancak arkasında koskoca bir boşluk bırakmış…Nedense gidenlerin ve bırakanların yeri dolmuyor…Türkan Karahasan Hocama saygılar.Hiç unutulmadınız…