Zonguldaklı Gazeteci ve şair İbrahim Tığ’ın kitabı “Söğe” Birgün Gazetesinde yer buldu

İşte İbrahim Tığ’ın ‘Söğe’sinin Birgün’deki yansımaları...

“İbrahim Tığ’ın öyküleri tıpkı şiirleri gibi toplumcu bir karaktere sahip. Çağdaş yaşamın beyaz yakalıları yok. Anadolu’nun, taşranın kavruk diye tabir edilen insanları var. Fukaralık paçadan akıyor. Anakentlerde yaşadığımız o heyulalı yaşam yok kitapta

MEHMET ÖZÇATALOĞLU

İbrahim Tığ, şair kimliğiyle tanınan bir isim. Şair olduğu kadar da gazetecidir. Rüştü Onur’un en büyük hayali olan 'Şehir' derginin de yaratıcısı ve yaşatıcısıdır. Kelebek ömürlü bir şair olan Rüştü Onur, Necati Cumalı’ya mektubunda “Ey benim mektuplarıyla huzur bulduğum ve avunduğum kardeşim. Şehir’de buluşacağız. Her ne pahasına olursa olsun Şehir çıkacak… Şehir okuyucu kitlesinin karşısına yeni bir atmosferle çıkacak” demiş. O’nun ömrü yetmese de bunu gerçekleştirmeye soyunmuş Devrekli İbrahim Tığ, tam 136 sayıdır bunu gerçekleştiriyor.

Şiirinde de toplumcu bir çizgide yer alıyor Tığ. Bugüne dek şiir kitaplarıyla tanıdığımız Tığ, Sur ve Sır adlı kitabıyla 2018 Kemal Özer Jüri Özel Ödülü’ne değer görüldü. Rüştü Onur üzerine yaptığı titiz araştırmalar da birçok kere kitaplaştırıldı. Şimdilerde de bir öykü kitabıyla selamlıyor okurlarını. 'SÖĞE'. Adıyla dikkat çeken kitapta on dokuz öykü ve son kısımda da bir şiir yer alıyor. Bunu yaparak “şiir öz evladım” mı demek istedi acaba? Öykülere geçmeden adının ne anlama geldiğine bakayım istedim. Söğe, ocaklığın içinde bulunan kandil, lamba, çıra konulan çıkma taşmış. Yerel dilde kullanılan mimari bir terim.


Öykülere gelince… İbrahim Tığ’ın öyküleri tıpkı şiirleri gibi toplumcu bir karaktere sahip. Çağdaş yaşamın beyaz yakalıları yok. Anadolu’nun, taşranın kavruk diye tabir edilen insanları var. Fukaralık paçadan akıyor. Anakentlerde yaşadığımız o heyhulalı yaşam yok kitapta. Haliyle ilk bakışta bugünü kucaklamıyor mu bu öyküler diye düşünülse de aslında tam olarak böyle değil. İçinde bulunduğumuz kış koşulları da gösterecek ki Anadolu’nun taşrasında değişen hiçbir şey yok. Karla kaplanan yollar, kurak, işlenemeyen topraklar, elektriksizlik, susuzluk vs anakentlerden çok başka yaşamlar. Öyküleri okurken Fakir Baykurt okuduğum hissine kapıldım. Fakat bu anlatılan insanların ve coğrafyanın benzerliğinden mi, yoksa anlatım tarzı mı örtüşüyor karar veremedim. Ama düşüncem odur ki; her ikisi de. Sadece o insanları, o coğrafyayı anlatmak bu hissi yaratmaya yeterli olmayacaktır.

Söğe’deki öyküleri sadece yerele indirgemek de haksızlık olur. Sevgili Kaan Eminoğlu’nun da dediği gibi “Yerelden evrensele uzanan bir köprü görevini görüyor.” Son dönem okuduğum öykücülerin yazdıklarında kent yaşamını, beyaz yakalıları okuduğumdan mıdır acaba, köy insanını, kasabalıyı okumayı özlediğimi hissettim. Yeni isimlerin ve yeni çıkanların peşinde koşmaktan, dönüp de ardımızda bıraktığımız ustalara bir kere daha selam verememek eksiğimiz oluyor sanırım. Hacı Ali, Satı Ana, Hatice Kadın, Nuriye Teyze, Mös Mös Ercep ve diğerleri... Hepsi bizden, hepsi gerçek birer karakter. Bu yüzden öyküler de bu kadar sahici… Çünkü konu edilen coğrafya ve konu edilen insan, bu coğrafyada yıllar yılı sürdürülen, sonrasında sanayileşme ve bununla birlikte kentleşme/kentlileşme hamlesiyle dönüştürülen insan değil. Söğe, İbrahim Tığ imzalı, artshop etiketli. Her daim ışısın o halde. Öykünün sıcaklığı ile…”