Türkiye’de yükseköğretim son yıllarda oldukça büyük bir genişleme yaşadı. Son 10 yılda yükseköğretim kurum sayısı yaklaşık üç kat, okuyan öğrenci sayısı da iki katından fazla arttı. Her ilde bir üniversite politikası sonunda, her ilde en az bir üniversite kuruldu. Dahası, yatay ve dikey geçişleri kolaylaştıran düzenlemeler yapıldı. Ancak, bütün bu gelişmelere rağmen yükseköğretime olan talebin giderek artmaya devam ettiği ve edeceği açıkça görülüyor.

2010 yılında ÖSYM’nin üniversiteye giriş sistemine başvuran aday sayısı 1 milyon 600 bin civarındayken, bu sayı 2016 yılı itibariyle 2 milyon 255 bin gibi rekor bir düzeye çıktı. Artık büyük nüfusa sahip ilçelerde de üniversiteler kuruluyor. Hızlı büyümeden kaynaklı yaşanan bu süreç, üniversitelerin kalite sorunlarından bu büyümeyi dengeleyecek her yıl yeterli sayıda ve nitelikte doktora mezunu verilememesine,yükseköğretim kurumlarının artık ihtisaslaşması gerektiğine kadar birçok sorunu, tartışmayı ve de yeni çözüm yaklaşımlarını beraberinde getirdi. Yaşananların gerçek anlamda tartışılabilmesi, sürecin sağlıklı yürütülmesi ile ilgili farklı yaklaşımlar ve mekanizmaların üretilmesi ve önerilmesi imkânı açısından büyük önem arz ediyor. Yükseköğretim alanında yaşanan bu genişlemenin kadınların erişim ve istihdam durumlarını nasıl etkilediği bu yazının odağını oluşturuyor.

Eğitim seviyesi arttıkça iş gücüne katılım artıyor

Tüm dünyada eğitim seviyesi arttıkça hem istihdam edilebilirliğin hem de ücretlerin arttığı biliniyor. Bu hem erkekler hem de kadınlar için geçerli bir durum. Bu durum ülkemizde de dünyadakine benzer bir eğilim gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) ‘İstatistiklerle Kadın-2015’ raporuna göre 2014 yılında okur-yazar olmayan kadınların iş gücüne katılım oranı yüzde 16, lise altı eğitimli kadınların yüzde 25.8, lise mezunu kadınların yüzde 31.9, mesleki veya teknik lise mezunu kadınların oranı yüzde 39.8 iken yükseköğretim mezunu kadınların iş gücüne katılım oranının yüzde 71.3 olarak gerçekleştiği görülüyor. Yani kadınlarda eğitim seviyesi yükseldikçe istihdam edilebilirlikte dramatik bir yükseliş oluyor.

Diğer taraftan aynı raporda değinilen ‘Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2014’ sonuçlarına göre, aynı eğitim düzeyindeki bir erkek çalışanın ortalama iş gelirine göre kadın çalışan aleyhine düşüş, kadınlarda eğitim seviyesi arttıkça azalıyor. Dolayısıylaüniversite mezunu kadın oranının artması hem kadınların istihdam edilebilirliğini artırıyor hem de ücretlerin kadın aleyhine gerçekleşme riskini azaltıyor. 

Son 15 yılın verilerine baktığımızda özellikle son yıllarda yükseköğretimde yaşanan genişlemeyle birlikte üniversitede okuyan kadın öğrencilerin toplam öğrenci sayısındaki oranın her geçen yıl arttığı görülüyor. 2000 yılında bu oran yüzde 40’lar seviyesinde iken 2010’da yüzde 44’e, 2015’te ise 46’lar seviyesine çıkmış bulunuyor. 2015 yılında yükseköğretim alan 6 milyon 62 bin 886 öğrencinin 2 milyon 786 bin 228’si kadın öğrencilerden oluşuyor. Diğer taraftan yükseköğretimdeki kadın öğrenci sayısını kendi içinde değerlendirdiğimizde 2000 yılında 605 bin 308 olan kadın öğrenci sayısının 2010 yılında 2.6 kat artarak 1 milyon 566 bin 701’e, 2015’te ise yaklaşık 4.6 kat artarak 2 milyon 786 bin 228’e ulaştığı görülüyor.

Yükseköğretimdeki okullaşma oranları dikkat çekici

Özellikle her ilde bir üniversitenin kurulmuş olması farklı sosyolojik veya ekonomik nedenlerle çocuklarını farklı illerde okutamama durumu olan ailelerin bu engellerini ortadan kaldırdığı ve bu sürecin de açık bir şekilde kadınların yükseköğretime erişimini kolaylaştırdığı söylenebilir. Yükseköğretimde net okullaşma oranlarına bakıldığında da kadınların yükseköğretim okullaşma oranlarındaki büyük artış dikkat çekiyor. TÜİK verilerine göre 2000 yılında yükseköğretimde net okullaşma oranı yüzde 12.27 olup bu oran kadınlarda yüzde 11.38 iken 2010’da bu oran yüzde 33.06’ya, kadınlarda ise yüzde 32.65’e yükseldi. 2013/2014 verileri daha çarpıcı: Kadınlarda yükseköğretimde net okullaşma oranı (yüzde 40.9) erkeklerdeki yükseköğretimde net okullaşma oranını (yüzde 38.9) ilk defa geçti. Sonuçta, yükseköğretimdeki arz büyümesinin kadınlar tarafından daha iyi kullanıldığı, dolayısıyla bu durumun kadınlar açısından yükseköğretimde okullaşma oranına da olumlu yansıdığı görülüyor.

TÜİK’in ‘İstatistiklerle Kadın-2015’ raporu yüksekokul veya fakülte mezunu olan toplam nüfus oranının yüzde 13.9 olduğu, bu oranın erkeklerde yüzde 16.2 kadınlarda ise yüzde 11.7 olarak gerçekleştiğini gösteriyor. Görüldüğü gibi ülkemizde sadece kadınlar arasında değil erkeklerde de yükseköğretimden mezun oranı hâlâ düşük seviyelerde. Buna rağmen, son 15 yılın verilerine yükseköğretim kurumlarından mezunlar açısından baktığımızda, 2000 yılında yükseköğretim mezunu olan kadın öğrencilerin toplam mezunlar içindeki oranı yüzde 42 seviyesinde iken 2010’da yüzde 46’ya, 2015’te ise yüzde 49 seviyesine yükseldi. 2015 yılında üniversite mezunu 803 bin 760 öğrencinin 394 bin 581’i kadın mezunlardan oluşuyor. Diğer taraftan üniversite mezunu kadın sayısını kendi içinde değerlendirdiğimizde 2000 yılında 95 bin 196 olan kadın öğrenci sayısının 2010 yılında 2.7 kat artarak 263 bin 737’ye, 2015 yılında ise yaklaşık 4.1 kat artarak 394 bin 581’e ulaştığı görülüyor. Yükseköğretimde okuyan kadın öğrencilerin 2000-2010 ve 2000-2015 yılları arasındaki artış oranlarının aynı zaman dilimlerinde üniversite mezunu kadın oranlarında da benzer şekilde gerçekleşmesi dikkat çekici.

Kadın akademisyenlerin durumu nispeten daha olumlu

Diğer taraftan kadın akademisyenlerin durumuna bakıldığında nispeten çok daha olumlu bir durumun ortaya çıktığı görülüyor. 2000 yılında kadın akademisyenlerin toplam akademisyen sayısındaki oranı yaklaşık yüzde 35 iken bu oran 2010 yılında yüzde 41’e, 2015 yılında ise yüzde 43’e yükseldi. 2015 yılında 148 bin 903 öğretim elemanının 64 bin 123’ünü kadın öğretim elemanları oluşturdu. Benzer şekilde kadın öğretim eleman sayısındaki artışı kendi içinde değerlendirdiğimizde 2000 yılında 23 bin 99 olan kadın öğretim eleman sayısı 2010 yılında yaklaşık 1.87 kat artarak 43 bin 131’e ve 2015 yılında da 2.78 kat artarak 64 bin 123’e ulaştı. Aynı yıllardaki erkek öğretim elemanı artışının daha düşük gerçekleştiği; 2000-2010 arasında 1.48 kat, 2000-2015 yılları arasında ise yaklaşık 2 kat artış olduğu görülüyor.

2000 yılında kadın araştırma görevlilerinin toplam araştırma görevlisi sayısındaki oranı yüzde 38 iken bu oranın 2010 yılında yüzde 48’e, 2015 yılında ise yüzde 50’ye yükseldiği görülüyor. Özellikle öğretim üyesi yetiştirmek üzere kullanılan araştırma görevlisi kadroları sayılarına ve oranlarına bakıldığında gelecek yılların öğretim üyesi sayısında kadın öğretim üyelerinin oranının oldukça yükseleceği öngörülebilir. Dolayısıyla yükseköğretimde yaşanan genişlemenin kadın akademisyenler lehinde istihdamı artırdığı söylenebilir. Ayrıca, üniversitelerdeki kadın yönetici sayılarının da yetersiz olmasına rağmen arttığı gözlemleniyor.

Sonuç olarak, ülkemizde eğitim seviyesindeki artışın kadının istihdamını artırdığı ve aynı eğitim seviyesindeki erkek ve kadın çalışan arasında kadın aleyhine ücret düşüklüğünün de eğitim seviyesi arttıkça azaldığı verili bir bulgudur. İstihdam kaygısının ötesinde kadınlar arasında eğitim seviyesinin yükselmesi elbette arzulanan bir durum. Eğitim seviyesi arttıkça toplumda kadının etkinliği, üretkenliği ve görünümü de artacaktır. Ülkemizde özellikle son yıllarda yükseköğretimde yaşanan devasa büyümenin, kadınların yükseköğretime hem öğrenci olabilme hem de akademisyen olarak çalışabilme erişilebilirliğini artırdığı açıkça görülüyor.