ZONGULDAK KENTİNİN UNUTULAN BİR DEĞERİ:
BAŞAR TAMER
 

Doğu Karaoğuz
 
       O, Türkiye’nin Tom Jones’u diye anılırdı bir zamanlar. Bunu ben yazmıyorum, 31 Ağustos 1968 tarihli “Ses” dergisi yazıyor. Başar Tamer’i şimdiki gençler bilmez, orta yaşlılar bile hatırlamaz. Ancak, bizim yaşımızdakiler, yâni 1960’lı, 70’li yıllarda Türkiye’nin pop müzik dünyasını izlemiş olan Zonguldaklılar belki de çok iyi anımsayacaklardır o güçlü sesiyle müzik dünyasına damgasını vuran bu genç adamı, Başar Tamer’i.
 
       Onu daha iyi tanıyabilmek için, biraz eski günlere gitmemiz gerekiyor. 2-3 Eylül 1964 tarihlerinde, Yugoslavya’nın Belgrad şehrinde gerçekleştirilen “Birinci Balkan Melodileri Müzik Festivali”nde ülkemizi temsil eden “Millî Orkestra”nınbirincilikle dönmesi, yurtiçinde ve dışında büyük ilgiyle karşılanmış, hatta bu sonuca sürpriz diyenler bile olmuştu. 
 
       Bir yıl sonra, 18-21 Ağustos 1965 tarihlerinde yapılacak olan aynı festivale, Türk ekibinin bir yıl önce kazandığı birinciliğin sürpriz olmadığını gösterebilmek için müzik dünyamız âdeta seferber olmuştu. O yıl, Bulgaristan’ın Varna şehrinde düzenlenecek festivale gönderilecek “Millî Orkestramız”, titiz bir inceleme sonucu, son yılların ünlü müzisyenleri arasından seçilen şu elemanlardan oluşuyordu: Şerif Yüzbaşıoğlu (Orkestra Şefi, piyano, org), Yurdaer Doğulu (solo gitar), Erol Erginer (tenor sax, flüt), Ersin Ünlüsoy (ritm gitar), Alper Feyman (kontrabas), Vasfi Uçaroğlu (bateri) ve solistler, Ayla Dikmen, Erol Büyükburç, Başar Tamer.
 
       14 Ağustos 1965 tarihinde Taksim Atatürk anıtına çelenk bırakarak saygı duruşunda bulunan ekibimiz, yol boyunca gerek Trakya ve gerekse Bulgaristan kasaba ve köylerinde konserler vererek 18 Ağustos’ta Varna’ya varır. O akşam gerçekleştirilecek olan ve “İkinci Balkan Ülkeleri Halk Şarkıları Festivali” adı verilen konsere, devâsa bir Bulgar bayrağıyla çıkan ekibimiz büyük alkış alır. Ve konser, Başar’ın, ilk sözlerini Bulgarca söylediği “Eminem” ve “Çarşıya Kiraz Geldi”şarkılarıyla  başlar. Sonra, sırasıyla, Ayla Dikmen “Niksar’ın Fidanları”, “Doktor” ve Erol Büyükburç “Olam Boyun Kurbanı” ve “Halimem” şarkıları, peşinden Başar’ın “Hatırla Ey Peri” ve “Farfara”, Başar’la Ayla’nın “Kızım Seni Ali’ye Vereyim mi?” ve Ayla’nın “Döktür, Döktür” şarkıları söylenir. Görüldüğü gibi, festivalin ana temasını, Balkan ülkelerinin halk şarkıları oluşturmaktadır. Söylenen şarkılar da, bugün artık belleklerimizde pek yer etmeyen, ama o günlerde oldukça moda olan o yılların gözde halk şarkılarıdır. Konserin ikinci bölümünde, Büyükburç “Bekledim de Gelmedin”, “Karakaş Gözlerin Elmas”, “Kızılcıklar Oldu Mu?”, Başar “Kundurama Kum Doldu”, “Adanalı”, “What I Say”, Ayla Dikmen “Bülbül”, “Aman Karpuz Kestim”şarkılarını söyler ve her üç solistimiz bir arada  söyledikleri “Kara Tren” şarkısıyla konseri bitirirler. Halk çılgınca alkışlamaktadır. Özellikle Başar Tamer’in ilk şarkısını gazelle sonlandırması, halkın arasına karışıp şarkılarını onları coşturarak  söylemesi,  hele finalde Ayla Dikmen’le yaptığı shake karışımı dans ve diğerlerinin dinamizmi  Türk ve Bulgar bayraklarıyla donamış salonda izleyenleri coşturur, “Millî Ekip” tekrar tekrar alkışlarla sahneye çağrılır, büyük bir olaydır yaşanan.
 
       21 Ağustos 1965 akşamı, beyaz giysiler içindeki ekibimiz ve diğer Balkan ülkeleri ekipleri salondaki yerlerini alır. Halkın ekibimize gösterdiği çılgınca alkış devam etmektedir. Bulgaristan Kültür Bakanı, izleyenlerin oylarıyla seçilen ekibimize birincilik ödülünü verir. Peşinden, ekibimiz  büyük alkışlar içinde 8 şarkılık bir final konseri verir izleyenlere.    
 
       “Millî Orkestramız”ın,  o yıl da Balkan birinciliğini kazanması, büyük  bir olay olur tüm ülkede. O yılların ünlü sinema ve müzik dergisi “Ses”in 11 Eylül 1965 tarihli sayısının kapağında, “Millî Orkestramız”ın üç solisti yer alır. Bu resimde, Başar Tamer merdivende oturuyor, yanında Ayla Dikmen ve ayakta Erol Büyükburç. Bugün hayatta olmayan Türk pop müziğinin bu üç ünlü ismi bir arada ve artık anılarımızda…
 
                                       
 
Soldan: Başar Tamer, Erol Büyükburç, Ayla Dikmen (1965).
 
       Ben burada sizlere, Zonguldaklı çocukluk arkadaşım, yakınım Başar Tamer’i anlatmak istiyorum. O, müzik dünyasında yaptıklarıyla, hele bir de millî olarak ülkemizi yurtdışında temsil etmesiyle bunu çoktan hak ediyor. Ama tabii ki aradan uzun yıllar geçti ve o, eski günlerin birçok ünlüsü gibi artık unutulanlar listesinde. Bu yazım, belki de bizim yaştakilerin belleklerini tâzeleyecektir.
 
       Başar Tamer 1938 yılında Zonguldak’ta doğdu. Babası, Zonguldak’ta Belediye Başkanlığı yapmış olan Mustafa Tamer, annesi Güliye Tamer’dir. Bir de erkek kardeşi vardı: İsmail Tamer. Başar’ın baba tarafından büyük dedesi, Zonguldak’ın ilk Müslüman madencisi Ahmet Ali Ağa ve anne tarafından büyük dedesi ise, Amasra yöresinin ilk Müslüman madencisi Edhem Ağa’dır. Resmî kayıtlarda böyle geçer; yâni Başar madenci bir ailenin torunudur.
       Başar, benden üç yaş büyüktü, ben ona “Başar Abi” derdim. Ama asıl büyüklüğü iyi kalpli bir insan  olmasıydı.  Çocukluk  yıllarımızda  oturduğumuz  Meşrutiyet  Mahallesi, Ahmet  Ali  Sokak’ta
kurduğumuz mahalle çetemizin reisiydi aynı zamanda. Haklıyı, haksızı ayırmasını bilir, ilkokuldayken sınıfındaki bâzı fakir çocuklara acıyıp onları evine getirir, giysi ve hatta yiyecek bir şeyler verirdi, ben tanığıyım. Zonguldak Gazi ilkokulu’nda okudu, benden iki sınıf ilerdeydi.
 
       Tabii çocukluk yılları, birlikte ne anılarımız vardı… O yıllarda her çocuk bir futbolcudur, kimisi Lefter’dir, kimisi Turgay (Metin Oktay’ın piyasada olmadığı yıllardan söz ediyorum). Biz de öyleydik, bir mahalle takımı kurmuştuk. İsmail Hilâlcı’nın, kış günleri boş kalan yazlık sinemasının bahçesinde ne toplar oynamıştık diğer mahalledekilerle…     
 
                         
Başar Tamer ve kardeşi İsmail Tamer (1950’li yıllar)
 
       Başar’ın müzikle ilgisi ise çok küçük yaşlarda başladı, “Hohner” marka Alman malı pompalı mızıkasını hiç elinden bırakmazdı. 1950’li ve 60’lı yıllarda, İkinci Dünya Savaşı sonrası, ülkede tam bir Amerikan müziği hayranlığı vardı. Nat King Cole’lar, Elvisler vs… Onları çok iyi taklit ederdi Başar, hatta biz daha da iyi söylüyor sanırdık. Müzik zevkini bizlere de aşılamış, bir mahalle orkestrası kurmuştuk. Elimize geçen davul, trampet, mızıka, tef gibi uyduruk aletlerle, karşı apartmanda oturan  mahallenin en güzel kızı Sirel’e serenatlar gönderirdik, tabii kızın haberi bile olmazdı.
 
      Başar’ın bir ayrı özelliği de yaptığı taklitlerle milleti güldürmesiydi. Önce aile bireylerinin taklitlerini yapmaya başladı, sonraları herkesi, öyle ki şarkıcılığından önce taklitleriyle çevresinde tanınır oldu. Diğer taraftan, oldukça utangaç bir yaratılışı vardı, buna rağmen yaptığı taklitlerle milleti güldürmeden edemezdi. İki zıt karakter nasıl bir araya gelir, şaşardım. Ama öyleydi Başar, yaşamı boyunca da hep öyle kaldı.
 
       Liseyi kısmen Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi’nde okudu. 1955-56 döneminde, o yıllarda üç yılda tamamlanan lise öğrenimizin birinci yılında, 4-A şubesinde beraberdik, numarası 1375’di. Ama hiç sevmiyordu okumayı, ne varsa hep müzik, kendini o işe adamıştı. Ailesi, okumasını, her aile gibi doktor, mühendis falan olmasını istiyordu; ama o, Tanrı vergisi bas-bariton sesiyle yaşamında izleyeceği yolu daha o yıllarda seçmiş gibiydi. Ailenin bireylerinden gazeteci Tâhir Karauğuz (babam)  bunu anlayanlardan biriydi; Başar’ın konservatuara gönderilmesi için ailesine defalarca ricada bulundu, ama aile istemiyordu onun şarkıcı olmasını, bu nedenle “Tahsiline İstanbul’da Işık Lisesi’nde devam etsin” dediler. Ve Başar’ın İstanbul hayatı başladı…
 
       Yaz tatillerinde, çok sevdiği memleketine, Zonguldak’a gelirdi Başar. Müzik aşkı hep devam ediyordu ve böylece Zonguldak’ta konserlerde, düğünlerde, şenliklerde sahneye çıkmaya başladı. Eğer damarlardaki müzik ruhu bir çağlayan gibi akıyorsa, bunu durduramazdınız. Başar için de öyle oldu, kısa zamanda memleketinde çok tutuldu, çok sevildi; artık genci, yaşlısı herkes onu biliyor ve tanıyordu. Konserlerde gençliği coşturmasını iyi bilirdi, büyük alkışlar aldı. Hatta bir kavalı vardı, sahnede burnuyla üfleyerek kaval çalardı. Çocuklar, “Burnuyla kaval çalan adam” derlerdi peşinden.
 
       Dediğim gibi, aslında çok utangaç bir adamdı. Konuştuğu kız arkadaşlarına aşkını bir türlü söyleyemezdi. Zonguldak Deniz Kulübü’nde, konuşsunlar diye başbaşa bırakırdık bir kız arkadaşıyla onu. Kız gidince, sorardık, “Yine söyleyemedim”derdi. Bir ara şiire merak etmişti, dilinden şiirler  düşmüyordu. Hatta Çelikel Lisesi’ndeki bir kız arkadaşı için, “Ürperiyor Bir Rüzgârla Yapraklar” dizesiyle başlayan güzel de bir şiir yazmıştı. Tabii bu şiiri de o kız hiçbir zaman duymadı.
 
       Bir yaz tatili başlarında, “Başar Zonguldak’a geliyor” dediler. Onu karşılamaya gittik, o günlerde bile çoktan yıpranmış eski Zonguldak iskelesine. Limana giren Etrüsk vapuru  açıkta duruyor ve yolcular sandallarla geliyordu iskeleye. Başar’ı karşıladık, elinde valiz-maliz yoktu; sâdece iki şey vardı: Bir basket topu ve bir plâk: “Avâre!” (Avâre, o yıllarda Türkiye’de çok tutulan, milyonların izlediği bir Hint filmiydi ve “Avâra mu” adlı şarkısı nerdeyse herkesin ezberlediği bir şarkı olmuştu).
Başar’ın elinde bir top ve bir plâk! Bu galiba basket topunun ilk gelişiydi Zonguldak kentine ve o sıralarda bütün ülke inliyordu: “Avâra mu, avâre!..”
           
       Başar işte böyle bir adamdı. Okula filân boş verir, hep sevdiği şeyleri yapar ve hayatını adamakıllı yaşardı. Yine de Işık Lisesi’nde tamamladı lise tahsilini; üniversite için de İstanbul Gazetecilik Yüksek Okulu’na gitti. İstanbul’a gitmesiyle birlikte müzik dünyası ona kapılarını ardına kadar açtı. Yeni arkadaşlar edindi bu yeni yaşamında. Kadri Ünalan ve Nüceyim Fener’le birlikte kurdukları müzik grubu kısa zamanda kendini gösterdi, sevildi, büyük hayran kitleleri topladı. Galatasaray Lisesi’nde, Caddebostan’da, İstanbul’un çeşitli yerlerinde üst üste konserler… Artık müzik dergilerinin, gazetelerin müzik listelerinde yükselmeye başlamıştı. Erol Büyükburç’un müzik listelerinde hep birinci olduğu yıllar… Ancak, Başar alt sıralardan hızla gelerek, üçüncü, ikinci derken, bir gün baktık birinciliğe yükseldi ve bu yerini aylarca kimseye bırakmadı.
 
       Başar Tamer, asıl şöhretini, bas-bariton sesine ve stiline çok uygun olarak aranje ettikleri türkülere borçludur. Yakın arkadaşı Kadri Ünalan’la birlikte 1962 yılında hazırladıkları “Kara Tren” adlı türküyle, ülkemizde bu akımın öncülüğünü yapmıştır. 1965’de, çok sesli halk müziğimizi Balkanlar’a kadar görüren “Milli Orkestra”da görev almasını sağlayan etken, Anadolu folk müziğimize el atmış olmaları ve sonunu güçlü sesiyle söylediği  gazellerle bitirdiği bu türkülerdir.
 
       Başar, 1966-67 yıllarında askere gitti ve bu süre içinde müzik dünyasından uzaklaştı. Ancak, iyi bir sahne adamı olmuştu artık, terhisinden sonra tekrar kolları sıvadı ve sahnelere geri döndü. Önce Ankara’da, sonra İstanbul’da gece kulüplerinde, gazinolarda sahne almaya başladı. Güçlü sesi ve tekniğine, sahnedeki sempatik tavırları da eklenince, popüler müzikle pek de ilgilenmeyen alaturka gazino seyircisi bile Başar’ı çok sevdi, onu hep alkışlarıyla destekledi.
 
       Artık ülkenin en sevilen şarkıcıları arasındaydı Başar. Bunun semeresini gördü,  22-26 Eylül 1968 tarihleri arasında gerçekleştirilen “Barselona Müzik Festivali”nde, Ajda Pekkan ve Selçuk Başar’la birlikte Türkiye’yi temsil etti. İkinci kez millî oluyordu, ne büyük mutluluktu bu. Birinciliği Bulgaristan’a kaptırıp bu sefer birinci olamamışlardı, ama yine de değerdi, unutulmaz anılarla döndüler İspanya’dan.
 
        Yurda dönmesiyle birlikte, çeşitli sahnelerden, gazinolardan büyük teklifler aldı. İlham Gençer, Faruk Akel, Şerif Yüzbaşıoğlu ve Vasfi Uçaroğlu orkestralarında uzun yıllar solistlik yaptı. Tabii iyi para da kazanıyordu, ama benim bildiğim Başar para tutmasını da pek bilmezdi. O, büyük dostlukların, büyük arkadaşlıkların adamıydı, hep öyle kaldı.
 
       Bir de tabii kızlar… Bu iri cüsseli, yakışıklı  adamı  hiç  yalnız  bırakmıyordular  ki. Bana bir gün
“Ben bir kızı tavlamak istersem, onun gözlerinin içine bakarak şarkı söylemem yeterli” demişti.  Ama hiç de öyle olmadı, bu muzipliğine, şen-şakraklığına rağmen hep utangaç adamı oynadı.
 
       Sonunda, altı yıllık sevgilisi,  Bulgar  asıllı  Penka  ile  evlendi.  Beşiktaş  Evlendirme Dairesi’nde 1970 mayısında yapılan nikâhlarında, müzisyen arkadaşları Kadri Ünalan, Sâlim Ağırbaş, Özdemir Erdoğan, Önder Bâli, Faruk Akel ve orkestra elemanları da vardı. Bir yakını olarak ben de oradaydım. Başar’la Penka’nın, daha sonra, Mete adını verdikleri bir oğulları olacaktır.
   
                         
Başar Tamer Barselona Müzik Festivali’nde (1968).
 
 
 Başar Tamer ve Ajda Pekkan Barselona Müzik Festrivali’nde (1968).
 
       Başar Tamer, bir ara o kadar ünlü olmuştu ki, o yıllarda dergilerde moda olan fotoromanlarda oynadı, bâzı müzikal Türk filmlerinde roller aldı. Bu filmlerden biri, 1969 yılında çevrilen, başrollerini Zeynep Değirmencioğlu (Ayşecik) ve Cüneyt Arkın’ın oynadığı, Vasfi Uçaroğlu ve orkestra elemanlarının da yer aldığı “Sevgili Babam” adlı filmdir.


Başar Tamer (sağdan ikinci) Kadri Ünalan orkestrası elemanlarıyla birlikte (1965).
 
 
Başar Tamer (ortada), Vasfi Uçaroğlu Orkestrası elemanlaryla birlikte (1970).



Başar Tamer (soldan ikinci), Şerif Yüzbaşıoğlu Orkestrası elemanları ile (1972).


Başar Tamer (1939-1991)

  
Başar Tamer’in plak kapakları
   
       Başar Tamer’in müzik yaşamı uzun yıllar devam etti İstanbul’un çeşitli sahnelerinde ve Türkiye turnelerinde. Çocukluk arkadaşım, mahalle çetemizin reisi, akrabam, yakınım Başar’la arada bir görüşüyorduk, ama o bizden uzaktaydı, müzik dünyasındaydı artık. Hiç unutmam, 1984 yılıydı, babam
hastânede yatıyordu. Bütün işinin, gücünün arasında hastâneye bizi ziyarete gelmişti Başar. Düşünceliydi, saçları beyazlaşmaya yüz tutmuştu, ama bizi hiç unutmamıştı.
 
       Başar’ı son görüşümdü bu. Bir süre sonra, dediler ki “Kalp krizi!” Ve o güzel adam bu dünyadan ayrıldı.
 
 
 
       Doğu Karaoğuz, 15 Ocak 2017                          İletişim: [email protected]
 
 
 
 
 
 
 
 
 

           

Muhabir: TE Bilişim