Zorunlu mültecilik!

İnsan bazen bir boşlukta hisseder kendini…

Bu duyguyu, birçok insan hayatının bir kesitinde yaşamıştır.

Bazısı biraz çok, bazısı da az…

Fakat kendisine zorunlu mültecilik dayatılan insanların hemen hemen hepsi yaşar bu boşlukta asılı kalma veya sonbahar yaprakları gibi rüzgarın önünde öteye beriye savrulma duygusunu...

İnsanlar neden terk ederler doğdukları köyü, kenti veya ülkelerini?

Bir insan neden kopmak zorunda kalır doğup büyüdüğü topraklardan, çocukluk anılarından ve belki de umarsız çaresizliklerin kucağına bırakıp gittiği sevdiklerinden?

Bir insan neden gelmiştir dünyaya?

Sadece insanın üreme güdüsü müdür bir insanı dünyaya getiren?

Bir insanı kırdaki bir ottan, yayladaki bir çiçekten, hayvanlardan veya börtü böcekten ayıran, farklı kılan nedir?

Yıllardır dilim döndüğünce “çekip gitme” düşüncesinin yanlışlığını, bu düşünceyi emperyalizmin ideologlarının üretip yaygınlaştırdığını anlatıp dururum!

Çünkü “çekip gitme” düşüncesinin; Burjuva ideolojisinin güçsüz bırakıp ‘şey’leştirmeye çalıştığı emekçi halklara bir saldırısı, ölümcül bir dayatması olarak görür ve göstermeye çabalarım…

Gönüllü ya da zorunlu; “Mülteci” bir özden alır kavramsal anlamını…

Gönüllü mültecilik duygusu insanı kendi yaşam gerçekliğinden koparıp, gerçeklikten uzak yanlış hülyalara daldırır.

Belki biraz macera ve serüven içerir; Biraz romantizm, biraz da anarşizm belki de!

Fakat önünde sonunda insanı kendine yabancılaştırır ve çürütür.

Ya zorunlu göç ve mültecilik!

“Zorunlu göç ve mültecilik” öyle mi?

Ülkemizde seksen 12 Eylül faşist darbesi ve sonrasına bir bakın, doğuya, güneydoğuya, Ortadoğu ülkelerine Irak’a ve Suriye’ye bir bakın.

Ürdün, Lübnan, Senegal, Yemen ve Filistin’e, Afganistan’a, Pakistan’a bir bakın…

Nedir ve ne için girmiştir insanların yaşamına?

“Zorunlu Göç ve Mültecilik” insanlık dışı bir dayatmasıdır, kendini dünyadaki her şeyin sahibi gören emperyalist-kapitalist egemen sınıfların…

Kesin panzehiri de; Yurdunu sevmesi, doğduğu topraklara ve yaşamına vakti zamanında sahip çıkmasıdır insanın.

“Ya sev, ya terk et!” diyen, ülkesi karış karış satılırken gıkını çıkartmayan ikiyüzlü burjuva milliyetçilerine pabuç bırakmayacaksın.

Yurdunu seveceksin ve sevilecek bir ülke haline dönüştürmenin sorumluluğunu üstleneceksin.

Kendini padişah sanan bir “Deli” ye mahkum olmayacaksın mesela!

“Orda bir deli var uzakta!” deyip, yan gelip yatmayacaksın.

Ülkenin, çocuklarının ve insanlığın geleceği için örgütlenecek; “Deli” senin kapına dayanmadan, sen uzakta sandığın o delinin kapısına dayanacak ve karşısına dikilecek, hesap soracaksın!

O “Deli”, bizim delimiz değildir çünkü…