Nihayet yıllardır üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi tepkisiz duran Zonguldak'tan güzel bir haber alabildim. Bir grup idealist Zonguldaklının, tamamen gönüllülük esasına dayalı olarak, ''67'liler Platformu'' adı altında örgütlenerek harekete geçmesi beni mutlu etti. Kendilerine gönülden başarılar diliyorum.
   Bu hareketi duyunca, yine bir Zonguldak sevdalısı ile ilgili bir anekdotu hatırladım. İzninizle anlatayım da konuya biraz da gülümseyerek girelim.
   Sene sanırım 1988 idi. O zamanlar TTK Karadon Müessesesi müdürü idim. Bir iş görüşmesi için Genel Müdür Fuat Üçüncü'nün makamına uğramıştım. Baktım özel büroda Zonguldak'ın eski efsane belediye başkanı Hüseyin Öztek ve zamanın Kozlu Belediye Başkanı Mustafa Durgun sohbet ediyorlar. Tabii ki sohbete ben de katıldım. Mustafa Durgun, son derece esprili  ve Zonguldak'ın gelmiş geçmiş en renkli değeri olan Hüseyin Öztek ile ilgili bir anısını anlatıyor. Aynen aktarıyorum.
   ''Efendim, Hüseyin Bey'in belediye başkanlığı döneminde, belediye işçileri oturma grevine başlamışlardı. Ben de sayın Başkan şimdi üzgündür, gideyim teselli edeyim dedim. Ama odasına bir girdim ki sayın Başkan pür neşe, ıslık çalarak odada tur atıyor. Şaşırarak dedim ki, 'Sayın Başkan, sizin işçiler oturma grevi yapıyor, ben sizin üzgün olacağınızı sanıyordum ama aksine çok neşelisiniz. Bunun sebebi ne?'
   Bana ne cevap verdi biliyor musunuz? 'Yahu Mustafa Başkan, benim işçiler bugüne kadar yatıyordu. Şimdi ise oturmaya başladılar. Bu yakında ayağa da kalkacaklar demektir! Buna ben sevinmeyeyim de kim sevinsin?''
   Şimdi ben de tıpkı Sayın Hüseyin Öztek gibi sevinmeye başladım doğrusu. Öyle ya, demek ki Zonguldak kış uykusundan uyanıyor. Veya uyandırılıyor!
   Ünlü bir Çin atasözü der ki; ''Büyük yürüyüşler bir adımla başlar!'' Görünen o ki o bir adım atılmıştır. Bu adımların devamı halinde Zonguldak'ın makus talihini yenebileceğine inananlardanım. Çünkü bu kentin yaşadığı bütün olumsuzlukların temelinde böyle adımların atılmamasının yattığını üzülerek izledim.
   Zonguldak'ın nerden nereye neden ve nasıl geldiğini; kurtarılmaya muhtaç hale getirilmesinin sebeplerini ve müsebbiplerini aslında kentteki herkes biliyor. Ama kısa bir hatırlatmada yine de yarar var.
   Kömürle özdeşleşen Zonguldak'ın evrimi de kömür üretiminin evrimine paralel olmuştur. Genç Türkiye Cumhuriyeti ülkenin ağır sanayisine en büyük katkıyı yapan Zonguldak'a öylesine önem vermiştir ki, daha önce mutasarrıflık iken, 1 Nisan 1924 tarihinde il yapmıştır; ve yaptığı ilk il olma şerefini vermiştir! Kömür üretiminin artmasına paralel olarak gelişen Zonguldak'a devlet daha sonra; 1937 yılında Karabük Demir Çelik Fabrikalarını, 1948 yılında Çatalağzı Elektrik Santralını ve Filyos Ateş Tuğla Fabrikalarını, 1960 yılında Ereğli Demir Çelik Fabrikalarını,1970 yılında Çaycuma Kağıt Fabrikası ve Bartın Çimento Fabrikasını kurmuştur. Bunlar zamanın en önemli tesisleri idi ve bu nedenle Zonguldak ülkenin parlayan bir yıldız kenti haline gelmişti. Kömür işletmelerinin 55 bin işçi çalışacak kapasiteye erişmesi ile Zonguldak tüm ülkenin bir ekmek kapısı olmuştu. Ayrıca, Türkiye'nin her yerinden gelen eğitimli ve kalifiye kişiler bu şehri herkesin parmakla gösterdiği bir kültür ve medeniyet merkezi durumuna getirmiştir.
   Peki sonra ne oldu? Zonguldak'ın varlık sebebi olan TTK yeni yatırımlar yapılmadığı için küçüldü. Çalışan sayısı 55 binlerden 7 binlere indi. 1991 yılında Bartın ve 1995 yılında Karabük il yapılarak Zonguldak'tan koparıldı ve Zonguldak küçültüldü. Bu nedenlerle, yeni yatırımlar da yapılmadığı için, bir zamanların göç alan ve ekmek kapısı olan ili göç vermeye başladı. Şimdilerde Zonguldaklılar büyükşehirlerin varoşlarında yaşam savaşı vermektedirler. 
  Tüm bu süreçte Zonguldak halkı hep kömürle aldatılmıştır! ''Şu kadar kömür rezervi var.. Üretimi artıracağız.. Şu kadar işçi alacağız..'' palavraları ile sürekli oyalanmıştır.
   Sonuçta, bir zamanların yıldız kenti, korona günlerinde, artık 30 büyük şehrin kuyruğuna eklenerek ''ve Zonguldak'' diye anılmaktadır. Bu Zonguldak için acı, utanç verici ve düşündürücü bir durumdur.
   Zonguldak'ın bu duruma düşmesinde aslında kollektif bir suç vardır. En başta Zonguldak'a sahip çıkmayan politikacılar olmak üzere; politikacıların peşine takılan yöneticiden işten erken kaçmayı uyanıklık sayan işçiye kadar herkes suçludur. Hatta kazandığı parayı Zonguldak dışına çıkaran iş adamları, doktorlar ve avukatlar bile suçludur. Tüm bunlar olup biterken tepki gösterip hiç sesini çıkarmayan halk ve sivil toplum örgütlerinin de bu günahta payları olduğu yadsınamaz!
   Bunları ayrıntılı yazmaya kalkarsam ciltler yetmez. Ama olan olmuştur, geriye bakmanın yararı ancak ders alma şeklinde olabilir. Şimdi ne yapılabileceğine bakmalıyız. Bunun için önce sorunlar saptanmalı sonra bu sorunları çözecek projeler üretilmelidir. Amma, fakat en önemlisi bu projeleri hayata geçirebilmektir. İşin en zor kısmı budur. İşte ben burada 67'liler Platformu'na bir şeyler söylemek istiyorum.
   Fakat önce bir düşüncemi söyleyeyim. Ben bu platformu kuranları ve üyelerini Jön Türklere benzetiyorum. Biliyorsunuz 19. Yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı İmparatorluğu'nda statükoya baş kaldıran, başta Paris olmak üzere Avrupa'da tahsil görmüş, batılılaşma yanlısı genç Osmanlı aydınlarına Jön Türkler denilmektedir. Bu aydınlar Osmanlı topraklarında ilk demokrasi hareketini başlatmıştır ve Padişah II. Abdülhamit'e 1.Meşrutiyeti ilan ettirmişlerdir. Bir kısmı Zonguldak dışına çıkıp sorunları bir de dışarıdan objektif olarak gören Platform üyelerinin bu haraeketi bana Jön Türkler hareketini hatırlatmıştır. Bu durumda bu arkadaşlarımıza ''Jön Zonguldaklılar'' diyesim geliyor doğrusu!.
   67'liler Platformu'nun yayınladıkları manifestoyu okudum. Gayet güzel kaleme alınmış.. Sorunlar ve çözüm önerilerinden ayrıntılı olarak söz edilmiş.. İyi niyetli ve idealist yaklaşımlı bir manifesto. Hayalci de değil; ayakları yere basıyor. Söyledikleri her şey teorik olarak yapılabilir. Ama iş pratiğe, yani uygulama safhasına gelince; önlerinde aşılması gereken iki devasa duvar var. Birincisi Zonguldaklının ilgisizliği, statükocu ve statik yapısı nedeniyle Zonguldak'ta bu konuda bir sinerji yaratmanın zorluğu... İkincisi, Ankara'da Zonguldak lobisinin olmayışı. İşte ben bu ikincisinin üzerinde duracağım. 
   Çünkü ben bu lobicilik ile epey zamandır çok uğraşıyorum. Ankara'daki Zonguldaklılar Derneği Başkanlığı yaptığım 10 yıl boyunca uğraştım. Sırf Zonguldaklıların Ankara'da bir uğrak yeri olsun diye 10 yıldır da Yüksek Maden Mühendisleri Derneği Başkanlığı yapmaktayım. Yine, gazeteci olmadığım halde, sırf Zonguldaklılarla iletişimde olayım diye 6 yıldır bu gazetede köşe yazarlığı yapıyorum. Bu arada gazete sahip ve yöneticileri ile gazetedeki arkadaşlara da çok teşekkür ediyorum.
    Fakat bu kadar uğraşmama rağmen tek başıma başarılı olmam mümkün değildi tabii ki.
   Önce bu lobi nedir; bir kere daha hatırlayalım: Lobi, aynı davaya inanmış insanların davalarını başkalarına kabul ettirebilmek için bir araya gelerek bir güç odağı oluşturmasına denir. Bu güç odağının kendi taleplerini kabul ettirmek için karar alma mekanizmaları üzerine baskı kurması faaliyetlerine de lobicilik denir.
   Lobiciliğin önemini ve gücünü anlatabilmek için dünyadaki toplam 15 milyon Yahudi'nin birbirleri ile kavga eden 1,5 milyar Müslümana nasıl kök söktürdüğünü, hatta Amerika'yı bile nasıl idare ettiğini göz önüne almak yeterlidir.
   Bakınız; ben sokakta sade bir vatandaşken bizi yönetenlere güveniyordum. Adil ve dürüst olduklarını düşünüyordum. Ne zaman ki Ankara'da genel müdür ve Başbakanlık müşavirliği gibi görevlerde bulunduğum sıralarda aralarına girdim ve onları tanıdım; bende bir moral bozukluğu başladı. İşlerin öyle Zonguldak'tan görüldüğü gibi olmadığını anladım. Devlet pastası dağıtılırken lobisi güçlü illerin aslan payını alırken az güçlü veya hiç gücü olmayan (Zonguldak gibi) illerin ise arta kalan kırıntılarla yetinmek zorunda kaldığına tanık oldum. O yüzden lobi de lobi diyorum.. Çünkü sihirli anahtar bu!
   Peki Zonguldaklıların neden Ankara'da lobisi yok? Çünkü devlet, yukarıda saydığım kuruluşlar nedeniyle, Zonguldaklıların ayağına gelmişti. İnsanlar başta işsizlik olmak üzere tüm sorunlarını bu kuruluşlar sayesinde çözüyorlardı. Bu nedenle Ankara'ya işleri ve yolları düşmüyordu. Doğal olarak da Ankara'da bir lobi ihtiyacı duymuyorlardı. Dolayısı ile milletvekilleri de kurumlara adam aldırmak, adam yerleştirmek, terfi ettirmek veya lojman tahsis ettirmenin dışında bir iş yapmıyorlardı.
   Fakat bu kurumlar, başta TTK,  zaman içinde bu görevleri yapamaz hale geldi. Artık Ankara'ya iş düşmeye başladı. Ankara'da bürokrasiye adam yerleştirmeyen, 18 yıldır hükümetlerde bir bakanı olmayan, güçlü parlamenterler de gönderemeyen, yani Ankara'da lobisi olmayan Zonguldaklı Ankara'ya gidince sahipsiz kalmaya başladı. Devlet pastası paylaşılırken Zonguldak'a kimse sahip çıkmadı. Ve sonuçta, Zonguldak'ın, karar alma mekanizmalarını bulunduğu Ankara'da suyun başında adamı olmadığı için; tıpkı suyu kesilen değirmen gibi çarkları durdu!
   Şimdi bu anlattıklarım hastalığı teşhis kısmıydı. Biliyorsunuz teşhis doğru konursa hastalığı iyileştirmek daha kolaylaşır. Gördüğünüz gibi teşhis; LOBİSİZLİKTİR!
   Gelelim hastalığı tedavi kısmına, yani lobinin nasıl kurulacağına.. Bana göre, Platform sonuca varabilmek için şu hususlara dikkat ederse başarılı olur.
   1.Öncelikle, atalet halindeki Zonguldak'ta bir heyecan, bir sinerji yaratılmalıdır. Bu iş biraz zordur. Çünkü yabancıların Türkler için söylediği şu söz adeta Zonguldaklılar için söylenmiştir: ''Türkler her çözüme bir sorun bulur!'' Bu yüzden Platform, boş insanların ürettiği meşhur ''Gazi Paşa Caddesi dedikoduları'' na ve eleştirilerine kulaklarını tıkamalıdır. Kızmamalı, sinirlenmemeli, morallerini bozmamalı ve bunun için çelik gibi sinirlere sahip olmalıdır. Son derece sabırlı ve hoşgörülü olmayı da unutmamalıdır.
   2.Lobi kurmak için şehrin tüm dinamiklerini harekete geçirmelidir. Unuttukları veya ihmal ettikleri olursa onlardan bazılarının olumsuz tepki göstereceği göz önünde bulundurulmalıdır! Başta milletvekilleri, vali, belediye başkanları, sendikalar ve diğer tüm sivil toplum örgütleri bu harekete katılmaya yönlendirilmelidir. Eskiden beri, Ankara'da kendilerinden başka güç istemeyen  milletvekillerine bu işe önayak olmaları gerektiği, arkalarında lobi olursa Ankara'da yaptırım güçlerinin daha kuvvetli olacağı hatırlatılmalıdır.
   3. Başta Zonguldak ve İstanbul'daki tüm sivil toplum örgütleri önce federasyonlar kurmalı ve sonra da bu federasyonlar konfederasyon şemsiyesi altında birleşmelidir.
   4.Karar alma mekanizmaları Ankara'da olduğundan, konfederasyonun merkezi de Ankara'da olmalıdır.
   Değerli okuyucular, ''Hak verilmez, alınır!'' sözünü bilirsiniz. Bu evrensel bir tespittir ve ayrıca tabiat kanunudur. Tıpkı demokrasi gibi, hak da yukarıdan verilmez; aşağıdan talep edilir. Ama bu talep rica minnetle de olmaz.. Bir gücünüz olması gerekir. Biliyorsunuz tabiat kanunlarında güçlü olan kazanır.
   İşte bu güç LOBİDİR. Lobiniz yoksa başarılı olma şansınız Süper Loto'da 6 tutturmak kadardır!
   Bunu unutmayın!