Söze eskilerin ''Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin'' sözüyle başlayalım. Geçmişte açlık çekmiş veya halen çekmekte olan insanlar bunun ne anlama geldiğini daha iyi bilirler. Açlığı bilmeyenlere de bu söz hikaye gelir tabii ki.
   Peki aç insan kime denir? Elbette ki öncelikle karnı doymamış insanlara denir. Ama bu kadar basit de değil: Adam akşam evine ekmek götüremiyorsa; ve hatta götürmede zorlanıyorsa, bu adam açtır.  Veya, evinde elektrik, kömür yoksa; çocuğunu okula gönderemiyorsa; ilaç parası yoksa bu adam da açtır. 
   Bir de gözü aç olanlar, doymak bilmeyenler vardır ki onlarda başka bir sorundur!
   Başlığa dönersek; bu başlık ''aç insanları yönetmek farklı mı oluyor?'' sorusunu akla getiriyor. Demokratik toplumlarda elbette ki böyle bir soruyu sormak bile saçma kabul edilir. Ama demokrasinin olmadığı veya topal olduğu toplumlarda aç insanları kolayca yönetmenin formülleri vardır. Böyle toplumlarda idareciler aç kitleleri bu formüller sayesinde rahatlıkla yönetebilirler. Hatta bu kitleler açlık sebeplerini ve açlıklarını unutup, bir nevi Stockholm Sendromu yaşayabilirler ve kendilerini aç bırakan yöneticilerine hayran bile olabilirler.
   Aç insanın toplumdaki ve sosyal hayattaki yerini daha iyi görmek ve onu daha iyi anlamak için, bilim adamlarının saptadığı ''insanların ihtiyaçlar hiyerarşisi'' ni hatırlamada yarar vardır.  Özellikle Abraham Maslow'un ''İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi'' çok kabul görmektedir.
   İhtiyaçlar  hiyerarşisi 5 basamaktan oluşmakta olup bu basamaklar şunlardır:
   1 - Fizyolojik ihtiyaçlar:
   En başta açlık duygusunun giderilmesi olmak üzere; susuzluk, uyku ve boşaltım ihtiyacını kapsar.
   2 - Güvenlik ihtiyacı: 
   İnsanın kendisini düşmana, sıcağa veya soğuğa, sağlık sorunlarına, barınmaya, ve GELECEĞE KARŞI güvence altına alma ihtiyacıdır.
   3 - Sosyal ihtiyaçlar:
   Bu basamakta insanlar en başta cinsel ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Ayrıca, ait olma ve sevgi, arkadaşlık ve aile ihtiyacı gibi ihtiyaçlar bu kapsamdadır.
   4 - Saygınlık ihtiyacı:
   Zengin olma ve  meşhur olma isteği, kendine saygı ve güven duyma, başkalarına saygı duyma ve başkalarından saygı bekleme gibi hususlardır.
   5 - Kendini gerçekleştirme ihtiyacı:
   Bu basamakla ilgili şunları sayabiliriz: Kişisel tatmin, başarma isteği, erdemli olma, yaratıcılık, doğallık, problem çözme, önyargısız olma ve gerçeklerin kabulü.
   Burada unutulmaması gereken şu: Bir alt basamaktaki insan bu basamaktaki ihtiyaçlarını giderememiş ise; bir üst basamağa terfi edemiyor!
   Peki, tüm bunları niye yazdım? Bir şeye dikkatinizi çekmek için!. O da şu: Birinci basamaktaki aç insan açlığını gideremediği takdirde; bir üst basamak olan güvenlik basamağına geçemiyor. Bu şu demek: Aç insan güvenlik filan düşünemiyor. Onun tek derdi bir an önce karnını doyurmak. Bunu normal yollardan yapamıyorsa illegal yollardan yapmaya çalışacaktır. Ya dilenecek, ya çalacak, ya da soyacak. Kadınsa fuhuş yapacak.
   Yani bu adam karnını doyurabilmek için her türlü riske açık! 
   Bu arada ''Aç köpek fırın yıkar'' atasözünü de aklımızda tutalım.
   Gelmek istediğim nokta şu: Güvenlik basamağına geçemeyen; yani geleceğini düşünemeyen aç insan ülkesinin yönetim sistemi ile ne kadar ilgilenebilir?  Veya bu insan için vatan, millet, demokrasi, özgürlük veya insan hakları gibi kavramlar ne ifade eder? 
   Peki bu insanın onur ve gururu ne olacak derseniz, ben cevabını vereyim: Aç insanın onur ve gururu asgari seviyeye iner. Ancak her anlamda doyum noktasına geldikten sonra  normal seviyesine çıkabilir.
   Bunları ben söylemiyorum; bunlar bilimsel tespitlerdir. Hatta siz de etrafınızda böyle örneklere rastlayabilirsiniz. Ben ne insanlar gördüm tok iken burnundan kıl aldırmayan ama aç kalınca yardım dilenen!
   Aç insanları idare etmek kolaydır; ama bir şartla: Karınlarının doymasına yardımcı olacaksınız! Burada dikkat edilecek husus; tam doyurmayacaksınız!  Çünkü tam doyarsa idare etmek zorlaşır. Az az vereceksiniz, o da size minnet duyacak.
   Tam burada, ne alaka ise, çocukluğumda bizim köyde yaşayan zihinsel engelli Cinbaş Nazif aklıma geldi. Bizim oralarda 'cin' küçük anlamında kullanılırdı ve Nazif'in başı da küçük olduğu için bu lakabı almıştı.
   Cinbaş Nazif'i düğünlerde oynatmaktan çok zevk alırdık. Oyun dedikse öyle kıvırta oynamazdı. Ellerini havaya kaldırır, olduğu yerde oynardı. Bizde onun alnına bahşiş olarak kağıt para yapıştırırdık. Nazif bir yandan oynarken parayı pantolon cebine koyardı. Bizim fırlamalar da Nazif'e çaktırmadan arkasından yaklaşarak parayı cebinden çekerlerdi. Aynı parayı defalarca çekip tekrar alnına yapıştırdıklarından, Nazif'i beş liraya akşama kadar oynatırlardı.
   Neyse, Nazif nerden aklıma geldiyse! 
   Şimdi konuya tekrar dönerek bizim millete geliyorum. Acaba bizim milletin ne kadarı fakir, yani aç! Bunu görmek için önce ülkemizdeki gelir dağılımına bir bakalım. Bunun için çeşitli kaynakların yapmış olduğu araştırmaların ortalamasını alarak aşağıdaki tabloya yazıyorum.
         Nüfusumuzun:            Milli gelirden aldığı pay (%):
         Birinci % 20'si      :           5.5
         İkinci % 20'si       :           10
         Üçüncü % 20'si    :           13
         Dördüncü % 20'si :            20
         Beşinci % 20'si    :            51.5
   Bu tabloya göre nüfusumuzun beşte biri açlık sınırının altında. Nüfusumuzun 80 milyon olduğu dikkate alındığında bu 16 milyon kişi demektir. Sonra gelen beşte bir de açlık sınırında. Bunu da birinciye eklerseniz 32 milyon kişi eder. Milli gelirin % 13'ünü alan üçüncü dilimdekilerle % 20'sini alan dördüncü dilimdekiler de ancak kendilerini idare edebilir. 
   Burada dikkat edilecek nokta beşinci dilimdeki gelir dağılımıdır. Beşinci dilimdeki beşte bir nüfus, diğerlerinin oluşturduğu yüzde seksenlik nüfusun hepsinin aldığı toplam gelirden daha fazla pay alıyor!
   Buna adaletli gelir dağılımı denilebilir mi? 
   Görülüyor ki ülke nüfusunun yarıdan fazlası aç. Buna her devirde gözü aç olanları da dahil etmiyorum.
   Yukarıda anlattıklarımız göz önüne alındığında; bu şu anlama geliyor: Eğer bu insanların fakir kalmasını sağlarsanız; ve aslında kendi hakları olan milli gelirden, kendilerine tam doyamayacakları  kadar yardım ederseniz peşinizden gelirler.
   Yani oylarını almak ve iktidara gelmek kolaylaşır!
   Tıpkı şimdi yapıldığı gibi!
 
                                                                                                                                     Şerafettin Üstünkol