Hep olduğu gibi günışığıyla beraber uyandım babalar gününün sabahına da… Bencileyin hal ve gidişattan hep “rahatsız” tüm âdemoğulları gibi, memlekette olan biteni öğrenmek için televizyonu açtım hemen… Haberleri orasından burasından takip ederken öğrendiklerim tatmin etmemiş olacak ki, bilgisayara uzandım. Onu kurcalarken kapı tıkırtısı çalındı kulağıma… Nedir acaba dememe kalmadan hayatımın en ışıklı sesi doldu salona: “Babalar günün kutlu olsun, baba...” İzmir’de okuyan kızımın sesiydi bu… “Birkaç gün daha burada kalacağım” diye bana oyun yapan gül yüzlüm, olabilecek en güzel babalar günü hediyesi olarak karşımdaydı işte… Büyük bir şaşkınlıkla sarıldım kızıma, sevincim her halimden belliydi de, gözyaşlarıma nasıl hâkim oldum bilemiyorum şimdi…
 
O, hoşbeşin ardından yol yorgunu kafasını yastığa koyar koymaz uykuya dalarken ben de işe gitmek üzere evden çıktım. Ontemmuz’un tepesinde annemin ayakucunda yatan babamı düşündüm yol boyunca: O da böyle sevinçler yaşamış mıydı acaba? Sorular soruları kovaladı beynimde, kuşağının kendi sınıfındaki her ferdi gibi sevinçler ne kadar yasaktı benim babama da… Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından, kuruluş sürecinin sancılarını yaşayan bir ülkede doğmuş, gençliği İkinci Dünya Savaşı’nın ateşleri içinde geçmişti… Topçu neferi olarak “Alamanla Urus’a karşı” yıllarca nöbet tutmuştu Trakya’da… Hayat hiç bitmeyen bir harpti onun için… Alamanla Urus’a karşı yaptığı harp öyle böyle bitmişti ama “hayat harbi” son nefesine kadar bin türlü meşakkatle sürmüştü…
 
EMEKTEN İBARET BİR İNSANDI BENİM BABAM
Hiç abartmadan söylüyorum, tepeden tırnağa emekten ibaret bir insandı benim babam… Çalışmaktan, alın teri ile kazanıp çocuklarını helal lokma ile doyurmaktan başka bir beklentisi yoktu hayattan… Önce Kastamonu’nun yoksul bir dağ köyünde tarlalarda ırgatlık etti… Topraktan çıkardığı çocuklarının karnını doyurmaya yetmeyince maden kentinin yollarına düştü büyük bir umutla… Annemle ablamı köyde bırakarak ekmeğe doğru çıktığı yolculuğu, parasızlık yüzünden yürüyerek yaptığını söylerdi… Üç beş akranıyla Karabük üzerinden Zonguldak’a gelirken, tomrukların üzerinde geçirdiği yıldızlı geceleri keyifle anlatırdı bize… Uzun yıllar işçi olarak çalıştı daha sonra EKİ’de… Tekaüt oldu ardından. Tam “Rahat bir nefes alayım” derken emeklilikte de yüzü gülmedi ne yazık ki. Yaşadığı sağlıksız koşullar, ahir ömründe, “siroz” denen adı batası hastalıkla boğuşmak zorunda bıraktı. Yorgun bedeni daha fazla direnemedi, altmış beş gibi erken bir yaşta teslim oldu hayata…
 
Dünyada tanıdığım en inançlı adamlardan biriydi benim babam… Tanıyanlar “Hoca” ya da “derviş” diye seslenirdi… En çok da Allah’ın pehlivanıydı o… “Allah için” dendiğinde fedakârlığının sınırı yoktu kesinlikle… Gözümün önünde kaç kere takla attırdılar örneğin çamurların içinde… En büyük korkusu günaha girmekti. Tüm hayatı boyunca ne harama el uzattı, ne de hakkı olmayan bir şeyi istedi bu yüzden… Ne çok kızmıştık, nasıl da güçlük çekiyorduk anlamakta, onca yoksulluğun içinde kıdem tazminatı olarak verilen tahvil senetlerinin faiz kuponlarına elini dahi sürmüyordu. “Allah için ibadet etmek” kadar “hizmet etmek” de kutsaldı onun için… Tam da bu nedenle insanlara yardımcı olur, evinde konuk eder, kesesinin el verdiğince yedirir, camilerin temizliğini yapardı huşu içinde… Dininin de emekçisiydi yani o…
 
HAYATIN EN NAMUSLUSUNU YAŞADI O
İnançlı ama hoşgörülü insandı benim babam… Fukara hayatında hiç okula gitme fırsatı olmamıştı, “ümmi” idi sözcüğün tam anlamıyla… Hayatı hep öğrenci olarak geçirecek kadar öğrenmeye meraklı olması bundandı belki de, bildiği her şey bir başkasından duyduğu, yaşadıklarından öğrendiği kadardı... Kimi zaman hayır olsun, en çok da “Çocuklar okusun, ben dinleyeyim” diye aldığı bir sürü kitap biriktirmişti iki gözlü evinde… Kızdığı insana, “Seni Allah’a havale ediyorum, Allah seni cennetine koysun” diyecek kadar da yüce gönüllüydü… Biz çocuklarını inançlı bir Müslüman olarak yetiştirmek en büyük düşüydü… Kızlarında bunu başardı da oğulları bu konuda “hayta” çıktı epeyce… Yine de bir gün olsun gönlünü eğmedi… Bu halimizi de Allah’tan saydı, hep sevgiyle baktı yüzümüze…
 
Adını söylediğimde tanıyan herkesin yüzü bir başka ışıdığına göre adam gibi adamdı benim babam… Ölümünün üstünden yıllar geçmesine karşın, kötü söz ne kelime, şüphe ifade eden bir cümle kuran bile olmadı arkasından, herkes hayır ve sevgiyle andı aksine… Hiç tartışmasız, kendi ölçeğinde, hayatın en namuslusunu yaşadı o… Bize en büyük miras olarak da bunu bıraktı… Kuşağının tüm insanları gibi törenden, protokolden hoşlanmaz, aşırı sevgi gösterilerinde bulunmazdı… Her şeyin mütevazısı evlaydı onun indinde… O yüzden hiç babalar günü kutlanmadı. Ne olduğunu bile bilmedi belki de… Bize “hayatın karşısında dik durmak” gibi bir büyük özgüveni ,“tok gözlü olmak”  gibi çok değerli bir erdemi kazandıran aslan babam, rahat uyu kabrinde… Çocuklarının her biri için bir şey diyecek çıkacak elbette… Ama emin ol, hiçbirimiz için “zalim”, “hırsız” ya da “katil” diyemeyecekler… Sana verebileceğimiz tek babalar günü hediyesi de bu zaten…