Saflıktan kurtulamıyorum bir türlü. Emin olun, telefonumun ekranına yansıyan “kelepçelenmiş kapı” fotoğrafını, sürrealist bir yönetmenin, bir film setinde, ustalıklı bakışla oluşturduğu görüntü sandım ilk önce. Kültürümüzdeki “Kelepçe-demir parmaklık” metaforu üzerine kafa yormuş da muhteşem bir sahne çıkarmıştı sanki ortaya. Kurgudaki yaratıcılığa övgüler düzerken ekranı kaydırdım, alttaki yazıyı okuyunca, “Aaa” diyebildim yalnızca… Yüzüme çarpan gerçeğinolanca soğuğu içimi titretti...
 
O kelepçe, Boğaziçi Üniversitesinin kapısına vurulmuş meğer. Meğer, o fotoğraf sürreel bir film sahnesindeki mecazlarla dolu bir görüntüyü değil de, protestocu öğrencileri okula sokmayan polisin marifetini yansıtıyormuş. Bilim karşıtlığının, protesto gibi en temel bir hakka gösterilen tahammülsüzlüğün, ülkenin bu döneminde yaşanan akıl ve vicdan tutulmasının uzun yıllar simgesi olacak bir resme bilemden de olsa övgüler düzüyormuşum ben de. Tabii ki kızdım salaklığıma…
 
AYAKLAR ALTINA ALINAN, BİLİMLE BİRLİKTE TÜRKİYE’NİN AYDINLIK GELECEĞİYDİ
İçimdeki isyan duygularıyla yüklü görüntüyü aldım, zihnimin derinlerinde saklı bir başka fotoğrafla yan yana getirdim. Birkaç yıl önce postallar altında ezilen akademisyen cüppeleri vardı beliren fotoğrafta. Beynimde “Cüppe-postal”, “kelepçe-demir parmaklık” ikilikleriyle sevimsiz bir kolaj oluşturdum. Ortaya çıkan kan tablo “Bilimin sefaleti” idi kesinlikle. O sefil kelepçe akademi kadar hepimizin aklına vurulmuştu çünkü. Ayaklar altına alınan, bilimle birlikte Türkiye’nin aydınlık geleceğiydi de…
 
Düşündükçe dehşete kapıldım, dehşete kapıldıkça daha karamsar duygular sardı içimi. Akıl almaz keyfiyeti, bilim düşmanlığını, içine düştüğümüz ilkelliği resmeden fotoğraflara alkış tutan büyük kalabalıklara ah etmeye başladım. Her yanlarını saran zifiri karanlıktan ürkü duydum onların. Ürküten o karanlıklar değil, bunu kanıksaması, alışmış olmasıydı insanların. Kendilerini mağaralarda yaşamaya mahkûm etmiş yabanıllar gibi, ıssız kovuklara gömülüp gitmeleriydi hep beraber…
 
DELİLER TEKNESİNE DÖNDÜ ÜLKE
Kelepçeyi meşru kılmak için, üniversitelerde seçimlerin kaldırılmasını savunan konuşmacıların nalça ağızlarını dinledim sonra. Sinirlerime hâkim olamadım başka kanala geçtim. Ülkenin onuru olmuş bilim insanları, bilimsel, mali, idari özerkliğin bilim üretimindeki önemini anlattı yıllarca. On binlerce insan “Demokratik-özerk üniversite” kavgası verdi, bu uğurda bedeller ödedi. Kâbus gibi: YÖK cenderesine itiraz ederken şimdi çok daha geri bir konuma razı olması isteniyor üniversitelerden…
 
Dahası tüm yöneticilerin, öğrencilerin de katıldığı seçimlerle gelmesi istenirken, rektörlerin iki dereceli seçimi bile çok görülüyor. Ülkenin en eğitimli kesimin seçim hakkı, “Seçimde kavga ediyorsunuz” denerek kaldırılıveriyor bir gecede. Kardeşlerim, görün artık ne olur, deliler teknesine döndü ülke. Tek adamın iradesinden başka her şey değersizleşmekle kalmadı, akıllarımız, demir parmaklıklara kelepçelendi bir de… Üzerimize yağan bu karanlığı silkeleyip atma zamanıdır artık.