Türkiye’de iktidarın işçi sınıfının yararına yönelik attığı ilk adımın tarihi 1921’dir. Burada dikkat çekici olan, TBMM’nin ülkedeki bütün işçiler için değil; sadece Zonguldak havzası için yasa çıkarmış olmasıdır.  

“Ereğli havzası maden işçilerinin hukukuna müdair kanunun” (Tarih:10.Eylül. 1921. Sayı:151) ikinci maddesinin birinci fıkrası” maden işlerinde amelenin cebren istihdamını (zorla çalıştırılmasını) ve angarya suretiyle herhangi bir işe sevkini yasaklayan” bir hüküm getirmektedir. Bu hükümle birlikte; Zonguldak havzasında yaşayan köylülerin ve Doğu Karadeniz bölgesinden getirilen işçilerin en ağır çalışma ve yaşama şartlarına mahkum olarak, 1867 de uygulanıp 1908 de İttihatçıların ll Meşrutiyet döneminde kaldırıldığını söylemelerine rağmen, fiili olarak daha devam eden “Madenlerde çalışma mükellefiyeti”ne tabi tutulmalarına yasal olarak son verilmiş olmaktaydı.  Yasa, aynı zamanda işverenlere, ocaklar çevresinde “amele koğuşu” yapma mecburiyeti getiriyor ve günlük çalışma süresini 8 saatle sınırlıyordu. (O yıllarda Zonguldak’ta devlete ait kömür işletmesi yoktu ve yüzlerce kömür ocağı çalıştıran 75 den fazla yerli yabancı sermayedar vardı). Madenciye grev hakkı da tanıyan yasanın temel eksiği, bu yasanın uygulanıp uygulanmadığını denetleyecek mekanizmaları içermemesiydi.   

İşçi sınıfı için önemli kazanımlar vadeden bu yasanın sadece bir bölgedeki ve sadece madenlerde çalıştırılan işçiler için çıkması yerine; yasa hükümlerinin bütün işçileri içine alacak şekilde neden genişletilmediği sorusu TBMM tartışmalarında cevapsız kaldı.

Neden Ereğli Havzası Maden işçileri böylesine bir öncelikle ele alındı? Bu öne alış; Zonguldak havzasında da yaşananların ülke çapında olmayan bir uygulamasındandı. Osmanlı kendi tebaasını yabancı sermaye kumpanyalarına kölelik koşullarında çalıştırılmak üzere peşkeş çekti; bu peşkeş tutumu bahriye nezareti yönetiminde de değişmedi. “Türkçü” İttihatçıların iktidarında da bir değişiklik olmadı, yabancı sermaye maden işçisini çocuk ve yaşlılar dahil günde 16 saat çalışmaya zorladı. Sermayenin gücünün yetmediği yerde ise, bu zorlamayı devlet yaptı. İşte böylesine kölelik koşullarının hüküm sürdüğü havzayla ilgili göstermelikte olsa bir düzenleme getirmek ve işçi sınıfının diğer kesimlerine de bu hakların,”hazırlanmakta olan bir tasarıyla tanınacağını” ilan etmek işçileri kazanmak için ortaya konulan bir taktiktir.

 Günümüzde, Zonguldak özelinde: Türkiye Taş Kömürü (TTK) işletmesinde aynı işi yapan işçiler arasında ücretler ve sosyal haklar konusunda büyük uçurum vardır ve bu hem TTK’nin hem Sendikanın (GMİS)  kanayan yarasıdır. TTK ya iş yapan Taşeron işçileri yanı sıra Redevanslı sahalarda yasal ve yasal olmayan ocaklarda her türlü can güvenliği, ücret ve sosyal haklardan yoksun çalışan binlerce işçi, Osmanlı döneminin kölelik koşullarını andıran koşullarda çalışıyor. Bu ocaklarda en az 200 çocuk çalışıyor. Bunları bu ilin yöneticilerinin tümü biliyor bildiği halde herkes susuyor. Suskunluğun asıl nedeni; bu sahalarda yasadışı-kayıt dışı kömür çıkarılmazsa termik santral vb. yerlere giden kömür açığını kapatmak için TTK’nin en az beş bin işçi alması gerekir. 

Türkiye genelinde ise; Türkiye’nin değişik bölgelerinde bulunan maden ocaklarında çalışan on binlerce maden işçisinin durumu Zonguldak’tan hiçte iyi değil.

 Sadece maden işçilerine hoş görünmek isteyen hükümet ülke genelindeki tüm çalışanların çalışma koşullarını neden iyileştirmiyor? Bu soruya hükümetin veya onun yalakalarının: “ iyi ama kardeşim bu işler yavaş yavaş olur. Öyle yasa çıkarmak ve ekonomiyi ona göre dengelemek kolay değil” diyebilirler. Biz de yeniden sorarız,” bir gecede kendi lehinize yüzden fazla yasa çıkardınız. Para yok diyorsunuz ama yok dediğiniz paralar bankaların kasasından taşmış ayakkabı kutularına girmiş..

Sözün kısası: demokratik hak ve özgürlükler için mücadele, bir bakıma “yasadışı” bir mücadeledir. Biz işçiler-emekçiler hak ve özgürlükleri fiili olarak kullanmadıkça; çoğu zaman bu uğurda bedellerle karşı karşıya gelmeyi göze almadıkça, bu hakları ve özgürlükleri bize tanımak, burjuva siyasetçisinin aklından bile geçmez.

Burjuva siyasetçilerin aklına ancak; özgürlükler fiili olarak kullanılmaya başladığında,  bu hakkın kullanılmasını sınırlamak ve kullananların yoluna tuzaklar kurmak için yasa yapmak gelir.