Zonguldak merkezde dünkü kalabalık gerçekten haddinden fazlaydı. Gazipaşa kaldırımları panayırı aratmıyordu. Caddede araç trafiğine alıştık da insan yoğunluğuna alışamadık. Açıkçası bu kadar dar bir alanda, bir birine bitişik bir halde sere serpe gezintiye çıkmak ürkütücü geldi bana. Duyarsızlığın bu kadarı da fazla dedim içimden...

Gazeteci olduğum halde, ben dahi 2-3 günde bir dışarı çıkıyorsam, normal bir vatandaşın, hele hele emeklilerin zinhar(kesinlikle) keyfe keder dışarı çıkmaması lazım. En azından kalabalıkların olduğu çarşıya inmemeli. Evin etrafında, bağında bahçesinde, hava almak babından gezmeleri kastetmiyorum elbette. Fakat sallana sallana caddelerde dolaşmak, duyarsızlığın ötesinde, candan eder insanı, bunu görmek, bilmek lazım!

Bakın Avrupa'da korona belası yeniden pik yapmış durumda. Hiç olmadığı kadar ölüm vakaları yaşanmaya başladı. Bizdeki neyin rahatlığı anlamıyorum.

Eğer aşı geldi diye gevşersek eski günleri bile arar hale gelebiliriz. Maske, sosyal mesafe ve hijyen kurallarına uymaya devam etmeliyiz. Halen günde 150 tane can gidiyor, bunu aklımızdan çıkarmamalıyız. O giden canlar, kolay gitmiyordur. Biz insanlar, bunu idrak edebilecek donanımda olan varlıklarız. İdrak edemeyecek durumda olsak bunları burada boşuna yazmayacağım; ama belki dikkate alınır da can kurtarır ümidiyle "Et-tekrâru ahsen velev kâne yüz seksen." diyorum. Yani tekrar 180 kere de olsa faydalıdır, güzeldir.

O halde bir kez daha tekrar edelim: 'Evde kalmak veya tenha yerlerde dolaşmak; yoğun bakımda son nefesi saymaktan daha iyidir' 


MESUT ÖZİL MESELESİ ve 'İSTEMEZÜK'ÇÜLER
 
Özellikle 16. yüzyıldan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda yeniçeriler, padişah ya da sadrazamların yaptığı yeniliklere karşı ‘İstemezük’ naraları ile ayaklanırlarmış. Fakat attıkları nara bugün bile her şeye karşı çıkanları anlatmak için neredeyse sosyolojik bir kavram olarak kullanılıyor. Sosyal medyayla birlikte istemezük yaklaşımı yeniden hortladı. Fakat bilinmeli ki, duyarsızlıklarımıza bir de istemezükçülük eklenirse bu bizi üzer. 

Almanya'da doğan Devrekli hemşerimiz Mesut Özil, geldi gelecek derken sonunda Fenerbahçe formasını giydi. Allah izin verirse 67 numaralı formayla top koşturacak. Fakat bunda da kamuoyu adeta karpuz gibi ikiye ayrılmış durumda. 'Mesut, Alman milli takımda oynamış, o zaman niye gelmemiş, çaptan düşünce Türkiye'ye gelmiş-miş...' diye bir sürü 'istemezük'çüler ortaya çıktı.

Evet bir dönem Almanya'da oynarken, ülkesine mesafeliymiş gibi bir üslupla konuşması hoş değildi. Kırıcıydı ve iticiydi. Hepimiz insanız. Melek değiliz. Hata yaparız. Tutun ki o da hata yaptı. Sonra farklı düşünmeye başlamış olamaz mı? Bunları yaptı diye Türk Milli Takımında oynayamaz mı? Bunun neresi anormal?

Ama insanlık dışı uygulamalara maruz kalan Uygur Türklerine sahip çıktı, Çin'e tavır gösterdi diye dışlanması çok normal öyle mi?

Unutulmasın ki Türkiye dahil hiçbir ülkenin yüksek sesle sahip çıkmadığı Uygur Türklerine reva görülenler, o beğenmediğiniz futbolcu sayesinde dünya gündemine geldi.

Fatih Terim'ler, Arda'lar ve niceleri yabancı ülkeye gidip top oynadıkları için ihanet mi ettiler? Bu neyin kafası anlamak mümkün değildir. Tek tip düşünceden, at gözlüğüyle bakıştan kurtulmamız lazım sevgili dostlar!

Bu aynı zamanda kariyer meselesi ve kendi adına ticari bir adımdır. Normalde böylesi durumlarda hayırlı olsun denilir, eleştiri konusu olan (eski incitici sözleri not edilerek) konuya değinilir; ama tamamen kestirip atmak, ötekileştirmek bizim adedimiz değildir. Bizim atalarımız bu kadar insafsız, anlayışsız olmamızı istemezdi.

Oynasın görelim, niyetini değil futbolunu konuşalım. Biz oyun tarzını sorgulayalım.

Fenerbahçe camiasını kutlar, herkese mutlu mesut bir dünya dilerim.