Siz bu yazıyı okurken Mustafa Özdemir demir parmaklıklar arkasındaki 11. gününe başlayacak. Sokaklarda özgürce dolaşmaya alışmış biri için sözcüğün tam anlamıyla durduk yerde özgürlüğünden mahrum kalmak nasıl çıldırtıcı bir duygudur iyi bilirim. 1990’ların başında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesinin meşhur başsavcısı Nusret Demiral’ın emriyle, bir akşamüstü, 40 arkadaşımla birlikte evlerimizden toplanmış, yalandan yapılan bir sorgu için 20 güne yakın tutulmuştuk içerde…

Devletin amacı bizi sorgulamak, suçu önlemek falan değil resmen intikam almaktı. O zamanlarda gözaltı süresi 15 gündü. İfadelerimizin alınması çoktan bittiği halde, bu süre son dakikasına kadar kullanıldı mesela. Çaydamar’daki 15 günün ardından polis eskortları, cemseler eşliğinde Ankara’ya götürüldük. DGM’de üç gün süren savcı, hâkim sorgusunun ardından da hepimiz serbest kaldık. “Gizli örgüt üyeleri yakalandı” başlığıyla yapılan haberler yarınlara kalan tek şey oldu yine de…

KÖMÜR TOPLAYAN BİR EMEKÇİ ANNENİN SIRTINDAKİ KÜFEDE TANIDI HAYATI

Suçumuz malum, solcu olmaktı. Hayatında mantar tabancası bile patlatmamış bizler, komünizm propagandası yapıp gizli örgüt kurarak devleti yıkacaktık sözde. Doğrusu, yıkmaya çalıştığımız, toplumun büyük kesimini sefaletin yanı sıra ikinci, üçüncü, hatta dördüncü sınıf insan olarak yaşamaya mahkûm eden alçak düzendi. Hâlâ aynı fikirdeyim: Kendine egemen olan kliğin iktidarını daim kılmak için tarihin her döneminde muhalifini düşmanlaştıran bu alçak düzen yıkılmalı kesinlikle…

Mustafa bizim gibi sol, sosyalist kültürün içinden gelmediği için düzene karşı duruşunu ideolojik bir birikim üzerine inşa etmedi. O, yazılarında da sıkça ifade ettiği gibi, Balkaya’da, kömür toplayan bir emekçi annenin sırtındaki küfede tanıdı hayatı. Gözünün önünde cereyan eden haksızlıklara karşı isyanı orada birikti. Bir şey daha yaptı, o küfeden de taşan bir büyük vicdan oluşturdu zaman içinde. Vicdanı kimliğini şekillendirdi, alçak düzenle mücadele etmek yaşam biçimine dönüştü zaman içinde…

KUMPASI KURUP, “PUŞT” MANŞETİ ATAN AHLAKSIZLAR DÜŞÜNSÜN

Mustafa’nın haksızlıklarla mücadeleyi bir ahlaki duruş, vicdani görev sayması, her koşulda yoksulun yetimin yanında olması o büyük vicdanın ürünüydü elbette. Süreç geliştikçe öğrendiği, tanığı olduğu her şey bilgisi gibi isyanıyla vicdanını da büyüttü. Herkesin derdiyle dertlenmeyi, gördüğü her haksızlığa itiraz etmeyi görev saydı kendine. Toplumun itilmiş kakılmışlarıyla dayanışma içinde olmak, elinde avucunda ne varsa onlarla paylaşmak yaşam düsturu oldu…

İnanın bu kadarını ben de bilmiyordum, hakkında yazılanları biraz hayret en çok da mutlulukla okuyorum; ne çok insanın yüreğine dokunmuş Mustafa. Elini uzatmadığı, gönlünü açmadığı kimse kalmamış. O güzelim Kerkük türküsünün dediği gibi, “Bu karanlık günlerin elbet sonu gelecek.” Kardeşim, uzun zamandır yazmayarak ihanet ettiği kalemini yine alacak eline. Daha bir şevkle, daha büyük birikimle yazacak. Sonrasını ona bu kumpası kurup, “puşt” manşeti atan ahlaksızlar düşünsün…