Kabak tadı verme pahasına da olsa ÇATES’i yazacağım yine, tartışma sürdükçe yeni anlam kapıları, yeni sorular çıkıyor çünkü insanın önüne… Anlaşıldığı sanılan konularda kamuoyunun bihaber olduğunu görerek şaşırıyor… Malum, Zonguldak bölgesi gözümüzü boyamak için bulunan afili sözle, “enerji üssü” yapılıyor birilerince. Bu payeyi kazanmak içinse Akçakoca’dan Amasra’ya kadar biri nükleer olmak üzere ondan fazla santralle taçlandırılacağız. 3. nükleer için İğneada mı, Akçakoca mı tartışmaları süre dursun, Alaplı, Kireçlik, Işıkveren, Kazköyü, Saltukova, Amasra sahillerine tespih boncukları gibi santraller dizilecek bu projeye göre. Nükleerinden radyasyon, külünden kül, dumanından duman beğenin artık…

 

78 kilometrelik sahil şeridine kurulumu planlanan ve tümü AKP hükümetince onaylanarak projelendirme aşamasına gelen 9 santralin her birinin kapasitesiyse dudak uçuklatıcı gerçekten. Yere göğe koyamadığımız ÇATES bisiklet dinamosu gibi kalıyor yanlarında...  Nasıl mı, rakamlarla anlatayım: Eren’in mevcut kapasitesi küçük santralle birlikte 1360 MW, planladıkları 3. ve 4. santrallerin toplam kapasitesiyse 2400 MW. Toplamda 4760 MW’lık bir güce erişecek Eren. Geçtiğimiz günlerde ÇED halk bilgilendirme toplantısı gerçekleşen Nurol’a ait Filyos Sazköyü santralinin kapasitesi 1500 MW ve Amasra Tarlağazı’na HEMA tarafından kurulması düşünülen santrallerin kapasitesi toplamda 2640 MW iken, zavallı ÇATES’in kurulu güç kapasitesi 300 MW yalnızca. Çocuk oyuncağı gibi değil mi?

 

Konsorsiyum bir PR çalışması

Peki, enerji deryasında damla gibi duran ve önceki yazılarımda açıkladığım gibi teknolojisi son derece eski, üretim maliyeti yüksek, başta desülfürizasyon ünitesi olmak üzere son derece pahalı kimi ilave yatırımları yapmak zorunda olan ÇATES’in, üstelik ekonomik ömrü de dolmak üzereyken bu kadar kıymete binmesinin altında yatan ne sizce? Birincisi arazisi, ikincisi yatırımla ilgili tüm izinlerinin alınmış olması... Üçüncüsüyse şu “enerji üssü” mavrasıyla Zonguldak bölgesinin bu tip yatırımlara çok açık olması. Limanı, kömür stok sahası, kül barajı ile ÇATES, termik santral kurmayı planlayan enerji şirketleri için biçilmiş kaftan bence. Ekonomik ömrünü doldurduğu gerekçesiyle yıkıp yerine ithal kömüre dayalı daha büyük bir santrali, yine ÇATES adıyla inşa etmek son derece kolay onlar için… Alınması gereken ve şirketlerin esaslı bir belası olarak önünde duran pek çok izni de hazır…

 

Bugün elinde çanta kapı kapı dolaşarak konsorsiyum kurup ÇATES’i alacağız diyen yerli kömür şirketleri de biliyor bu durumu. Maliyetleri nedeniyle ÇATES’i işletemeyeceklerinin, üretimin ancak sübvansiyonla sürdürülebilir olduğunun benden çok daha iyi farkındalar elbette. Öyleyse bu çabaları neden sorusunun yanıtını açıkladım geçen ki yazımda. Verili durumun sürmesini istiyorlar da ondan. Bunun için kamuoyu oluşturmaya, çevrelerinde güçlü bir halk desteğine gereksinimleri var. Bu PR çalışması da tümüyle bunun için bence…

 

Havza santralsiz bir üretim stratejisi ile yeniden yapılandırılsın

Peki, ne yapacağız öyleyse? Birincisi büyük fotoğrafa bakıp, AKP’nin “enerji üssü” gözbağcılığı ile gözlerimizi değil yalnızca vicdanlarımızı da kamaştırmasına izin vermeyip çevremizde kurulması düşünülen tüm termik santrallerle mücadele edeceğiz en başta. Zonguldak ve çevresinin bir termik cehennem olmasına izin vermeyeceğiz. Bu santraller hepimize iş, aş verse de, solunacak hava, yaşanacak çevre bırakmayacağı için sonuna kadar savaşacağız onlarla… İkincisi biraz iddialı bir söz olacak ama TTK’nin ve kömür havzasında üretim yapan tüm şirketlerin kendini reorganize ederek, termik santralsiz bir üretim stratejisine yönelmesini sağlayacağız. Proseslerini metalürjik kömüre göre düzenlemelerini ve kalorisi düşük, kül oranı yüksek damarlarda üretim yapmamalarını isteyeceğiz… Böyle bir yönelimin olanaklı olduğunu düşünüyorum.

 

Yok, illa ÇATES’li bir formül istiyorsak, ÇATES’in idame yatırımlarının yapılmasını, çevre düşmanı kömür yakma biçiminin değiştirilerek çevreye daha az zararı olan akışkan yatak gibi gibi teknoloji ile yeniden yapılandırılmasını talep edeceğiz. Ve elbette kamu mülkiyetini sonuna kadar savunacağız. Şu Allah’ın belası kâr zarar döngüsünden bizi kurtaracak olan kamucu bakıştan başkası olamaz çünkü…