Grip salgını bize de bir salma atınca, yorgan-döşek zorunlu istirahat kaçınılmaz oldu.

Bu arada gündemi takip edemedik.

Toparlanınca, bizim Ahmet Öztürk’ün 6 Ocak tarihli Halkın Sesi’ndeki ‘Büyük Grev’e ilişkin o güzel yazısını okudum.

Ahmet kardeşimin yazısından, kimilerinin başaramayacakları bir işe soyunduklarını; Büyük Madenci Yürüyüşünü (Grevini) ‘itibarsızlaştırmaya’ çalıştıklarını öğrendim.

Cumhuriyet Gazetesi, “Cumhuriyet Anadolu” adıyla ve kentleri değişik yönleriyle tanıtan bir ek çıkarıyordu.

2005 Aralık’ında, Cumhuriyet Gazetesi’nden bir dost, benden Zonguldak eki için bir yazı istemişti.

7 Aralık 2005 tarihli Cumhuriyet Zonguldak ekinde çıkan “Emeğin Başkenti” başlıklı yazımın bir bölümünü köşeme taşıyarak paylaşayım istedim.

Farklı bir bakış açısı taşıdığını düşündüğüm yazının işte o bölümü.

Büyük Yürüyüş’ün yıldönümü anısına…

 

“EMEĞİN BAŞKENTİ

“….1980’li yıllara gelinceye dek süren eylemliliklerin oluşturduğu deney ve birikim, Şemsi Denizer Başkanlığındaki GMİS yönetiminin “can” madencilerle birlikte yazdığı destansı direnişin nesnel temelini oluşturur.

 

1980 darbesi her ne kadar deneyimleri özümsemiş sınıf bilinçli öncü işçileri önemli ölçüde tırpanlamış olsa da, onların önderlik ettiği mücadele pratiği geri kalanları esinlendirmeye yetmiştir.

Bu bağlamda Zonguldak’ta sendikal mücadele içinde öne çıkan “Tabanın Sesi” hareketini anmak hak edilmiş bir anmadır.

 

İKİ OLGU İKİ SONUÇ

“Emeğin Başkenti Zonguldak” iki sendikal önderin, Mehmet Alpdündar (DİSK Kurucusu ve dönemin Zonguldak Maden İşçileri Sendikası Genel Başkanı) ve Şemsi Denizer’in şahsında iki olgu ve iki sonucu; dahası, iki birleşen “kaderi” tarihin belleğine sunmaktadır.

İki işçi önderinin birleşen kaderi, egemen sınıfların sendikal mücadeledeki acımasızlığının boyutunu ve hoşgörülerinin(!) sınırını gösterir niteliktedir.

O sınır uzlaşmacı-teslimiyetçi sendikacılığın reddidir.

 

Mehmet Alpdündar’ın 1959’larda yaptığı bir basın toplantısında henüz grevin sözü bile edilemezken, “Grev yasaktır fakat istihsali düşürmek yasak değildir” sözleri kıyametin koparılmasına neden olur.

Uzlaşmacılığın-teslimiyetçiliğin reddi olan bu tavır, Alpdündar’ın dönemin iktidarı ve egemenlerince aforoz edilmesini beraberinde getirir.

İktidar tüm gücünü kullanarak ve yasal olmayan yollarla Alpdündar’ın sendikacılığına son verir. Baskı, yıldırma ve ölüm tehditlerinin yanı sıra, Zonguldak’ı terk etme koşulu dayatılır.

 

1990’larda Şemsi Denizer, Özal’cı özelleştirme politikalarına karşı mücadelenin efsanevi lideridir.

Ocakların kapatılması, özelleştirilmek istenmesi ve işçi haklarına yapılan saldırılara karşı direncin odağıdır adeta.

 

Türk-İş’in Genel Sekreterliğine getirilen Denizer, “Büyük Yürüyüş”ün önderi olarak artık mimlenmiştir.

Sicili bozuktur!

Türk-İş’in başkanlığına oynayabilir.

Oluşturulan “Emek Platformu” içinde aykırı görüşler; birleşik sendikal mücadele anlayışına yönelik söylemler dillendirmektedir.

 Özündeki işçi önderliği, teslimiyetçiliğe boyun eğişin reddini koşullandırmaktadır.

 

Şemsi Denizer’e Zonguldak terk ettirilemedi ancak, bugün bile karanlıkta kalan yönleriyle öldürüldüğü an, iki önderin kaderlerinin birleştiği andır.

 

Orhan Veli’nin, “Siyah akar Zonguldak’ın deresi/ Yüz karası değil, kömür karası/ Böyle kazanılır ekmek parası” dizelerini di’li geçmişe uyarlasak şaire haksızlık olur mu?

Siyah akar(dı) Zonguldak’ın deresi/ Yüz karası değil(di), Kömür karası(ydı)/ Böyle kazanılır(dı) ekmek parası.”